Ebru ÇELİK
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1995 yılında 15 Ekim’i “Dünya Çiftçi Kadınlar Günü” ilan etti. Türkiye’de 1997’den bu yana kutlanan bugün, her yıl olduğu gibi kırsalda emek veren milyonlarca kadının görünmeyen emeğini hatırlattı.
Aradan geçen onca yıla rağmen tarımda çalışan kadınların sömürü koşulları hafiflemedi; aksine derinleşti. Kadınlar, sosyal güvenceden yoksun, kayıt dışı ve düşük ücretli çalıştırılırken tarlada sabah gün doğmadan başlayan mesaileri, evde bitmeyen ev işleriyle birleşiyor. Sosyal hayat, tatil, dinlenmek ise bu kadınlar için hâlâ bir lüks.
BİZE TATİL YOK
Manisa’nın Alaşehir ilçesinde yaşayan 46 yaşındaki Şemsi Baykal, çocukluğundan bu yana tarım işçisi. Üzüm üreticiliği yapan Baykal, hem emeğin hem de yükün ağırlığını şöyle anlatıyor: “Üzüm, bitkiler arasında en şımarık olanı. Sürekli ilgi isteyen, hassas bir bitki. Hava koşullarına, ilaçlamaya, toprağa çok dikkat etmen gerekiyor. Maliyeti de yüksek. Hem bütçeyi hem bedeni zorluyor. O gün hangi işlem gerekiyorsa, o işi bitirmek zorundasın. Ertelemek mümkün değil; ertesi gün başka bir iş çıkıyor.”
Baykal, haftanın her günü izinsiz çalıştığını belirterek “Yaz sezonunda sabah beşte kalkarım. Öğlene kadar tarladayız, kavurucu sıcağın altında iş bitmeden dönmek yok. Eve geldiğinde kadınsın; ev işi, çocuk, yemek, her şey seni bekliyor. Akşam çay ocağına giderim, gece on bire kadar ayakta olurum. Üzüm serme zamanı daha da yoğun; bazen gece bire kadar sürüyor. Yine de ‘bugün çalışmayayım’ deme şansın yok” diye konuşuyor.
Hamileliğinde bile çalıştığını anlatan Baykal, şöyle devam ediyor: “Oğluma hamileyken bile dokuz aylıkken sergideydim. Üzüm işi ayakta yapılmaz, çömelerek çalışırsın. Ama elin ayağın tutuyorsa mecbursun. Bu kadar emek veriyoruz ama günü kurtarmaktan öteye geçemiyoruz. Ne sigortamız var, ne emekliliğimiz. Kadın çiftçi kahramandır. Hem evin erkeği hem kadını, patronu da çalışanı da odur. Herkesin işi zordur ama çiftçi kadın olmak iki kat daha zor.”
EVDE KADIN, BAĞDA IRGATIZ
Manisa Sarıgöl’ün Özpınar Köyü’nde yaşayan 52 yaşındaki Gülümser Kılıç da çocukluğundan beri bağlarda çalışıyor. Üç çocuk annesi Kılıç, üretim yükünün ve hayat pahalılığının altında ezildiklerini anlatıyor: “Hem bağcılık yapıyorum hem de işe gidiyorum. Günümüz yoğun geçiyor ama ne kadar çalışsak da kazancımız yetmiyor. Masraflar çok ağır; ilaç, gübre, su derken üretici ayakta kalmakta zorlanıyor. Aslında çiftçilik kadar güzel meslek yok. Özgür bir iş ama çok ağır.
Çocuklarımız bağların arasında büyüyor. Şehirde yaşayan kadınlar kadar çocuklarımızla da ilgilenemiyoruz. Biz hem ev kadınıyız hem çiftçiyiz ama bir sigortamız yok. Evde ev kadınısın, bağda ırgatsın.”
Kılıç, günün nasıl geçtiğini şöyle özetliyor: “Sabah 4.30’da kalkarız. Traktörle bağa gider, kahvaltımızı orada yaparız. Paramız varsa işçi tutarız, yoksa her işi kendimiz yaparız. Öğlen eve gelip yemek, temizlik, sonra tekrar bağa. Akşam hayvanlara bakar, ev işini yaparız. Günler hep böyle geçiyor; bağ, bahçe, ev…”
Kadınlar tüm haklarına sahip çıkması gerektiğinin altını çizen Kılıç, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Kadınlara söyleyeceğim tek şey var: Cumhuriyete sahip çıkalım. Mustafa Kemal Atatürk bize özgürlüğü ve seçme hakkını verdi. Bu büyük bir armağan. Biz asil, güçlü kadınlarız; bu kimliği kaybetmeyelim.”
TARLADA BİR ÖĞRETMEN
Urfa’dan Ankara’ya soğan toplamak için gelen 27 yaşındaki İpek Kurt ise aslında atması yapılmayan bir öğretmen. Kurt, 2020’de mezun olduğu Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden sonra bir süre ücretli öğretmenlik yaptığını anlattı. Kurt, tarlada çalışmayı, ” 4 yıldır ücretli öğretmenlik yapıyordum. Maddi imkânsızlıklardan dolayı bu işe geri döndüm. Atama bekliyorum aslında. Çok zor bir iş. Vücut kadar akıl da yoruluyor, hele atama beklerken daha zor. Üniversite zamanı birkaç yıl hiç tarlaya gitmemiştim ama ondan önce de bizim hayatımız hep tarla işinde çalışmakla geçti. Şimdi atama bekleyip tarlaya gelmek zor. Emeğine acıyor insan. Çalışıyorsan iyi bir gün yok ki, tarla işi hiç kolay değil. Sigorta yok, ücretli öğretmenlikte de yoktu zaten orada da kendimiz ödüyorduk” diye konuştu.
Tarlada kadın olmanın, erkek olmaktan daha zor olduğunu söyleyen Kurt, “Daha önce fındık işine de gidiyorduk. Mevsim müsaitse biz her yere giderdik. Şimdi kız kardeşlerim üniversite okuyor o yüzden okul sezonundaki işlere gitmiyoruz. Kadın yevmiyesi daha düşük ama her yerde öyle. Burada da yevmiye Urfa’yla aynı aslında ama Urfa’da o kadar iş yok. O yüzden her sene toplanıp geliyoruz. Çadır hayatı ev hayatından kat kat zor. Çadırların da işi aynı ev işleri gibi kadınların üstüne kalıyor. Burada imkân kısıtlı, su yok, çamaşırı elimizde yıkıyoruz mesela. Herkesin işini biz görüyoruz, buradaki erkekler için de yapıyoruz. O kadar okudum, zoruma gidiyor aslında. Fiziksel olarak da çok zor. Güneş yakıyor, her türlü zorluk var… Bazı günler sabah kalkıp çalışasımızın gelmiyor ama mecburuz. Kazandığımız da yetmiyor. Buradan kazandığımızla yaşıyoruz yıl boyu. Çalıştığınla, çabanla kalıyorsun, boş işte, bir yere çıkmıyor” diye konuştu.
∗∗∗
KADIN EMEĞI GÖRÜNMÜYOR
Türkiye’de kırsal üretim, büyük ölçüde kadın emeğiyle sürüyor. Ancak bu emeğin ne sigortası, ne teminatı, ne de değeri var. Kadınlar üretmeye devam ediyor; ama güvencesiz, düşük ücretli ve görünmez biçimde. Her yıl 15 Ekim’de kutlanan “Dünya Çiftçi Kadınlar Günü”, bu kadınların varlığını kutlamaktan çok, yaşadıkları sömürüyü hatırlatıyor. Tarımda 1 milyon 903 bin kadın çalışıyor. Ancak yalnızca 144 bini kayıtlı, 1 milyon 759 bini kayıt dışı. Yani kadın tarım işçilerinin %92’si sigortasız. Bu oran 2024’te de %84,5’ti. Kadınların tarım içi istihdamında kayıt dışılık oranı %96,5 olarak hesaplanıyor. Son 10 yılda tarım sektöründe 614 bin kadın işini kaybetti; 2014’te 2 milyon 533 bin kadın çalışan varken, bu sayı 2025’te 1 milyon 919 bine geriledi.