Photograph by Christian Monterrosa / Bloomberg / Getty
Zohran Mamdani, New York Belediye Başkanlığı’nı kazanarak kentin ilk Müslüman belediye başkanı oldu.
Uganda doğumlu, kendini ‘demokratik sosyalist’ olarak tanımlayan Mamdani; ücretsiz toplu ulaşım, daha yüksek asgari ücret ve genişletilmiş sosyal hizmetler vaatleriyle milyonların ilgisini çekti.
Küçük bir parantez: Demokratik sosyalizm nedir?
Sözlük tanımı olarak: Demokratik sosyalizm, bireysel özgürlüğü destekleyen ve kim olduklarına ya da gelirlerinin ne olduğuna bakılmaksızın herkesin güçlenmesi için gerekli koşulları sağlayan aktif, demokratik olarak hesap verebilir bir devlet anlamına gelmelidir.
Demokratik sosyalistler, Lenin’in proletarya diktatörlüğüne ve Sovyet rejimine karşıdır ve gücün devlet veya sermaye gibi tek bir yerde toplanmasından çok, olabildiğince topluma ve işçilere dağıtılmasından yanadır.
mamdani at a rally with the dsa
Düzen karşıtlığı artık bir yönetim tarzı
Özellikle sosyal medyada Mamdani’yi eleştirenler, onun için ‘ütopik bir popülist’ diyor. Sonuçta o bir ‘sosyalist’… Ve sosyalizm, belli başlı ortak ideoloji/görüşlerce, ‘ütopik’ bir anlayış olmanın ötesine asla gidemedi. Sürekli buradan eleştirildi, sistemsel olarak açıkları/uygunsuzluğundan dem vuruldu.
Fakat burada odaklanmamız gereken, Mamdani’nin elde ettiği zaferin Amerika’nın uzun süredir devam eden ‘düzen karşıtı’ hikayesinde yeni bir dönüm noktası olması.
Asıl mesele budur.
Anti-establishment, yani düzen karşıtlığı, ABD siyasetinde 2000’lerin ortalarından bu yana giderek güçlendi. George Bush için ‘eski sistemin’ son temsilcisiydi diyebiliriz.
Parantez: Anti-establishment nedir?
‘Düzen karşıtı’ (anti-establishment) bir görüş veya inanç, bir toplumun geleneksel sosyal, siyasi ve ekonomik ilkelerine karşı çıkan bir tutumu ifade eder.
Düzen karşıtı tutumlar, siyasi yönelime bağlı olarak değişiklik gösterir.
Örneğin, 1968 protestoları sırasında düzen karşıtlığı genellikle sol görüşlü, sosyalist ve anarşist çevrelerden ortaya çıkmıştır.
Ancak 2010’lu yıllarda, düzen karşıtı tutumlar çoğunlukla sağ popülist çevrelerden yükselmiştir.
Onun ardından gelen Barack Obama, hem kuşak hem de kimlik açısından Amerikan liderlik normlarını baştan inşa etmişti.
‘Umut’ ve ‘değişim’ sloganlarıyla halkı heyecanlandıran Obama, ilk kez birçok seçmene siyasetin gerçekten dönüştürücü olabileceğini hissettirdi.
Ancak bir süre tersine esen rüzgarlar, 2016’da Demokrat Parti’nin Bernie Sanders yerine Hillary Clinton’ı desteklemesiyle yeniden ‘normale’ döndü…
Trump
Rüzgar Trump’ın arkasında şiddetli esiyor…
Böylece düzen karşıtlığı, Cumhuriyetçilere ve tabii ki Trump’a geçti.
Trump, halkın öfkesini seçim gücüne dönüştürerek tarihte benzeri az görülen bir populist dalga yarattı.
Biden’ın başkanlığı ise bir ‘ara dönem’ gibi görünüyor. Pandemi koşullarının ve Trump yorgunluğunun getirdiği bir soluklanmaydı…
Ancak Biden’ın Washington’a olan güveni yeniden inşa edememesi, ekonomik sıkışma ve kültürel kutuplaşmayla birleşince, bastırmak istediği toplumsal öfke yeniden yükseldi. Popülaritesindeki sert düşüş, Amerikan toplumundaki güvensizlik ve yabancılaşmanın hâlâ derin olduğunu gösterdi. Trump’ın yeniden sahneye çıkışı bu yüzden bir sürpriz değil; sadece aynı hikâyenin yeni bir perdesi.
Sol cenahta ise düzen karşıtlığı bambaşka bir biçim aldı. Bernie Sanders hala bu hareketin simgesi. Onun evrensel sağlık hizmeti ve gelir adaleti çağrıları, Demokrat Parti’nin eksenini kalıcı biçimde değiştirdi. Alexandria Ocasio-Cortez (AOC) gibi figürler, bu akıma gençlik ve kültürel enerji kattı.
Artık ‘sosyalist’ etiketi eskisi kadar korkutucu değil. Büyük şehirlerde bu kimlikle seçim kazanmak mümkün hale geldi. Üstelik bugün İsrail politikalarını açıkça eleştirmek bile, on yıl öncesine kıyasla politik intihar sayılmıyor.
Bu dönüşümü besleyen iki ana dinamik var. İlki, ‘imparatorluk sonrası melankolisi’.
ABD artık 1990’lardaki tek kutuplu özgüvenini kaybetti. Liberal kapitalizmin ve Amerikan liderliğinin ebedi olduğuna dair inanç yerini yorgunluğa ve belirsizliğe bıraktı.
(Unsplash/Corey Young)
Garanti bir hayat?
İkincisi ise kuşaksal bir kırılma. Genç Amerikalılar, hayatlarının ebeveynlerinden daha müreffeh olmayacağını kabullenmek zorunda. Barınma, eğitim ve sağlık maliyetleri fırlamış; ücretler yerinde sayıyor. Bu tabloda, ücretsiz ulaşım ya da borç affı gibi vaatler artık ‘radikal’ değil, mantıklı talepler haline geldi.
Amerikalıları Rusya ya da Belarus gibi ülkelerin vatandaşlarından daha şanslı kılan bir durum var. O da demokrasinin hala işlemesi…
Bu açıdan bakıldığında, Mamdani’nin zaferi sürpriz değil, tarihsel bir devamlılık. Amerikan seçmeni, kimlerin liderlik edebileceğini, demokrasinin ne anlama geldiğini ve eski kuralların ne kadar geçerli olduğunun farkında.
Kaynak
Daily Sabah, Vikipedi, Deutsche Welle
Zohran Mamdani’nin Zaferi ABD İçin Neden Önemli? was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.