TOPLUMSAL AÇIDAN ERKEK VE KADIN DEĞERLENDİRMESİ

Aile, bir çocuğun dünyayı tanıdığı ilk yerdir. Çocuk, burada gördüğü her davranışı ve kavramı bilinçaltına işler. Maalesef, hâlâ cahil ve kalıplaşmış düşüncelerin hüküm sürdüğü birçok ailede çocuklar doğru kavramlarla büyüyememektedir. Kız ve erkek çocuklara uygulanan farklı muamele, onların kişiliklerinin temelini oluşturur.

Bu aile ortamlarında çocuk, çoğu zaman değersiz veya bilgisiz görülür. Kadın ise, yanlış dini ve kültürel anlayışlar yüzünden zayıf ve güçsüz olarak kabul edilir. Oysa kadının da güçlü, bilgili ve üretken yanları vardır; ancak bu yönler yıllarca görmezden gelinmiştir.

Böyle bir ortamda büyüyen çocuklar iki farklı biçimde şekillenir. Kızlar, annelerinin yaşadığı zorlukları görerek güçlü olmayı, güçsüz biri olarak görülmemeyi isterler. Erkekler ise babalarını örnek alır; onların davranışlarını “doğru model” olarak görür ve kadınlara karşı aynı kalıplaşmış tavırları sürdürürler. Bu nedenle, erkeğin kendini sorgulaması ve değişim göstermesi kadına göre daha zor hale gelir.

Oysa bilgi bir güçtür; araştırmak, sorgulamak ve farkındalık sahibi olmak gerekir. Bilginin cinsiyeti ya da yaşı yoktur. On iki yaşındaki bir kız çocuğu, yirmi yaşındaki bir erkekten daha donanımlı olabilir. Ancak toplum, hâlâ bu gerçeği görmek istememektedir. Yanlış düşüncelerin zehri, her gün daha fazla insanı etkisi altına alır.

Çocukken bu zehirli düşüncelerle büyüyen erkekler, yetişkin olduklarında da aynı kalıplarla hareket eder. Çünkü onların bilinçaltında “kadın” figürü anneleridir. Annelerine yapılan muameleyi sorgulamak yerine, çoğu erkek bunu doğal kabul eder. Bu yüzden ilişkilerde kadın ve erkek beklentileri çoğu zaman çakışır.

Toplum, kadını hâlâ çoğu zaman bilgisiz, güçsüz ve aciz bir varlık olarak görür. Bu yüzden erkekler, kadını yalnızca ev içinde değerlendirme eğilimindedir. Oysa bir kadın ister çalışsın ister evde kalsın, her iki durumda da büyük bir emek verir. Kadının evde çalışması değersiz değildir; tam tersine, bu da toplum için çok kıymetli bir iştir. Ancak bu bir zorunluluk olmamalıdır. Kadın, evde ya da iş hayatında olmayı kendi isteğiyle seçebilmelidir. Sorun, kadının kendi iradesiyle değil, toplumun beklentileriyle şekillenmesidir. Kadın hangi alanda olursa olsun, kendini geliştirme hakkına sahiptir.

Modernite ve feminizmin ortaya çıkışıyla birlikte bu dengeler değişmeye başladı. Fakat bazı çevrelerde feminizm yanlış yorumlandı. Feminizm, “kadınların erkekleşmesi” anlamına gelmez. Kadınlar da güçlüdür, ancak biz yaratılış gereği farklı özelliklere sahip iki varlığız. Birinin diğerine benzemeye çalışması, kendi kimliğini kaybetmesine yol açabilir.

Gerçek feminizm, erkeklerle aynı olmayı değil, aynı haklara sahip olabilmeyi savunur. Kadınların da erkeklerle eşit fırsatlarda yer alabilmesinin önünü açar. Yani feminizm, bir kimliği silmek değil, her iki kimliğin de özgürce var olmasını sağlamaktır.

Farklılıkları kabul etmek, huzura açılan en önemli kapıdır. Kadın ve erkek iki farklı yapıya, iki farklı duygusal işleyişe sahiptir. Bu nedenle beklentiler de buna göre şekillenmelidir. Özellikle yanlış düşüncelerin hâlâ kök saldığı bu dönemde, bireyler arasında anlayış en büyük gerekliliktir.

Evlilik veya ilişki iki kişinin aynı olması değil, iki farklı kişiliğin ortak bir yaşamı paylaşmasıdır. Hayat ortak ama bireyler farklıdır. Bu farkı kabullenmek, hem gerçek sevgiyi hem de sağlıklı ilişkileri mümkün kılar.

TOPLUMSAL AÇIDAN ERKEK VE KADIN DEĞERLENDİRMESİ was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.