Süsünü Püsünü, Allığını Pudrasını Yutmuş Bir Öykü.

yazar tarafından yapay zekayla oluşturulmuştur

Öylesine.

Salih bir bavul, bir çanta ve geriye kalan tüm varlığıyla Ankara tren garının önündeki bankların birine çöktü. Bir sigara yaktı. 5 saattir sigara içmiyordu, ciğerlerindeki temiz his midesini bulandırmaya başlamıştı. Okuduğu bir kitabın ilk cümlesini hatırladı: ‘Ateşin bilincinin, ateşin hakimiyetinin ve tütünü bir kâğıda sarıp ateşe vermenin bir ilk öyküsü vardır elbette, tıpkı ilk sigaramı iki basamaklı yaşlarıma adım attığım ilk gün tutuşturuşumun bir ilk öyküsü olduğu gibi’. Salih düşündü, ilk sigarasını kaç yaşında ateşe verdiğini, bunu neden yaptığını, ciğerlerinin ilk tepkisini, bugün nerede kalacağını, yarın ne yapacağını, neden buraya gelmek zorunda kaldığını… Hafızasının suları dalgalıydı, öyle ki Salih gerçekliğinin de sularla birlikte bulandığını hissediyordu. Şimdi bir tren garının önünde oturuyor, nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilemiyor, yıllardır ezberinde olan ismi iki dudağının arasındaki tanıdıklığından uzaklaşıyordu. Sigarasından bir nefes daha çekti, rahatlıyordu. Sanki sular şimdi yeniden duruluyor, tüm berraklığıyla Salih’in gözlerinin önüne seriliyordu. Yine de nereye gideceğini hatırlayamamıştı.

yazar tarafından yapay zekayla oluşturulmuştur

Sesli düşündü: ‘Eğer nereden geldiğimi ve neden burada olduğumu hatırlarsam, nereye gideceğimi de hatırlarım’. Tekrar gözlerini kapadı; sesler, gürültü, kargaşa, yere kapaklanan teflon tencere… İrkildi. Yine de hafızasının dehlizlerinde gezinmeyi sürdürecek cesarete sahipti, evet, İstanbul’daydı. Bu bir ipucu. Mutfak eşyalarıyla dolu bir dükkandaydı, masada oturuyor, önündeki bilgisayarda yan yana oturan çiftleri kimse görmeden, gizlice öpüştürmeye çalıştığı bir oyunu oynuyordu.

O dükkana nasıl varmıştı? Öykü yavaş yavaş yolunu çiziyor, başlangıç noktası netleşiyordu. Çocukluğunu anımsadı. Babasının varlığı kendilik algısının sınırlarına hiç dahil olmamıştı, yokluğuysa kimliğine bir kimsesiz, çirkin kara kuru bir piç damgasıyla mühürlenmişti. Annesi, ah güzeller güzeli annesi; sabah uyanır uyanmaz başlardı süsünü püsünü takınmaya, allığını pudrasını sürünmeye- ah bir de görebilseydi onca işinin arasında Salih’in burnundan akan kanları, kırılan dişlerini, yamulan burnunu… Önemli değildi. Süsü püsü, allığı pudrası bitince dönüp bakardı Salih’e, top havuzlu koca bir parkın rüyası gibi. İncecik gülümserdi, kağıt kesiği gibi. Salih’e baktığında annesinin, annesine baktığında Salih’in içi acırdı. Rüya uzun sürmedi, ölmediğin sürece uykudan uyanmamak mümkün değildi nasıl olsa ve en uzun gece dahi öyle pek de uzun değildi Salih’in coğrafya derslerinden öğrendiği kadarıyla. Yirmiyedisinde öldü annesi, trajikti de doğrusu bu ölüm. Süsünü püsünü, allığını pudrasını sürmeden bakmıştı bu kez Salih’in kanayan burnuna, çöküp yanına silmişti akan kanı. Alnına bir öpücük kondurmuş ve demişti ki: ‘Oğlum, hadi git sen dışarıda biraz oyna.’

yazar tarafından yapay zekayla oluşturulmuştur

Salih annesinin sözünü dinlemişti. Dışarı çıkmıştı çıkmasına da, oyun oynamak yerine gecekondudan bozma evlerinin hemen önündeki kaldırıma çöküp engebeli, yapıldığından beri üzerine tekrar çalışılmamış yolu seyre dalmıştı. Birkaç saniye, birkaç dakika, birkaç saat… Ne kadar olmuştu bilinmez, evlerinden bir patırtı sesi yükseldiğini duyar gibi olmuştu. Salih, küçük yüreğini bir anda istilaya dalan korkuya rağmen cesur bir çocuk gibi davranmayı görev edinip kendine, koşa koşa evlerine girmişti. Küçük oda, anne yok. Büyük oda, anne yok. Salon, anne yok. Mutfak, anne yok. Tuvalet, anne bir ipin ucunda sallanıyordu. Salih’in zihnindeki tüm sesler, varlığının kanıtı sayılabilecek tüm hücreleri donakalmıştı. Zihninde yalnızca tek bir cümlenin yankısının dolandığını hatırlıyordu: ‘Böyle bir salıncağı ömrümde ilk kez görüyorum…’

Birkaç saat sonrası telefonlar, bağırışlar, ambulans ve polis sesleriydi. Birkaç gün sonrası yetimhane, devlete aitliğinden men edildikten sonrasıysa İstanbul Esenler’de oturan dayısının eviydi.

Salih şimdiden üç farklı yol ayrımını hatırlayabildiğine sevindi. Bir sigara daha yakmak için cebindeki sigara paketine uzandı. Paketin içinden bir dal almaya yeltendiğinde gözüne sigara paketinin üzerindeki kırmızı birkaç damla leke çarptı, ‘yine burnum kanamış herhalde’ diye düşündü. Kronolojik düşünmek zorunda olması onu zorluyordu. Bir duman daha, dedi, bir duman daha ve birkaç duman daha… Ciğerleri yeterince kirlenmeden hikayesine devam edemeyecekti belli ki. Belli belirsiz gülümsedi, nerede kalmıştı? Dayısı, Hikmet Baba… İncecik gülümseyişi küstahça terk etti Salih’i. İçini derinlerinden yükselen bir soğuk kapladı.

yazar tarafından yapay zekayla oluşturulmuştur

Hikmet Baba… Salih’in mahalledeki genç erkekler, çocuklar ve Hikmet’in birkaç sünepe yaşıt arkadaşıyla birlikte kullandığı bir unvandı bu ‘baba’ eki. Yetimhaneden çıkış tarihiyle Hikmet Baba’nın evine yerleştiği günler arasında neler olmuştu hatırlamıyordu. Reşitliği ilan edilip yetimhaneden ayrılışından sonrası başka birinin hayatıydı sanki. Hikmet Baba, Hikmet Baba’nın rutubetle dekore ettiği gri, soğuk, çürümüş limon kokan evi ve bir de… Bir de bir sevgilisi vardı Hikmet Baba’nın. Salih’in içi karıncalanır gibi oldu, yüreğinde kuru bir dal parçasının tutuştuğunu, aydınlığı yeniden anlamlandırabildiğini hissetti. Ayşe Kadın, evet, Hikmet Baba öyle seslenirdi Salih’in Ayşe Ablasına. Ayşe Kadın’ın buzdan mavi dev gözleri vardı, eksik gedik telaffuzuyla kendisini eksiksiz anlattığı kelimeleri, etine dolgun kolları vardı. Sol gözünün kıyısında onu kusursuz kılan bir ben taşıyordu, Salih o bene bir kez olsun dokunabilmeyi ne çok istemişti!

Şimdi bir es anının ardından o evdeki yarım yamalak, güvensiz, yabancı duruşunu hatırlıyordu Salih. Hikmet Baba tok, güvenilmez, sansar sesiyle ona ‘gel evlat, bundan sonra benim dükkanda durursun, masa başı iştir, arada sayım mayım yaparsın, yeni gelenleri depoya, eksilenleri depodan dükkana taşırsın. Bir süre burada kal, öyle maaş falan da bekleme ha! Cep harçlığını veririm, gerisini kiraya sayarsın. Hadi aslanım, bundan böyle beni baba bileceksin.’ Demişti Salih’e. İlk kez karşılaşmışlardı. Bir çay bahçesindelerdi. Salih’in yine bir bavulu, bir çantası ve sık sık unuttuğu kendisi dışında hiçbir şeyi yoktu yanında. Beraber eve gitmişlerdi. Rutubetle döşeli, gri , soğuk, çürümüş limon kokulu ev, İnönü Mahallesi 44. Sokak, no:3.

yazar tarafından yapay zekayla oluşturulmuştur

Yaşamda tüm durumlar değişkenlikle lanetlenmiştir, bu lanetin kıyısından dolanıp yaşama devam edebilmenin tek yoluysa değişime ayak uydurmaktır. Bu, Salih’in yaşamda ilk öğrendiği şeydi. Hayattı sık sık ayak diplerinden sarsılmış, yeniden inşa ettiği tüm dört duvarları üzerine yıkılmıştı. Belki de bu yüzden unutmaya bu denli meyilliydi. Uyum sağlamanın en kolay yolu, unutmak! Gerekirse var olduğunu dahi unutmak, tüm eylemlerini yutmak, kendi varlığını eritip yok olmanın sınırlarında dolaşmak, diye mırıldandı. Artık dudakları dışında kalan her yeri gülümsüyordu. Gözleri, yanakları, burnu, kolları, gövdesi, bacakları, sağ bileğindeki erik şeklindeki doğum lekesi…

Hatırladı. Hafızasının tek çiçekli botanik bahçesinden çağırabileceği en kolay anıyı çağırdı: Ayşe Kadın’ın dikenli güzelliğini, mavi gözleriyle üşüttüğü karnı için ıhlamur kaynatan ince, titrek, ölüm güzelliğindeki ellerini hatırladı. Mükemmelin tüm kusurlarından kendisini arındırdığı, kendine has, anlamsızlığıyla anlamlı, bir iltifata da bir küfüre de birer adım uzak sözlerini hatırladı. Ayşe Kadın’ı rüyasında, odasında, yatağının ucunda gördüğü ilk anı hatırladı. Suçluluk duygusuyla başını öne eğdi, bu duygu yüreğinin üzerinde tepinen heyecanı gölgelemeye yetmedi. Sonra Hikmet Baba’yı hatırladı; ensesine indirdiği tokatları, ağzındaki yemekleri döke saça bağıran halini, Ayşe Kadın’ı azarlayışlarını, Ayşe Kadın’ın güzelliğine duyduğu kıskançlığı, Ayşe Kadın’ı güzelliğinden yakalayıp dövüşlerini, onu dengesiz öpüşlerini… Salih içinde filizlenen kıskançlığı, öfkeyi, saldırma isteğini, korkusunu, pısırıklığını hatırladı.

yazar tarafından yapay zekayla oluşturulmuştur

Sonra, sonra, sonra… Salih o nemrut, soğuk, keskin geceyi hatırladı. Dükkanda uyuyakalışını, kapının incecik bir yumruk sesiyle inleyişini, gelen kişiyi; Ayşe Kadın’ın korkulu, bezgin halini, gözlerindeki buzların eriyip göz pınarlarını ıslattığına şahit oluşunu, sıktığı yumruklarını, Ayşe Kadın’ın yalvarışlarını, dayanamıyorumlarını, öfkesini, devirdiği tabak çanakları, ona ilk kez sarılışını, adını yakarışlarını, saçlarına kondurduğu öpücükleri… Histerik, kaotik, erotik, sapkın, aşık anın bir bağırışla son buluşunu. Hikmet Baba’nın, Salih’in suratına inen yumruğunu, onun sesinden bir hayal kırıklığı olduğunu duyuşunu, yalnızca bir çocuğa ait olabilecek aptallıktaki öfkesiyle anlamsız seslerle bağırışlarını. Hikmet Baba’nın Ayşe Kadın’ın suratına indirdiği tokadı; Salih’in, Hikmet Baba’nın kafasına indirdiği tencereyi, tencereden çıkan tok sesi, tencerinin yere çarpan tiz sesini, Hikmet Baba’nın bedeninin yere düşen çatırdısını, kafasından süzülen kanın gölgesini… Ayşe Kadın’ın, Salih’in eline tutuşturduğu parayı, haykırarak Hikmet Baba’nın gövdesinin yanına yığılışını, Salih’e git diyişini, nefretini, korkusunu.

yazar tarafından yapay zekayla oluşturulmuştur

Salih suçluluğunu, suçunu…

Her şeyi hatırladı.

Hatırlamanın, farkına varışın keskin çığlığı kulaklarında çınlarken, Salih birkaç saniye, dakika ya da saat yalnızca durdu. Gözlerinin feri yaşamdan kopma uğruna, son bir kez parıldadı. Sonra… Sonra yüreğine dolup boğazına yapışan suçlulukla koşmaya başladı. Bir bavulunu, bir çantasını ve benliğine dair her şeyi tren garının önündeki bankta bırakarak koştu. Zihninde hiç durmadan yanıp sönen kırmızı bir ışık vardı, uyarılmışlığın son raddesindeydi. Ömrü, anlamı, tüm eylemleri, duyguları, hayalleri, aydınlığı ve karanlığı çoktan ardında kalmıştı. Salih fark edemedi, her şeyin geride kaldığını, yaklaşan tehlikeyi, biraz sonra alacağı nefesin son nefesi olduğunu: Kendisini otobana, arabaların ortasına attı.

Tüm sesler sustu.

Gazeteler, bir cinayetin ve bir intiharın başrolünü aynı sayfada bağırdı.

Sonra, onlar da sustu.

Son

Süsünü Püsünü, Allığını Pudrasını Yutmuş Bir Öykü. was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.