Türkçeye yabancı söylemler

Günümüzün moda söylemleri arasında en çok, yardımcı eylemlerle kurulan yanlış tümcelere yönelişin arttığını gözlüyoruz. “Yapmak” eylemini olmadık biçimde kullanma eğilimi salgın hastalık gibi yayılırken şimdi buna başka örneklerin de eklendiği görülüyor.

Türkçedeki başlıca yardımcı eylemler “etmek”, eylemek”, “olmak”, kılmak” ve  “yapmak”tır. Bu eylemleri kullanırken keyfi davranıp dilbilgisi kurallarını altüst edemeyiz.

Okurumuz Ruhi Biçer, konumuzla ilgili olarak, “Bazı televizyon haberlerinde ‘ifşaladı’ diye bir kelime duymaya başladık. Böyle bir fiilimiz var mıdır? Eğer yoksa kitle iletişim araçlarında kullanılması doğru mudur?” diye soruyor.

“İfşa”, Arapça kökenli ve ad soylu bir sözcük. Gizli bir bilgiyi açığa çıkarıp yayma anlamına geliyor. Bu sözcük ancak “etmek” ya da “olmak” yardımcı eylemiyle bileşik eylem oluşturabilir. “İfşa”nın eylem kalıbı “ifşa etti” ya da “ifşa oldu” biçimindedir. “İfşalamak” biçiminde bir kullanım, ancak Türkçeye yabancı insanların söylemi olabilir.

* * *

EŞANLAMLI SÖZCÜK TUTKUSU

Kimi yazar arkadaşlar eşanlamlı sözcükleri bir arada kullanmayı pek seviyor. Oysa bir tümcede aynı anlamlı iki sözcüğü yan yana yazmak, sözümüze güç katmaz, olsa olsa tümcede gereksiz bir yük oluşturur. Daha önce de üzerinde çok durduğumuz bu konuyu birkaç yeni örnekle güncellemek istiyorum.

Bizim gazetenin 15 Kasım 2025 günlü manşetinde Havva Gümüşkaya’nın “Temel çökmek üzere” başlıklı ekonomi haberi vardı. Son derece düzgün yazılmış haberin spotunda ise şu ifade yer almıştı:

 “Kriz buhrana evrildi, sanayide çarklar durdu, büyük işsizlik furyası başladı.”

Kriz buhrana evrilmez. Çünkü ikisi aynı şeydir! Sözlüğü açıp bakarsanız, Arapça “buhran”la Fransızca “kriz”in eşanlamlı sözcükler olduğunu görürsünüz. Bizim ekonomistler son dönemde böyle anlamsız bir kavram ürettiler; “kriz derinleşiyor” diyecekleri yerde “kriz buhrana dönüştü” demeyi moda haline getirdiler. Haddimi aşmamak için, Türkçe duyarlığını bildiğim değerli bir ekonomi hocasına danıştım. O da “krizin buhrana evrilmesi”nin doğru bir ifade olmadığını söyledi.

Hemen belirteyim ki eleştirdiğim bu ifade, Havva Gümüşkaya arkadaşımızın haber metninde yoktu. Başlığının yazı işlerinde editoryal bir tercih olarak kullanıldığını sanıyorum.

Gelelim son aylarda gözüme ilişen başka örneklere. Bu alıntılarda eşanlamı sözcükler koyu siyah harflerle gösterilmiştir:

-“Film, tutku, yalnızlık, kaygı, kayıplar, gerçeklik, rekabet, kız kardeşlik, dayanışma, coşku, heyecan, paylaşma, sevgi, insana ait tüm duyguları içerir.” (Aslı Selçuk, “Özpetek’in Son Filmi Elmaslar”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2025)

-“Somut delil yok, kanıt yok, gözaltı yok ama sansasyon bol, lekeleme serbest!” (Zeynep Oral, “Jandarmalı-Jandarmasız Günler”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2025)

-“Bireyin, rasyonel, ussal, akıllıca davranması, karar alabilmesi için yeterli, doğru bilgileri alması gerekir.” (Öztin Akgüç, “Birileri Bizi Kandırıyor”, Cumhuriyet, 5 Kasım 2025)

* * *

HAFTANIN NOTU

    Yeter ki kararmasın…

Fatih Altaylı ile tanışmıyoruz. Dünya görüşümüzün uyuştuğunu da söyleyemem. Kendisi uzun yıllar anaakım medyada üst düzey yöneticilik yaptı. Bir zamanlar Türk basınının “amiral gemisi” sayılan Hürriyet gazetesinin etkili yazarı, Sabah gazetesinin yayın yönetmeniydi. Daha sonra Habertürk gazetesinin ve televizyonunun kuruluşunda yer aldı. Bunlar, arkasında büyük sermaye gruplarının olduğu yayın organlarıydı. Fatih Altaylı buralarda görece dengeli bir yayın çizgisi izlemeye çalıştı. Ama basın özgürlüğüne ve editoryal bağımsızlığa kabaca müdahale edildiği her durumda “Hadi bana eyvallah!” demesini bildi. Çünkü dilini tutamayan, ruhunda muhaliflik olan, kendine özgü bir insandı. Onun kendi doğruları vardı ve tepki çekeceğini bile bile onları her koşulda cesaretle dillendirmekten geri durmuyordu. O yüzden, yazıları ve yorumları zaman zaman bize ters gelse de klasik anlamda “yandaş gazeteci” olmadı. Bugün hukuksuz biçimde cezaevinde tutulmasının nedeni de budur.

Fatih Altaylı’nın sermaye medyasında yaşadığı onca deneyimden sonra bağımsız gazeteciliği seçerek bir YouTube kanalında özgürce yayın yapmaya başlaması, onun mesleğe duyduğu saygının sonucudur. İstese bugün Ahmet Hakan ya da Abdulkadir Selvi’nin yerinde olabilirdi. Ama o, tarihin doğru yerinde durmayı seçti.

Timur Soykan ve Murat Ağırel arkadaşlarımız bir süre önce uydurma bir suçlamayla gözaltına alınmışlardı. Salıverildikleri gün, Fatih Altaylı onları kanalına davet etti. Bu genç ve yürekli meslektaşlarının anlattıklarından öylesine duygulanmıştı ki kendilerini dinlerken gözlerinin nemlenmesine engel olamamıştı.

Saray’ın “tehdit” olarak algıladığı bir sözünden dolayı Fatih Altaylı’ya dört yıl iki ay hapis cezası verildi. Ceza yetmemiş gibi bir de “içeride kalsın da burnu sürtsün” diyerek tutukluluğunun devamına karar vermişler!

Yatılır elbette, yatılmaz değil. “Kararmasın yeter ki / Sol memenin altındaki cevahir”