Yerli üretim fason üretime teslim edildi

BirGün ANKARA

TMMOB Sanayi Kongresi 2025 hazırlıkları kapsamında yapılan “TMMOB Sanayi Kongresi’ne Giderken Savunma Sanayii Etkinliği” Ankara’da MMO Eğitim ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Etkinlik Salim Melih Şahin yönetimindeki “Savunma Sanayiinin İktisadi Görünümü” başlıklı oturum ile başladı. Oturumda Dr. Oktay Küçükkiremitçi ve Ömür Genç tarafından “Bir İmalat Sanayi Alt Sektörü Olarak Savunma Sanayi: Tanımsal ve Analitik Değerlendirme” Hasan Atak tarafından ise “Savunma Sanayii Çalışanları” başlıklı sunumlar yapıldı.

Daha sonra Erhan İğneli yönetiminde “Savunma Sanayii Sektörü” başlıklı oturumda Arda Mevlütoğlu “Türk Savunma ve Havacılık Sanayii: Bugün Nerede, Yarın Nereye?” Dr. Çağlar Kurç ise “Savunma/Silah Sanayii’nin Mevcut Durumu” başlıklı sunumlarını gerçekleştirdi.

Yılmaz Yıldırım yönetimindeki “Savunma Sanayii Politikaları” başlıklı son oturumda ise Murat Yetkin “Ambargoların Gölgesinde Türkiye’de Savunma Sanayiinin Gelişimi” Uluç Özülker “Savunma Sanayii ve Bölge Politikaları” Türker Ertürk de “Türkiye’ye Yönelik Tehdit, Savunma Sanayii ve Kapsamda TCG Anadolu ve Altay Tankı” sunumlarını yaptı.

Etkinliğin açılış konuşmaları TMMOB Makina Mühendisleri Odası (MMO) Ankara Şube Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Yıldırım, MMO Başkanı Yunus Yener ve TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz tarafından yapıldı.

Makina Mühendisleri Odası (MMO) Başkanı Yunus Yener, açılış konuşmasında Türkiye’nin sanayileşme ve kalkınma politikalarının kesintiye uğratıldığını belirterek, kamu yararı yaklaşımının terk edilmesi ve özelleştirme süreçlerinin ülkeyi sanayisizleştirdiğini söyledi.

Yener, konuşmasında şu değerlendirmelere yer verdi:

“Bilindiği üzere 1930’lu ve 1960’lı yıllardaki planlama, sanayileşme, kalkınma hamlelerinde yerli üretim ve mühendislik birincil öneme sahipti. Emperyalizmin yönlendirmesiyle benimsenen neoliberal dönem politikaları ile serbestleştirme ve özelleştirmelerin devreye girmesi ve kamu yararı yaklaşımından uzaklaşılmasıyla birlikte ise, ülkemizin planlı kalkınma, sanayileşme süreçleri kesintiye uğratılmıştır. Yerli üretim gerilemiş ve uluslararası zincirlere bağlı fason üretim hakim olmuştur. Sanayi sektörlerine girdiler sağlayan büyük sanayi işletmeleri-kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesiyle sanayisizleşme sürecine girilmiş, mühendislik itibar kaybına uğratılmış ve liyakatten uzaklaşılmıştır.”

Planlı sanayileşmenin zorunluluğuna dikkat çeken Yener, şunları söyledi:

“Bu duruma karşın bizler, kamucu yaklaşım ve gerçek bir yerli üretim temelinde planlı sanayileşmenin, toplumsal ihtiyaçlar doğrultusundaki kalkınmanın olmazsa olmaz olduğunu ve ülkemizin geleceğinin bu yaklaşıma bağlı olduğunu savunmaya devam ediyoruz. Yerli üretim konusunun önemi ve dışa bağımlılığın yanlışlığı, Odamız ve TMMOB tarafından 1970’lerden bu yana on yıllardır, kamuoyunda ve ilgili çevrelerde ise son yıllarda dile getirilmektedir. Ancak yerli üretim derken, yabancı tekellerin tedarik zincirlerine bağlı olarak ülkemizde yapılan bir üretimi kastetmiyoruz. Üretilen ürünlerin araştırma-geliştirme-inovasyon süreçlerine, tasarımdan fikri mülkiyete, patent haklarına ve satışına kadar tüm süreçlerin sahibi olmak gerektiğine işaret ediyoruz.”

AR-GE SONUÇLARI ŞEFFAF VE DENETLENEBİLİR OLMALIDIR

Savunma sanayine ilişkin de konuşan Yener, Ar-Ge desteklerinin şeffaf olması gerektiğini vurguladı:

“İster devlet/kamu üretimi ister özel sektör üretimi açısından olsun, devlet tarafından fonlanan savunma sanayiinin asıl alıcısının devlet veya başka devletler olduğu, yüksek teknolojiye ihtiyaç duyulan, Ar-Ge yoğun bir sanayiden söz ediyoruz. Fakat mevcut Ar-Ge teşviklerinin, mali ve yetişmiş insan boyutlarıyla ulusal kaynakların yerli ve yabancı uluslararası tekellere ‘Ar-Ge Desteği’ kaleminden kaynak aktarım aracı olarak kullanımı söz konusudur. Teşviklerin ne kadar doğru kullanıldığı bilinmemektedir. Ar-Ge süreçlerinin sonuçları ölçülebilir, izlenebilir, şeffaf ve denetlenebilir olmalıdır.”

Yener, kamu kurumlarında çalışan mühendislerin yaşadığı baskılara da dikkat çekerek, “Sektörün kamu sermayeli büyük kuruluşlarının yüksek lisanslı, doktoralı mühendisleri ve teknik elemanlarının mobbing, baskı, kayırmacılık gibi olumsuzluklara dayanamayarak yurtdışına göçmeleri söz konusudur. Kişisel güvenlik belgesi soruşturmaları mesnetsiz duyumlar sayesinde siyasi bir baskı unsuru olarak kullanılabilmektedir. Bu konu işe alım sürecini uzatmakta, işten atma veya istifaya zorlama ile mağduriyetler yaratmaktadır” dedi.

MKE ÖNCEKİ KURUMSAL YAPISINA KAVUŞTURULMALIDIR

Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nun (MKE) özelleştirilme sürecini eleştiren Yener, şu ifadeleri kullandı:

“NATO’ya, ülke çıkarlarını düşünmeyen siyasilere, uluslararası lobilere rağmen ülkemizde bazı şeylerin gerçekleştirebildiğini, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nun (MKE/MKEK) kuruluş ve gelişiminden biliyoruz. Fakat Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki mühendisliğe dayalı uçak üretiminin bitirilmesi, demiryolu atılımlarının geriletilerek ithal yakıtlı karayolları ağına ağırlık verilmesi, Devrim arabalarının geliştirilmeden sona erdirilmesi, Anadol ile birlikte yerli üretimin bitmesi gibi ülkemiz ve sanayinin bütünü açısından yaşanan olumsuzluklar makine ve kimya sanayiinin kurumu MKE için de ufukta belirmiştir. Sakarya’daki Tank Palet Fabrikasının Türk Telekom ve birçok özelleştirmede başvurulan ‘İşletme Hakkı Devri’ yöntemiyle Katar ortaklı özel bir şirkete tahsis edilmesi yanlışının ardından; MKE de, 17 Kanundan muaf tutularak ve Sayıştay denetiminden çıkarılarak dört yıl önce bir anonim şirkete dönüştürülerek ardından gelecek olan küçültme yöntemleriyle özelleştirilme sürecine sokulmuştur. Bu durumun devamı kurumsal kapasitenin parçalanması, alt-şirketleşme, taşeronlaşma ve kamu kaynak ve birikimlerinin yerli ve yabancı tekellere sunulması olacaktır. Bu yanlışlardan mutlaka dönülmesi gerekir.”

DAHİLDE İŞLEME REJİMİ DEVREDEN ÇIKARILMALI

Sanayi politikalarına ilişkin önerilerini de dile getiren Yener, şunları söyledi:

“Ülke üretimini ara girdilerde dışa bağımlı hale getirerek morfin etkisiyle rekabet gücü sağlayan Dahilde İşleme Rejimi devreden çıkarılmalı, kamu yatırımlarının gerçekleştirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gereken Yatırımları Teşvik Mekanizması ve Destekleri vasıtasıyla bilhassa ara malı üreten sektörlerin üretim potansiyeli artırılarak, üretimin ithalata bağımlılığı azaltılmalıdır. Kaynakların toplum yararına değerlendirildiği, bilimi ve teknolojiyi esas alan, mühendisliğe, Ar-Ge ve inovasyona ağırlık veren, devletin ekonomideki yönlendiriciliğini toplumsal yararla birleştirerek benimseyen, dış girdilere bağımlılığı en aza indirilmiş, sosyal hukuk devleti anlayışı temelinde istihdam odaklı planlı kalkınmayı öngören politikalar gerekmektedir. Üniversitelerde verilen mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı eğitimi, değişen ve gelişen teknolojilere uygun hale getirilmeli, üniversitelerdeki ilgili bölümlerin sayısı ülke ve sektörlerin ihtiyaçları doğrultusunda planlı olarak yeniden ele alınmalıdır.”

SİLAH ÜRETİMİNİ KALKINMA İLE EŞİTLİYORLAR

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, yaptığı konuşmada Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu savaş konjonktürüne dikkat çekerek, silahlanma politikalarına karşı çıktı.

Koramaz konuşmasında, savunma sanayiine ilişkin değerlendirmelerde bulundu:

“Hepinizin bildiği gibi, ‘savunma’ kavramı altında tanımlanan sanayi faaliyetleri büyük oranda askeri üretime, yani savaş araç ve gereçlerinin üretimine yöneliktir. Yaygın kullanımla savunma sanayii diyoruz ancak silah ve mühimmat dışında savunma sanayii diye bir sanayi veya alt sektör sınıflaması yoktur. Bugün savunma sanayii dediğimiz üretim alanı, aslında metal, makine, kimya, elektronik, optik gibi temel sanayi sektörlerinin askeri amaçlar doğrultusunda dönüştürülmesini ifade ediyor. Bu ürün ve donanımların savaş bağlamı içinde savunma veya saldırıya yönelik kullanımı konunun özünü değiştirmemektedir. Her durumda bu üretim politikası, savaş pratiğiyle doğrudan ilişkilidir.”

Dünyanın ve bölgenin kritik bir savaş sürecinden geçtiğini belirten Koramaz, şunları söyledi:

“Günümüzde, içerisinde bulunduğumuz bölge başta olmak üzere dünya açık bir savaş konjonktürü içerisindedir. Emperyalist güçlerin rekabeti, hegemonya mücadelesi ve kaynakların yeniden paylaşımı uğruna başlattıkları savaşlar, tüm insanlığı tehdit etmektedir. Ukrayna, Rusya, Filistin, Suriye, Lübnan, İran, Irak, Yemen başta olmak üzere birçok ülke savaş alanı haline gelmiş durumdadır. Orta Doğu’da haritaların yeniden çizilmeye çalışılması, İran’ın hedeflenmesi, Kafkasya’daki gerilimler, Rusya-Ukrayna savaşı, Çin’in yeni büyük güç konumu, ABD-Çin rekabeti, üretim coğrafyaları ve tedarik zinciri hatlarının siyaseti doğrudan etkiler ölçekte yeniden belirlenmesi girişimleri, gümrük tarifeleri, korumacı politikalar, askeri sanayi kompleksinin öne çıkması, emperyalistler arası çıkar çelişkileri, Orta Doğu’daki yeni durum gibi birçok yeni kritik olgu söz konusudur. Bu durumun emperyalizme iktisadi, askeri, siyasi bağımlılığı bulunan ve sanayileşmesi kesintiye uğratılan ülkemiz için yeni bunalım öğelerini de beraberinde getireceği açıktır. Bugün ‘yerli ve milli’ söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılan silahlanma politikaları, aslında emperyalist sistemin ve imzalanan askeri angajmanların Türkiye’ye biçtiği taşeronluk rolünün bir parçasıdır. Irak, Libya, Suriye gibi ülkelerde yaşanan yıkıma verilen destek, Suriye’nin rejim değişiminde oynanan rol, İsrail’le sürdürülen ilişkiler, NATO bağlamındaki askeri angajmanlar ve en son Cumhurbaşkanı’nın Trump’la buluşmasında ele alınan konular ve verilen tavizler bu durumun en açık örnekleridir.”

Koramaz, silah üretimini kalkınma politikalarıyla eşitleyen anlayışa karşı çıktıklarını vurguladı:

“Silah üretimini ‘kalkınma’ ile eşitleyen anlayışa karşı; ‘halk için sanayi’, ‘barış için teknoloji’, ‘yaşam için üretim’ diyoruz. Bizler sanayileşmeyi yalnızca ekonomik büyümenin bir aracı olarak değil; aynı zamanda demokratikleşmenin, kalkınmanın ve barışın temel zemini olarak görüyoruz. Eşitlikten, özgürlüklerden, adaletten, bağımsızlıktan, hakça paylaşımdan, emekten, bilimden ve doğadan yana kamucu, halkçı bir kalkınma modelini savunuyoruz.”

Demokrasi krizine de dikkat çeken Koramaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Demokrasi, sanayi ve kalkınma bütünlüğü demişken şunları da belirtmeden geçemeyeceğim. Hepiniz biliyorsunuz, yaşamlarınızda hissediyorsunuz, Türkiye tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyoruz. Her geçen gün yeni bir demokrasi ayıbına uyanıyoruz. Seçilmiş belediye başkanları tutuklu, siyasiler tutuklu, bürokratlar, gazeteciler, öğrenciler, sanatçılar tutuklu. Buradan siyasi iktidara bir kez daha sesleniyorum: Hiç kimsenin insanların demokratik iradesi üzerine ipotek koymaya hakkı yoktur. Bizler bu ülkenin imkanlarıyla okumuş mühendisler, mimarlar, şehir plancıları olarak tüm baskı ve zor politikalarına karşın ülkemize, anayasal demokratik kazanımlarımıza, emeğimize, geleceğimize ne olursa olsun sahip çıkmaya devam edeceğiz. Bu karanlık elbet dağıtılacak. İnanıyor ve biliyorum ki; ülkemizin ve halkımızın hak ettiği aydınlık yarınları mutlaka ama mutlaka kazanacağız.”