UYKU

Kısa öykü

Öğle vakitleriydi. Tüm sokak uykudaydı. Dışardan gelen cızırtılı seslerle uyandı. Uzun yıllardır uygulanan “ninni dinletisi” ile huzurlu toplum yapısına ulaşmak amaçlanıyordu. Cızırtılar megafondan geliyordu. İsteksizce kalktı yerinden. Sandalyenin üzerine atılmış kıyafetlerini giyindi. Eski zigon sehpanın yanına düşmüş sigara paketini aldı. Bir sigara yaktı. Evden ayrıldı. Çürümeye başlamış ahşap evlerin olduğu dar sokakların arasından insan yığınıyla dolu büyük meydana çıktı. İnsanlar aceleyle, birbirlerine çarparak koşuşturuyorlardı. Bir an nefes alamadı. Kalabalık içinde sıkıştı. Aşağıya doğru gitse, yukarı doğru çıksa sanki herkes ona karşı hızla yaklaşıyor, koluna çarpıp geçiyordu.
Yokuş aşağı yürümeye başladı. Bir parça mavilik görse, bir parça temiz nefes çekebilse.. Evlerin çarpık boşlukları arasından yeşil deniz göründü. Aşağı doğru indikçe kara yollar, kara yığınlar yeşil denizi de kapattı. Vicdan Sokağı’na girdi. Her türlü esnafın olduğu bu karmaşık sokakta insanlar hızlı adımlarla yürüyordu. Meyhanelerin önüne atılmış demir masalar ve sandalyelerde etrafına kayıtsız adamlar oturuyordu. Gri bir kedi balıkçı lokantasının masaları altından müşterilere sırnaşıyordu.
Bir hoparlörden metalik bir kadın sesi akıyordu:
“Lütfen sakin olunuz. Toplumsal huzur için bulunduğunuz yerde kalınız.”
Ses, masaların altına doldu, boş şarap şişelerine çarpıp yankılandı. Kimse başını kaldırmadı. Köşede biri tespihini çekiyordu. Dudakları sessizce kıpırdıyordu ama ne dediği anlaşılmıyordu. Tespihin boncukları masanın metal kenarına vurdukça kuru bir ses çıkarıyordu. Adam başını kaldırmadan çekmeye devam ediyordu.

Küçük kahvehâneye doğru yaklaştı. Kahvehânenin sahibi Ahmet ağabey onu görünce gülümseyerek bakkal dükkânından dışarı çıktı. Kaldırımdan adım atarken silah sesi duyuldu. İnsanlar bir an duraksadı. Yüzler vitrinlerdeki taş bebekler gibi donuklaştı. Sadece bir andı. Dükkân camlarına çarpıp iş hanlarının içine dolan, yüksek binaları aşıp gökyüzünde kaybolan uğultular başladı. Ardından ayakkabı takırtıları duyuldu. Vicdan Sokağı için alışılmış bir durumdu. Silah sesleri duyulur, insanlar ölürdü.
Yerinden kıpırdayamadı. İçi uyuştu. Zihnini korku kapladı. “Korktuğun her şey üzerine gelir korkma.” dedi kendine. Yavaş yavaş kahvehânenin önüne yürüdü. Ahmet ağabey yere yığılmış yatıyordu. Korkmamak olacakları da değiştirmiyordu. Ahmet ağabeyin beyaz gömleğinin sol göğsü koca bir gül açmışçasına kıpkızıl olmuştu. Gözleri baygın bakıyordu. İnsanlar yanlarından geçiyordu. Birden bir yığın çevrelerini sardı. Çemberin bilirkişisi açılın da nefes alsın dedi. Elinde poşetlerle bir kadın çemberi açtı. “Ne olmuş ne olmuş?” dedi. Genç bir çocuk, “Vuruldu!” diye atladı. Esnaftan biri “Borcunu ödeyememiştir kesin.” dedi. Kadın “Mafya işidir bu.” diye karşılık verdi. Sokağın başındaki kuyumcu elinde oynadığı altın zincirle tezgâhtara işaret edip “Mesele ne?” diye seslendi. Tezgâhtar kafasını çevirip “Tefeciden borç almış, ödeyemeyince mafya işe karışmış vurmuşlar adamı patron.” dedi. Büyük meyhanenin sahibi “Siyasi meseledir bu, siyasi. Şevki senin parmağın mı var bu işte? Üç gün evvel birbirinize girdiydiniz Ahmet’le. Hem partimizi hem kazancımızı çekemiyorsun koçum. Olmaz bu işler böyle” diye bağırdı elindeki kararmış pamuklu bez parçasını omzuna atarken. Karşı meyhanenin sahibi Şevki adama çıkıştı. Çember ikiye ayrıldı. Siyasi görüşlerin tartışması başladı. İki grup yaralının başından uzaklaştı. Sopalı iki adam çıktı büyük meyhaneden. O sırada kanaldan bir ekip sokakta haber ararken Ahmet ağabeyi buldu. Kaldırım kenarına düşmüş eskimiş ayakkabılarının tekini, çatlamış ellerini, solgun yüzünü ve ahşabı kararmış kahvehanenin tabelasını, dış kısmını çekip gittiler. Biraz da sopalı adamlarla ilgilendiler. Saat başı haberlerine yetiştirmeleri gerekiyordu. Ahmet ağabey yerde yatıyordu.
Şaşkındı. Ahmet ağabeyin buz kesmiş ellerini tutuyordu. Yaralının başını dizlerine yatırmıştı. Güneş cadde üzerine yansımış, kan birikintisini parlatıyordu. Kendini toparladı. Ahmet ağabeyi kucaklamayı denedi. Yaralının bedeni daha da ağırlaşmıştı. Bağırdı. Sesi çıkmadı. Bir kez daha bağırmaya çalıştı. Sesini duyuramadı. Yüzlerce surat yanlarından akıp gidiyordu. Gözlerini kapattı.
Başı cama dayalıydı. Akşam güneşi yüzüne vuruyordu. Gözlerini araladı. Ceketinin kan bulaşan kısmıyla biraz oynadı. Sigara yakmak için camdan sarktı. Anons veriliyordu:
“Sayın yolcularımız! Güneye gidecek olan Umut Ekspresi son seferine hazırdır.”

UYKU was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.