Meriç Öztürk
mRNA aşıları, COVID-19 pandemisiyle hayatımıza girdiğinde çoğumuz için yepyeni bir kavramdı.
Oysa bu teknoloji, onlarca yıllık bilimsel bir çabanın ürünüydü.1987’de Robert Malone’un mRNA’yı lipid damlacıklarıyla insan hücrelerine taşıma fikri, bu hikâyenin ilk dönüm noktalarından biri oldu.
Ardından gelen on yıllar boyunca bilim insanları, mRNA’nın hücrede hızla bozulmadan işlev görebilmesi, bağışıklık sisteminin onu düşman olarak algılamaması ve güvenli biçimde hücre içine alınması için sayısız deneme yaptı. Bu temel araştırmalar, lipid nanopartikül taşıyıcıların geliştirilmesiyle taçlandı. Bu altyapı, 2020’deki pandemiyle birlikte bir anda küresel bir kurtarıcıya dönüştü. İşte bu ani başarı, aslında onlarca yıl süren deneylerin meyvesiydi. Pandemi, perde arkasındaki bu gelişmeleri sadece görünür kılmıştı.
NASIL ÇALIŞIYOR?
Aşının içindeki mesajcı RNA, kısa ismiyle mRNA, hücrelere virüsün yüzeyinde bulunan hedef proteini üretmeleri için talimat veriyor ve vücudun kendi hücrelerini kullanarak bağışıklık tepkisi oluşturmasına yardımcı oluyor. Hücreler hedef proteini geçici olarak üretiyor ve bağışıklık sistemi bu proteini yabancı olarak tanıyarak savunma hücrelerini aktif hale getiriyor. Aktif hale gelen savunma hücreleri aynı zamanda bu proteini hafızalarına atıyor. Böylece bu hücreler gerçek virüsle karşılaşıldığında hedef proteini tanıyor ve hızlı bir şekilde etkisiz hale getiriyor. Yani, virüs daha hücreyi ele geçirecek zamanı bulamadan yok ediliyor. Aynı zamanda mRNA aşıları DNA’yı değiştirmiyor ve RNA’nın yapısı gereği vücutta kısa sürede parçalanıyor, bu da onları güvenli ve etkili kılıyor.
KANSER TEDAVİSİNDE YENİ BİR SAYFA
2025’te yayımlanan yeni bir çalışma, mRNA teknolojisinin COVID-19’un ötesine geçtiğini gösteriyor. Yeni gerçekleştirilen bir araştırmada, mRNA tabanlı COVID-19 aşısı olmuş kanser hastalarının, immünoterapi tedavisine daha iyi yanıt verdiği gözlendi.
Akciğer ve cilt kanseri hastalarını kapsayan bu çalışma, mRNA aşısı yapılan bireylerde sağ kalım süresinin anlamlı derecede uzadığını ortaya koydu. Bilim insanları, bu etkinin nedenini bağışıklık sisteminin hazırda bekleme durumuna geçirilmesiyle açıklıyor. mRNA aşısı, virüs proteinine karşı savunmayı tetiklerken aynı zamanda bağışıklık hücrelerini genel olarak daha uyanık hale getiriyor. Bu uyarılmış ortam, kanser hücrelerinin daha kolay tanınmasını ve immünoterapinin etkisinin artmasını sağlıyor olabilir.
Henüz bu bulgular gözlemsel düzeyde olsa da mRNA teknolojisinin kanser tedavilerinde aktif bir bileşen haline gelebileceğine dair güçlü sinyaller veriyor. Gelecekte, virüs yerine tümör antijenlerini kodlayan kişiselleştirilmiş mRNA kanser aşılarına tanıklık edebiliriz.
MRNA’NIN YENİ HEDEFİ: BEYİN
mRNA teknolojisinin potansiyeli yalnızca bağışıklık sistemini yönlendirmekle sınırlı değil. Son yıllarda yapılan deneysel çalışmalar, bu yöntemin Alzheimer, Parkinson ve ALS gibi nörodejeneratif hastalıklar için de umut vadettiğini gösteriyor. Bu hastalıkların temelinde genellikle belirli proteinlerin yanlış katlanması veya birikmesi sonucu beyin hücrelerinin kaybı yatıyor. Geleneksel ilaçlar bu süreçleri doğrudan durdurmakta zorlanıyor. Ancak mRNA teknolojisiyle, beyin hücrelerine bu hatalı proteinleri onaracak veya zararlı birikimi önleyecek koruyucu molekülleri üretme talimatı verilebiliyor.
Erken aşama araştırmalarda mRNA bazlı terapilerin hücreden biriken hastalıklı proteinleri hedef alarak beyin iltihabını azalttığı, sinir hücrelerinin hayatta kalmasını desteklediği gösterildi. Bu yaklaşım, hem Alzheimer gibi hastalıkların erken evrelerinde koruyucu, hem de ilerlemiş evrelerinde yavaşlatıcı tedaviler geliştirme yolunu açıyor.
BİR AŞIDAN ÇOK DAHA FAZLASI
mRNA teknolojisi sadece aşı geliştirmede değil, ilaç benzeri tedavilerde de hızla ilerleyen bir platform haline geldi. Bu yaklaşımda mRNA, vücuda eksik veya hatalı üretilen bir proteini sentezletmek amacıyla kullanılıyor. Özellikle nadir genetik hastalıklarda bu yöntem umut verici. Örneğin Moderna’nın mRNA-3705 adlı ilacı, hücresel enerji üretiminde görevli bir molekülün eksikliğinden kaynaklanan Methylmalonic acidemia hastalığının tedavisi için geliştiriliyor. Amaçları, mRNA-3705 ilacını kullanarak eksik olan molekülü hücreye sentezletmek ve enerji metabolizmasını sağlığına kavuşturmak. Ayrıca mRNA teknolojisi kardiyovasküler ve metabolik hastalıklar için de umut vadediyor. Yine Moderna’nın AZD8601 kod adlı denemesinde bilim insanları, kalp krizinden sonra kalp kasında damar oluşumunu sağlayan proteini mRNA aracılığıyla ürettirerek doku onarımı sağlanmaya çalışıyor.
BioNTech tarafından kişiye özel olarak tasarlanan mRNA bazlı ilaç ise, tümör hücrelerine özgü proteinleri kodlayarak bağışıklık sistemini aktif hale getiriyor. Amaç yine bağışıklık sistemine yabancı bir proteini tanıtmak ve bağışıklık sisteminin kanserli hücrelere tepki vermesini sağlamak. Bu çalışmaların bir kısmı hâlihazırda Faz 2 klinik denemeleri aşamasında. Kısacası, mRNA artık sadece hastalıkları önleyen değil, hücresel düzeyde onaran ve tedavi eden bir biyoteknolojik ilaç platformuna dönüşüyor.
Bilimsel ilerleme çoğu zaman birikimle olur; mRNA bunun en çarpıcı örneği. 1980’lerde laboratuvar deneylerinden doğan bu fikir, şimdi tıbbın en güçlü çok amaçlı teknolojilerinden biri haline geliyor. Virüsleri durduran, kanserle savaşan ve belki bir gün belleğimizi koruyacak olan mRNA, modern biyoteknolojinin en parlak fikri olarak tarihe geçmeye hazırlanıyor.