Vuslat ve Özlem Arasında

Photo by Road Ahead on Unsplash

Kalbin kırık çığlığıdır aşk; kavuşmak değil, yokluğun sancısıdır varoluşun özü.

Ama sevgili… kimdir o? Adı var mı? Yüzü belli mi? Yoksa hepimizin zihninde bir boşluk olarak mı durur? Biz ona kavuşmak için değil, onun eksikliğini taşımak için mi yaratıldık? Belki de kalp dediğimiz şey, onun yokluğunun yankısını duymaya yarayan bir çukurdan ibarettir. Her çarpışı, yokluğun suretidir.

İnsan, bir boşlukla başlar hayata. Kordon kesilir, ağlar. Anne kucağından düşer, yalnızlığı öğrenir. Sevgiye dair ilk eksikliği orada duyarız. Sonra tüm hayatı, bu ilk ayrılığın bir telafisi gibi yaşarız. Aradığımız sevgili, belki hiç doğmadı; belki de bizden çok önce gömüldü toprağa. Ama hâlâ adını bilmeden bekliyoruz onu. Kalbin dili yok, ama yas tutar.

Felsefenin susup tasavvufun başladığı yerdedir bu arayış. Sevgili, ne dişidir ne erkek. Ne bedenlidir, ne hayal. O, bütün eksikliklerin vücut bulduğu bir mana. Ve ona kavuşmak, varoluşun içindeki çatlağın kaynağını görmek gibidir. Kimi, o çatlağa isim verir: "Allah." Kimi, “Kader.” Kimi sadece “O.” der. Ama hepsi, aynı yangının külüdür.

Kavuşmak zannettiğimiz şey, çoğu zaman başka bir insanın gözlerinde kendimizi onaylatmaktır. Ama gerçek kavuşma, sana seni gösteren aynayla yüzleşmektir. O yüzden en ağır aşk, insanın kendine duyduğu aşktır. Çünkü en ulaşılmaz sevgili, kendini tanıyamayan aklın içindedir. Ve kendine kavuşamayan, başkasına da varamaz.

Sevgi, alışveriş değildir. Karşılık beklemez. Gerçek sevgide "ben" silinir, "sen" yüceltilmez, sadece "olmak" kalır. Ama bugünün kalbi buna hazır değil. O yüzden her aşk, ticari bir kontrat gibi yürür: İlgi ver, bağlılık al. Cinsellik ver, aidiyet al. Ama sevgiliye kavuşmak böyle hesaplarla olmaz. O, teraziyle değil kefenle ölçülür.

Psikolojik olarak baktığında, çoğu aşk bir travmanın uzantısıdır. Kaybedilenin, eksik büyütülenin telafisidir. Sevgiliye kavuşmak bazen annene kavuşmaktır, bazen çocukken sahip olamadığın şefkate. O yüzden bazı aşklar, mantıksızdır; çünkü mantıkla yaşanmazlar. Ruhu sızlatan şey, mantığa sığmaz.

Ve aşk, hep yanlış zamanda gelir. Hazır değilsindir. Açık değilsindir. Kırılmışsındır. Ama işte tam da o hâlde gelir. Çünkü aşk, bir şeyleri inşa etmeye değil, yıkmaya gelir. Kalbinin üzerine ördüğün duvarları çatlatmak için. Seni "sen" sanandan kurtarmak için. Ve bu yıkımın ortasında hâlâ ayaktaysan, işte o zaman kavuşma başlar.

Ama işin sırrı şuradadır: Sevgiliye kavuşmakla bitmez hikâye. Asıl hikâye, o kavuşmadan sonra başlar. Kalp, vuslata alışamaz. Çünkü özlemle büyüyen bir şeydir o. Vuslat, kalbi iyileştirir ama aşka noktayı koyar. O yüzden gerçek âşıklar, kavuşsalar bile hasreti sürdürürler. Çünkü aşk, ayrılıkla canlı kalır.

Belki de kalbin tek şifası, hiçbir zaman tam kavuşmamaktır. Sevgili, gelirse eksiklik biter, ama onunla gelen sükûnet de aşkı öldürür. Bu yüzden bazı sevgiler hayatta kalmak için mesafeye ihtiyaç duyar. Çünkü bazı kavuşmalar, sadece dua kadar yaklaşır. Ve bazı sevgililer, sadece içimize sığar. Oradan hiçbir yere gitmezler.

İletişim adresi:

İnstagram adresi: Nuri Sencer

Vuslat ve Özlem Arasında was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.