Train Dreams: Doğanın Kalbinde Bir Adamın Sessiz Çığlığı

Kaynak (X)

Denis Johnson’ın aynı adlı romanından uyarlanan Train Dreams, son dönemde Netflix’te karşılaşabileceğiniz en sakin ama en derinden işleyen filmlerden biri. Film, romanın dış anlatıcı yapısını koruyarak kahramanı Robert Grainier’ın yaşamına çocukluğundan yaşlılığına uzanan bir çizgide odaklanıyor. Yönetmenin yalın anlatımı, dönem atmosferini özenle kuran sinematografiyle birleşince ortaya hem bireysel hem de toplumsal bir dönüşümün hikâyesi çıkıyor. Filmde başrolde yer alan oyuncular, karakterlerin içe dönük dünyalarını fazla sözle değil, bakışlarla ve sessizliklerle taşırken; hikâye 20. yüzyıl başı Amerika’sında kırsal yaşamın sertliği, demiryolu inşaatlarının yarattığı sosyo-ekonomik dönüşüm ve insanın doğayla kurduğu karmaşık ilişki ekseninde ilerliyor. Kısaca, Train Dreams bir adamın hayatta kalma mücadelesi, sevgiye tutunma çabası ve yıllar boyunca içinde taşıdığı görünmez bir yük üzerine kurulmuş derin bir yaşam öyküsü.

Kaynak (X)

Film, daha ilk sahnelerden itibaren Robert’ın çocuk yaşta bir kasabaya gelişiyle başlattığı yolculuğun hiç de kolay olmayacağını hissettiriyor. Anne ve babasız büyümek, tutunacak bir dal arayan çocuk için hem acı hem de sessizce kabullenilen bir hayat başlangıcıdır. Bu nedenle Robert’ın kasabadaki ilk yılları, bir tür kök arayışı gibidir. Kendini doğanın içinde var etmeye çalışır; çünkü doğa onun hem yuvası hem de sınavıdır. Bir yandan çalışır, emek verir, ormanlarda ve demiryolu inşaatında bedenini tüketir; diğer yandan da doğaya zarar vermeden içinde yaşayabileceği bir düzen kurmaya uğraşır. Film, doğaya karşı mücadele ile doğayla uyum arasında gidip gelen bu ince çizgiyi çok güzel kurar. Robert’ın ağaçlarla olan ilişkisi tam da bu ikilemin simgesidir: Ağaçlar hem geçimini sağlar hem de onun ruh hâlini yansıtır. Onları keserken sadece odun değil, sanki içindeki bazı bağları da koparır; ağaçların ruhu, film boyunca onun vicdanıyla birlikte dolaşır.

Kaynak (X)

Robert’ın hayatının gerçek anlamda değiştiği eşik ise sevdiği kadınla karşılaştığında belirir. Onunla bir yuva kurması, çocuklarının doğumu, doğa içinde kendi elleriyle inşa ettiği sıcak bir ev… Tüm bunlar Robert’ın hayata tutunuşunun en insani, en umut verici anlarıdır. Ancak film burada bile insanın kaderiyle sınavını unutturmaz. Robert’ın neredeyse her anı çalışmak, çabalamak, var olmaya devam etmek üzerine kuruludur. Demiryolu işçiliği, kas gücüne dayalı ağır bir emek, doğanın sertliğine karşı verilen durmaksızın bir uğraş… Bu hayat ritmi, bir yandan onu olgunlaştırır; diğer yandan içsel bir yorgunluğu da her gün biraz daha ağırlaştırır.

Hikâyenin en kırılgan noktalarından biri, Robert’ın bir tren yolu inşaatında çalışırken tanık olduğu trajik olaydır. Bir Çinli işçinin, yabancı düşmanlığı sonucu öldürülmesine engel olamaması yıllarca sürecek bir suçluluk duygusunun başlangıcı olur. O anda elinden bir şey gelip gelemeyeceğini bilememesi, “onu kurtarabilir miydim?” sorusunu zihnine kazır. Film bu sahneyi bir dram unsuru olarak kullanmak yerine bir vicdan yükü olarak işler. Robert’ın geceleri uykusuna karışan o an, yaşamı boyunca sırtında taşıyacağı görünmez bir çivi gibi kalır. İzleyici, onun bu duyguyu bastıramadığını, her yaşam dönemeçte yeniden hatırladığını görür.

Ailesini kaybettikten sonra Robert’ın dünyası daha da içe kapanır. Rüyalarında karşısına çıkan Çinli işçi ile arasında bir çeşit hesaplaşma başlar. Belki bu hesaplaşma bir ilahi adalet sorgusudur, belki hayatın adil olup olmadığına dair çok eski bir insan sorusudur. Ya da belki sadece, bir insanın bir başka insan için duyduğu gecikmiş vicdan çırpınışıdır. Film, bu soruların hiçbirine kesin cevap vermez; çünkü Train Dreams kesinliklerden çok, insanın iç sesini takip eden bir hikâyedir.

Robert’ın geri kalan yaşamı doğanın kalbinde, özlem ve pişmanlıklarla, bir yandan da güçlü bir cesaretle geçer. Doğadan hiç korkmayan, onunla konuşan, ona yaslanan bir ruha dönüşür. Teknolojinin hızla hayatlara nüfuz ettiği bir dönemde o, bu dünyanın dışında kalmayı seçer. Belki bir televizyonu yalnızca bir mağaza vitrininin camından izler, belki sinema salonlarına hiç adım atmaz. Bir telefon konuşması bile yapmadan, modern dünyanın sesini kendinden uzak tutarak yaşar. Onun hayatı, sessiz bir direniştir aslında: Teknolojiye değil, yozlaşmaya; kalabalığa değil, ruhunu korumaya karşı bir direniş.

Train Dreams, işte bu yüzden sadece bir adamın sıradan yaşamı değildir. Sıradan görünen bir hayatın içinde saklı olağanüstü bir hikâyedir. Doğa, emek, pişmanlık, vicdan ve kaderin ince dokunduğu bir hikâye… Robert Grainier’ın sessizliği, belki de hayattaki en gürültülü şeydir. Bu film, izleyenin içine işleyen bir yankı bırakıyor: İnsan, doğadan ne kadar uzaklaşırsa kendinden de o kadar uzaklaşır. Robert’ın hikâyesi tam tersini kanıtlıyor; doğaya sığındıkça kendine yaklaşan, sessizleştikçe derinleşen bir adamın unutulmaz portresi olarak bellekte kalıyor.

Train Dreams: Doğanın Kalbinde Bir Adamın Sessiz Çığlığı was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.