Ezgi Can CEYLAN – İlayda SORKU
Resmî verilere göre Türkiye’de kız çocuklarının okullaşma oranı son yıllarda yükseliyor gibi görünse de eğitimciler bu tablonun gerçeği yansıtmadığını vurguluyor. Uzmanlara göre istatistiklerdeki artış, binlerce kız çocuğunun eğitime düzenli ve tam zamanlı erişemediği gerçeğini perdeleyen bir “yanılsama” yaratıyor. Ülkenin pek çok bölgesinde kız çocukları hâlâ ev içi bakım yükünün altında eziliyor; kardeş, yaşlı ya da hasta bakımının yanı sıra yoksulluğun dayattığı ücretsiz emek, onları önce devamsızlığa, ardından da okul terki sürecine itiyor. Eğitimciler bu durumun yalnızca bir “eğitim kaybı” olmadığını, kız çocuklarını kamusal hayattan, kültürel ve sağlık hizmetlerinden, yani görünür kılan tüm kurumlardan uzaklaştırdığını belirtiyor. Eve kapanan kız çocukları, yoksulluğun ve eşitsizliğin kendini tekrar eden bir döngüsüne hapsoluyor.
AKP DÖNEMINDE TABLO AĞIRLAŞTI
Bu kırılgan tablo, AKP’nin 23 yıldır sürdürdüğü cinsiyetçi ve piyasacı eğitim politikalarıyla daha da ağırlaştı. 4+4+4 düzenlemesiyle kesintisiz eğitim modeli zayıfladı; özellikle kız çocuklarında devamsızlık ve erken yaşta eğitimden kopuş belirgin şekilde arttı. Açık öğretimin teşvik edilmesi ise bu kopuşu kalıcı hâle getirdi. Bugün ortaöğretim çağındaki 1 milyon öğrencinin açık öğretimde olması, hem eğitimin niteliğinin hem de kız çocuklarının sistemdeki kırılganlığının somut bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Yoksulluk, bakım emeği ve erken yaşta evlilik, kız çocuklarının eğitimden uzaklaşmasında en belirgin faktörler olmaya devam ediyor.
TÜİK verilerine göre 2024 yılında 9 bin 354 kız çocuğu evlendirildi. 2012’de bu sayı 40 bindi; resmî rakamlarda ciddi bir düşüş görünse de sahadaki eğitimciler gerçek tablonun çok daha ağır olduğunu, özellikle kayıt dışı erken yaşta evliliklerin istatistiklere yansımadığını söylüyor. Çocuk yaşta evliliklere yönelik zayıf denetim ve hükümet temsilcilerinin zaman zaman geleneksel referanslarla yaptığı açıklamalar, bu pratiğin sürmesine zemin hazırlıyor.
AKP döneminde Diyanet’in eğitimdeki ağırlığının belirgin biçimde artması da kız çocuklarının eğitim hakkını etkileyen bir unsur oldu. 4–6 yaş Kuran kurslarına devam eden 250 bin çocuk ve yıllar içinde oluşan 1,5 milyonluk mezun havuzu, okul öncesi eğitimin yerini giderek dini programların aldığını gösteriyor. Özellikle yoksul bölgelerde Kuran kurslarının örgün eğitimin alternatifi hâline geldiği, ailelerin çocuklarını ekonomik nedenlerle bu kurslara yönlendirdiği belirtiliyor.
LAİKLİĞE DÖNÜK BİR SALDIRI
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in geçtiğimiz aylarda dile getirdiği “kız okulları” önerisi ise tartışmaları hararetlendirdi. Tekin, bazı velilerin karma eğitimi istemediğini savunarak kız okullarını meşrulaştırmaya çalıştı. Eğitimciler bu yaklaşımın kız çocuklarını toplumsal hayattan tecrit eden, laik ve eşitlikçi eğitimi zayıflatan bir adım olacağı konusunda uyarıyor. Kız okullarının, “koruma” gerekçesiyle cinsiyet temelli ayrımcılığı normalleştireceği ve toplumsal eşitsizliği derinleştireceği ifade ediliyor.
Taşımalı eğitim yönetmeliğinde yapılan değişiklik de kız çocuklarının eğitim erişimini doğrudan etkiledi. Mesafe sınırının 50 km’den 30 km’ye düşürülmesiyle devlet aileleri pansiyonlu okullara yönlendirdi. Ancak pek çok aile, güvenlik kaygıları ve toplumsal baskılar nedeniyle kız çocuklarını pansiyonda bırakmak istemiyor. Bu nedenle özellikle kırsal bölgelerde kız çocuklarının okulu bırakma riski belirgin biçimde arttı.
AKP’nin gündeme getirdiği ortaöğretimi kısaltma planının da en çok kız çocukları için tehdit oluşturacağı belirtiliyor. Eğitim süresinin kısalması, yoksul ailelerin kız çocuklarını erken yaşta işçiliğe ya da evliliğe yönlendirmesini kolaylaştırabilir. Eğitimciler, kız çocuklarının en çok ortaöğretim döneminde eğitimden koptuğunu hatırlatarak bu adımın riskleri büyüteceğini belirtiyor.
Eğitimci Ayşe Alan, okul iklimlerinin kız çocukları için güvenli ve kapsayıcı hâle gelmesi gerektiğine dikkat çekerek şunları ifade ediyor: “Kız çocuklarının okullaşma oranı yükselse de binlercesinin okulla bağı çok kırılgan. Ev içi bakım yükü nedeniyle yoğun devamsızlık yaşanıyor; bazı çocuklar tamamen okulu bırakıp evdeki bakım görevlerini üstleniyor. Bu çocuklar görünmez kılınıyor; eğitimden kopmak, kamusal alandan, sağlık hizmetlerinden, kültürel etkinliklerden uzaklaşmak demek.” Alan’a göre eğitim politikasındaki her adım, en çok kız çocuklarının hayatını belirliyor.
ÜCRETSİZ OKUL YEMEĞİ VERİLMELİ
Uzmanlar çözümün sanıldığı kadar karmaşık olmadığını vurguluyor: Her gün ücretsiz okul yemeği verilmesi, taşımalı eğitimin güçlendirilmesi, devamsızlığın ısrarla takip edilmesi, mesleki eğitim adı altında çocuk işçiliğini teşvik eden uygulamaların sınırlandırılması gibi adımların etkili olacağı belirtiliyor. Temel nokta ise okulların kız çocukları için güvenli, eşitlikçi ve özgürleştirici alanlar hâline gelmesi. Çocuk işçiliği ve erken evlendirme sayılarında artışa neden olur.
Mevcut durumda kız çocuklarının okula gitmediğini ya da bıraktığını en çok ortaöğretim düzeyinde görüyoruz. Bunun engellenebilmesi için köklü değişikliklere gidilmesi gerekmiyor. Her gün ücretsiz okul yemeği verilmesi, taşımalı eğitimin iyileştirilmesi, çocukların okul devamı ısrarcı biçimde takip edilmesi, mesleki eğitim adı altında çocuk işçi yetiştirmenin önüne geçilmesi gibi basit hamlelerle bu akış tersine çevrilebilir. Meselenin temeli ise okul iklimlerinin kız çocukları için her alanda kapsayıcı ve kendilerini özgürce ifade edecekleri hale gelmesindedir.
∗∗∗
DÜNYAYI YENİDEN EFSUNLAMAK
Eğitimci Feray Aytekin Aydoğan’a göre üreticilerin ve özellikle kadınların kazanılmış haklarının gasp edilmesine yönelik politikalar dünya genelinde yeniden güç kazanıyor. Feminist yazarların “yeni çitlemeler” olarak tanımladığı bu süreç, sermayenin küresel programının parçası. Aydoğan, bu politikaların en sert uygulandığı ülkeler arasında Türkiye’nin başı çektiğini belirtiyor.
Kadınların ve üreticilerin geçim kaynaklarından, yaşam alanlarından, topraklarından koparılarak ucuz ve güvencesiz işgücüne dönüştürülmesi, 16. yüzyılı andıran yeni bir proleterleştirme süreci yaratıyor. Dilovası’ndaki iş cinayeti bu dönüşümün en çarpıcı örneği oldu. “Artık yüzlerce Dilovası var” diyen Aydoğan, yeniden üretim emeğinin değersizleştirildiğini, kadınların bedenleri üzerindeki denetimin kurumsallaştığını, dinin ‘fıtrat’ ve ‘kader’ söylemleriyle rıza üretme aracına dönüştürüldüğünü vurguluyor. Yargı paketlerinden aile yılı politikalarına, Medeni Kanun’un hedef alınmasından karma ve zorunlu kamusal eğitim hakkının aşındırılmasına kadar atılan her adımın bu programın parçaları olduğunu ifade ediyor.
Dünya genelinde tablo ağır:
• 122 milyon kız çocuğu okula gidemiyor.
• 20–24 yaş arası genç kadınların 5’te 1’i 18 yaşından önce evlendirildi.
• 50 milyon kız çocuğu cinsel şiddete maruz bırakıldı.
• Her yıl 4 milyon kız çocuğu kadın sünnetine uğruyor; yarısı beş yaşından küçük.
• 2024’te 676 milyon kadın ve kız çocuğu ölümcül çatışma bölgelerinin yakınında yaşadı.
• 5–14 yaş arası kız çocukları, erkek akranlarına göre her gün 160 milyon saat daha fazla ücretsiz ev içi iş yapıyor.
Türkiye’de de yoksulluk ve eşitsizlik arttıkça okul terkleri büyüyor. Muş, Siirt, Bitlis ve Ağrı’da 17 yaşındaki her üç kız çocuğundan biri eğitim dışında. Çocuk yaşta evlilikler sürüyor: 2024’te 9.354 kız çocuğu evlendirildi. Diyanet verilerine göre 2024’te 250 bin çocuk 4–6 yaş Kuran kurslarına devam etti; toplam katılım 1,5 milyona ulaştı. Laik ve kamusal eğitimin aşındırılması 4 yaşa kadar indi. TÜİK 2025 verilerine göre 18–29 yaş arası genç kadınlarda NEET oranı %43. Kadın cinayetleri artıyor; yalnızca Ekim 2025’te 19 kadın öldürüldü, 22 kadın şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.
Aydoğan, verilerin gerçeğin yalnızca bir yüzü olduğunu belirterek şunu söylüyor: “Biz kadınlar tarihin her döneminde olduğu gibi yine hedefteyiz.” Silvia Federici’nin “Dünyayı Yeniden Efsunlamak” kitabına atıfla, müşterek bir mücadele hattının ancak kadınların birlikte “şarkı söylemesiyle”, yan yana durmasıyla kurulabileceğini vurguluyor. 25 Kasım’da sokaklarda örgütlenen her eylemin de bu ortak efsunlamanın umudu ve kararlılığı olduğunu ifade ediyor.