Umudu sokakta arayacağız!

Emrah KOLUKISA

İlk filmi “Toz”da (2016) Afganistan’daki savaş bölgesine giden bir kadının hikayesini anlatan yönetmen ve senarist Gözde Kural bir kez daha Afganistan’da geçen (ama Türkiye’de çekilen) ikinci uzun metrajlı filmi “Cinema Jazireh” ile 32. Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj kategorisinde yarışıyor.

Her iki filminde de Afganistan odaklı hikayeler anlatan Kural’a ilk sorumuz Afganistan’a duyduğu bu ilginin kökenleri ve bunun sinemayla nasıl harmanlandığı oluyor.
 
Gözde Kural: Şöyle anlatayım… Ben tek çocuk olarak büyüdüm ve çok erken yaşlardan itibaren de hep bir şeyler anlatıp hikayeler kurardım. Bunu da ilk dedem fark etti benim. İki dedem de bana çok hikayeler anlatırlardı, biri hele korku hikayeleri anlatırdı hep… Ben de o hikayeleri kendimce yazmaya başladım, çok erken yaşlardan itibaren. Mesela Bremen Mızıkacıları’nı ben kendimce başka bir şehre getirip anlatıyordum… Dedem bunu fark etti ve yazıyı söktüğüm zaman bana bir defter ve kalem aldı -hala durur onda- ve bende okulda tarih hocamızın anlattığı osmanlı hikayelerini kendimce yazmaya başladım. Sonra annemin fotoğraf makinasıyla tanıştım, Zenith marka. Annem de arkeoloji mezunu onunla birlikte dolaşmaya başladık, antik kentlere gittik, fotoğraflar çektik… Sonra 12 yaşındayken İkiz Kuleler saldırısı oldu ve ben o zaman televizyondan izledim tüm o olayı. Hep Afganistan lagfı geçiyor, Bin Ladin falan… Kafamda yankılanıp durdu hep bunlar. O günden sonra da başka bir şeye dönüştü dünya ve bir şeyler okumaya başladım orayla ilgili. Sonra tarihini okumaya başladım, Sovyetler vesaire derken kendimi orada buldum. Meraktan oluyor aslında her şey ve ben hep dua ediyorum, bu merak duygusunu kaybetmeyeyim diye. Oraya gidip gördüğüm şeyler bana dünyanın sonunu gördüğüm duygusunu Verdi, yani bittik artık, hiçbir şey yok tutunacak. Ve çok çabuk gözden düşen bir yer orası, hemen sırt çevrilen bir yer.

Peki orada bulunduğunuz zaman diliminde güvende hissettiniz mi kendinizi ve Afganistan’daki hayatı ne kadar yakından deneyimlediniz?
 
G.K.: İlk önce bir elçilik çalışanıyla tanıştım ve ona Afganistan’a gitme isteğimden bahsettim. O da beni birileriyle tanıştırmaya başladı ve bir zincir oluştu. Tabii ki Türkiye ile kıyaslamak imkansız, orada sosyalleşme alanları daha kısıtlı ve katı. Yabancılar hep yabancılarla bir arada oluyor mesela. Yabancılarla temas edebilecek Afganlar zaten üst düzey bürokratlar ve zenginler, her şey yine sınıfsal yani. Bir seyahatimde dedim ki ‘Ben bunlardan bir şey elde edemem, bunlar zaten kaymak tabaka’. Normalde her yere yanınızda bir güvenlikle gitmeniz lazım, hiçbir şey olamasa bile kaçırılma riski var. Bir gün oradan bir arkadaşımızla beraber tek başımıza yola çıktık ve halkın içine karışmaya başladık. Ben ne kadar güvendeydim sorusunu çok sormamayay çalıştım, olabildiğim kadar diyeyim, tabii ki tatsız şeyler de yaşadık.
 
Filmdeki hikayeden hareketle soracak olursam, çocukların annelerinden koparılması meselesi çok yaygın mı orada?
 
G.K.: Fakirlik var. Çok büyük bir şey bu orada. Şeriat vs falandan öte çok büyük bir fukaralık var ve elde edebileceğiniz en kolay şey bir çocuk. Bir de şu var, dünyada doğal yoldan en çok çocuk ölümünün olduğu yer Afganistan, çocuklar doğuyor ama büyüyemiyor. Çocuk felci, çiçek gibi hastalıklar oralarada hala var. ABD, Avrupa ülkeleri falan oradayken bir nebze aşı yaptırılıyordu ama şimdi o da bitti, Taliban hepsini gönderdi. Dünya da Afganistan’I çok hızlı şekilde kaderine terk etti ve bu çok utanç verici. Filistin’de de aynısı olacak, göreceksiniz, bir gün tüm bu saldırılar bittiğinde de orayı kaderine terk edip unutacaklar. Herkes için her şeyi yapalım demiyorum, mükün değil ama bu kadar ağır yüklerle nasıl yaşayacağız?
 
Dünyanın sonundan buraya baktığınızda nasıl bir manzara görüyorsunuz? Toplumsal muhalefet anlamında da soruyorum bunu?
 
G.K.: Bir kere Afganistan’da toplumsal bir muhalefet yok. Yerleşik bir parti sistemi ya da içlerine sindirdikleri bir demokrasi yok. Krallık, sonrasında kısa bir komünist rejim ve akabinde de İslami rejim, şeriat geliyor Olmamış bir devlet (failed state) orası, dolayısıyla bizim kodlarımızla onlarınki arasında korkunç bir uçurum var. Ben buradaki durumun geri döndürülemez olduğunu düşünmüyorum, Türkiye’de beş toparlanır her şey, buna inanıyorum. Hala özgür yaşamı savunanlar çoğunlukta bizde ve o yüzden de dimdik ayakta durabiliyoruz. Afganistan’da, İran’da o kesim çoktan terk etmişti ülkeyi, ve rejim her yere çok çabuk sirayet etti. Biz ise buradayız, bir yere gitmiyoruz, gidene kızamayız ama biz buradayız ve o umudu o sokakta arayacağız, çünkü başta yurdumuz yok.
 
Cinema Jazireh aslında rejimin günah saydığı birçok şeyin yaşandığı, çocukların istismar edildiği bir yer. Buna rejim göz mü yumuyor sizce?
 
G.K.: Bence öyle. Bir şey bu kadar ayan beyan yapılıyorsa, tamamen yasak olmasına rağmen, benim aklıma şu gelir: Sistemle dirsek bağı var galiba. Nereden alıyor bu kuvveti? Rejimin kendisinden.
 
Bizdeki tarikat yapılanması gibi mi biraz?
 
G.K.: Şöyle bir cevap vereyim, evet Cinema Jazireh her yerde, ismi değişiyor sadece. İçine kapanan her şey yozlaşır. Bir yerde müeddiyeleri, yaptırımları azaltırsan toplumun alt benliği ortaya çıkar yani ahlak çöker. Şu anda bizdeki en büyük sorun, ahlak vebası var ülkede. Ve bu bir günde olmadı. Cezasızlık olduğu sürece  bu devam eder. Yapıyorlar, çünkü yapabiliyorlar gibi bir durum var. Cinema Jazireh tüm dünyada var aslında.
 
Filmdeki hikaye duygusal manipülasyona çok müsait. Siz yönetmen olarak sınırı nerede çiziyorsunuz?
 
G.K.: Çok bıçak sırtı bir şeydi ama ben biraz yakınlık istedim, sosyal mesafenin kırılmasını istedim. Ama aynı anda bunu dikte etmek de istemedim. Yani bir gel nefesimi duy, sonra gidersin. Ama bir gel önce, çünkü nefesimi duymadan anlamayacaksın. Çok dikkat ettim buna ama tabii boğucu anları da var. Yine de şiddeti doğrudan göstermemeye çalıştım, zaten şiddetin kendisini görmek değil de şiddetin fikrini düşünmek rahatsız edici daha çok. Ya olursa? Sizin hayal ettiğiniz bir şey aslında o.
 
Kadınlar, çocuklar, LGBTİ bireyler hep tehdit altında. Filminiz aslında umutlu bir notayla bitiyor ama sizce orada gerçekten buna dair bir umut var mı?
 
G.K.: Buradan baktığınızda hiç çıkış yolu yok gibi görünüyor. Ama oranın içinde yaşadığınızda insanlar bir şekilde hayatta kalmanın bir yolunu buluyor. Yaşıyorum diyor oradaki, buradayım, bir gün daha attı, bir gün daha… Dolayısıyla kendi yaşam pratiklerimiz üzerinden değerlendirmemeliyiz bunları. Romantik bir cümle vardır ya “Bir umuttur yaşamak bazen” diye, onun gibi. Bize dehşet verici gelen şeyler onlara normal hayat olarak geliyor. O yüzden, umut ne? Almanya’da yaşayan biri için başka bir şeye tekabül ediyor umut ama Filistin’de yaşayan biri için umut bir lokma ekmek bulabilmek.  
 
Filminizin Kültür Bakalığı desteğinin geri çekilmesi nasıl oldu?
 
G.K.: Ben bakanlık desteğini pandeminin başında aldım ve 2023’ün sonunda çekebildim ancak. Üç yıl geçmiş aradan. Üç yıl bir insan hayatı için çok uzun, hele ki benim yaşlarımda biri için. Yani iskelet aynıydı ama tabii ki yeni sahneler, yeni karakterler ekledim, bazılarını çıkardım vesaire. Bu sırada Türkiye de değişti. Dolayısıyla artık aynı gemide değildik, aynı masada oturmuyorduk. Bize bazı değişikikleri Kabul etmediklerini söylediler, biz de bu değişikliklerde israr ettik, size uymuyorsa yolları ayırmak daha sağlıklı dedik ve bu şekilde oldu. Neleri değiştirmek istediklerini de tahmin edersiniz, izleyenler de edecektir ama bizim için yanlış olacaktı.

“Cinema Jazireh” neyi anlatıyor?Taliban saldırısından sağ kurtulan Leyla, ailesini kaybetmiştir. Elinde kalan tek şey, kayıp oğlu Omid’i (Ümit) bulma umududur. Kocasının kıyafetlerine bürünüp onun taze kesilmiş sakalını kendi tenine bastırarak, Leyla artık bu acımasız dünyada hareket etmesine izin verilen birine dönüşür. Ödünç alınmış bir erkekliğe bürünerek, acımasız bir toprakta tehlikelerle dolu bir yolculuğa çıkar; omuzlarında taşıdığı cılız bir umudun peşindedir. Yol boyunca, bu yolculuğun en karanlık anlarından birinde, sessiz varlığıyla onun hem dayanma gücünü hem de kalbini sınayan bir çocukla karşılaşır, kadın kılığına sokulmuş küçük erkek çocukların hizmet ettiği bir yerde. Giderek yaklaşan tehlike ve tükenen zamanla birlikte, Leyla zorlu bir kararla yüzleşmek zorundadır: Omid’i bulma uğruna bu tehlikeli yolculuğa devam mı edecek, yoksa masumları korumak için beklenmedik bir çağrıya mı kulak verecek?