Politika Kolektifi
‘Terörsüz Türkiye’ adıyla başlatılan süreç AKP ve MHP’nin artık sürdürülemez hale gelen iktidarlarını devam ettirme hedefinden bağımsız düşünülemez.
Bu açılım ABD-İsrail eksenli Ortadoğu düzeni içinde bölgenin etnik ve mezhepsel temelli yeniden düzenleme doğrultusundaki gelişmelere paralel olarak gündeme getirildi. Suriye’de SGD ile cihatçı HTŞ arasındaki uyumlulaştırma çabalarının içerdeki sürecin belirleyici noktası olması da bunun en önemli göstergesi.
Bu süreç iç dinamikler ve toplumsal inisiyatiflerle başlayan barış ve demokratik çözüm süreci olmaktan çok uzak. Daha çok, Amerikan mahreçli olarak İmralı ile AKP-MHP arasında yukarıdan kotarılmaya çalışılan ve öyle de devam eden bir sürecin içindeyiz. O kadar ki Kürt sorununun demokratik çözümleri doğrultusundaki her tür görüş ve öneri iktidar tarafından gereksiz bulunarak hatta sürecin manipüle edilmesine yönelik girişimler olarak değerlendirilip dışlanıyor.
Bugünün BirGün’ü
***
Kürt sorununun çözümüne ilişkin bir yaklaşımdan tümüyle uzak, tek gayesi Amerika’nın yeni Ortadoğu düzeni ile uyum göstererek iktidarını sürdürmek olan AKP ve MHP’nin bu kirli iktidar oyununa herkes ses çıkarmadan dâhil olsun isteniyor.
Tam biat talebi son olarak kendini Meclis Komisyonu’nun İmralı ziyareti tartışmasında gösterdi. Ziyaret etrafında kopartılan fırtına; farklı yönelim, kaygı ya da eleştirilerin hoyratça linçe tabi tutulması bu yaklaşımı ortaya koyuyor. DEM Parti yöneticileri başta olmak üzere geçmişin ‘yetmez ama evetçi liberalleri bir dizi iktidar beslemesi medya trolüne kadar farklı kesimler CHP’nin tutumu üzerinden, sürece yönelik kimi kaygılara sahip toplumun ilerici muhalif kesimlerine yönelik çirkin bir saldırı yürütüyor.
İktidarın ağzından ‘evet Kürt sorunu vardır ve bu süreç sonucunda onu çözeceğiz’ şeklinde tek bir kelime bile çıkmamışken “Evet, silahların susması ve barış güzeldir ama Kürt sorununun çözümü için tek bir adım atmadınız. Böyle çözüm olmaz diyenleri” ‘düşman’ ilan etmek iktidardakilere ilişkin kantarın topuzunun kaçtığı bir övgü dili kurmak anlaşılabilir bir durum değildir.
Ülke tarihinin en gerici ve faşist iki siyasal geleneği olan AKP ve MHP’ye övgüler düzülerek yürünen bu yolda, ülkenin barış yanlısı ilerici ve sol güçleri bir kez daha düşmanlaştırılıyor. 2010 referandumlarına itiraz edenlerin darbeci olarak yaftalanmasıyla, 2013 açılım sürecine yönelik kaygıların barış düşmanlığı olarak ilan edilmesiyle yürünen yolların ülkeyi nereye sürüklediği ortada.
Kürt sorununun bu boyutlara ulaşmasının Kürt halkının çektiği acıların son yıllardaki başlıca sorumluları AKP ve MHP’dir. Sarkık bıyıklarıyla tüfeklerinin kabzasına üç hilal kazıyarak resim çektirenleri unutmak mümkün değildir. Yıkılıp yerle bir edilen Sur’un emrinin iktidar tarafından verildiğini unutmak mümkün değildir. Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere tutuklanan DEM’lileri orada tutan hala iktidarın iradesidir. Hadi bunlar “çözüm” uğruna unutuldu diyelim AKP ve MHP’nin yürüttüğü süreçten kuşku duymayan bir övgü yarışının anlamı nedir? Saray iktidarın değirmenine taşınan suların halklar için büyük acılara yol açan sonuçlarını hatırlamak gerekir… Yoksa Kürtlerin “baş müzakerecesi” kim olacak sorusuna elbette kendileri karar verecektir. Sorun bu “müzakere”lerin Türkiye halkaları açısından yaratacağı sonuçlardır.
ASIL HEDEF TOPLUMSAL MUHALEFET
Tüm bunlar bir yana asıl önemlisi olup biten her şeyin iktidarın geniş muhalefet cephesini parçalama hedefi doğrultusunda geliştiği gerçeğidir. Geniş muhalefet cephesi içindeki farklılıkların bir kez daha Kürtlük-Türklük üzerinden ayrıştırıldığı ortama sürükleniyor. AKP ve MHP’nin yapıp ettiklerini bir yana bırakılarak herkes birbirine laf yetiştirme yarışı içinde. Siyasetin tepesinde başlayan bu tutum ve davranışlar muhalif toplumsal tabanı parçalıyor.
Daha önce defalarca yaşadıklarımıza benzer biçimde ülkenin kaderi herkesin gözleri önünde muhalefet hareketleri içindeki bölünmelerle gerici faşist güçlerin ellerine doğru itiliyor.
***
BİRLİKTE BAŞARACAĞIZ
Sürekli akılda tutulması gereken soruyu yüksek sesle bir kez daha soralım: Bütün bir ülkenin gerici bir boyunduruk altında karanlığa sürüklendiği, emekçilerin sömürü ve baskı altında inim inim inletildiği bir faşist rejim altında toplumun bir kesiminin özgür olması mümkün mü?
Eğer değilse bütün herkesi demokrasi diye, çözüm diye iktidarın arkasına takılmaya çağırmanın; ülkenin en karanlık iki gerici faşist gücünden demokrasi beklemenin; iktidara yönelik her eleştiriyi barış düşmanı ilan etmenin de bir âlemi yoktur.
Evet, şimdi iktidarın cambaza bak oyunları içindeki tartışmaları bir yana bırakarak, asıl dikkat edilmesi gereken husus Türkiye’de Kürt ve Türk halklarının, Alevilerin ve ezilen tüm kesimlerin ortak çıkarı ve kurtuluşunun bu tek adam rejimine son vermekten geçtiği gerçeğidir. “Erdoğan’ın başkan olup olması bizim meselimiz değil” diyerek; yeni anayasa kapılarını açarak bir kez daha bu halka her tür kötülüğü yapmış olanları iktidarda tutacak bir tarafsızlık politikası barış ya da üçüncü yolculuk adı altında gündeme getirilecekse şimdiden söyleyelim bu Kürdü Türkü bütün halkların geleceğini karartmak dışında bir anlam taşımaz.
O yüzden tekrarlarını yaşadığımız onca yılın da dersleriyle çağrımız bir kez daha tek adam rejimine son vermek için birleşerek mücadele etmektir. Çağrımız halklar içinde eşitliği, dayanışmayı, sevgiyi çoğaltarak geleceği kuracak yolları birlikte açmayadır.
Ülkemizi içine sürüklendiği Büyük Ortadoğu felaketinden kurtarmanın yolu da kardeşçe yaşayacağımız özgür bir ülkeyi kurmanın yolu da buradan geçiyor.
***
Erdoğan 2013 çözüm sürecinde Dolmabahçede’ki başkanlık ofisinde akil insanlar heyetini toplamıştı. İktidarı kaybetme gerçekliği ile karşı karşıya kalan Erdoğan o dönemi “çözüm süreci buzdolabına kaldırıldı” sözleriyle resmen bitirmişti.
2013 TARTIŞMALARINDAN NOTLAR
Oğuzhan Müftüoğlu
2013: Emperyalist güç ve çıkar çevrelerinin oyunlarının ve hesaplarının olması Kürt sorununun ve otuz yıldır sürüp giden savaşın ülkemizin bağrında derin yaralar açan gerçekliğinin üstünü örtemez. Bu nedenle başından bu yana bu sorunun eşitlik ve özgürlük temelinde barışçı ve demokratik çözümünden yana görüşlerimizin bu aşamada hiçbir bulanıklığa yer vermeyecek şekilde açık ve sade ortaya konulması gerekiyor. Bu nedenle hangi hesapla olursa olsun sorunu çözeceğim diye ortaya çıkan AKP karşısında “evet bu sorunu çözeceksen çöz, Kürtlerin hakkını vereceksen ver, savaşı durduracaksan durdur, silahlı çatışmayı bitireceğim diyorsan bitir” şeklinde bir tavrın doğru bir politika olduğunu düşünüyorum.
Bu tavrımızın Ortadoğu süreçleri konusunda yeni haksız savaşlara ve yeni gerici sömürü düzenlerini anayasal kılıfa sokma girişimlerine karşı mücadele konusunda hiçbir tereddüt yaratmayacağı açık bir şeydir.
***
Ulusal sorun genelinde muhteva olarak bir burjuva demokratik devrim sorunudur. Bu sorunun bugüne kadar çözümsüz kalması Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin dışa bağımlı, zayıf ve güdük karakteriyle ilgilidir. Egemen sınıf iktidarının hiçbiri bugüne kadar bu konuyla ilgili bir çözüm politikası ortaya koymamıştır. Bugün AKP iktidarı döneminde geliştirilen sürecin de gerçek bir çözüm süreci olduğuna inanmıyorum. Uzunca bir süredir MİT vasıtasıyla yürütülen görüşmelerle ortaya çıkan bu gelişme de aslında, yukarıda kısaca değindiğimiz gibi, devletin uluslararası sermaye politikaları doğrultusunda yeniden yapılandırılması sonucunda bölgede üstlendiği yeni pozisyonlar açısından Kürt sorununun ve savaşın yükünden kurtulmak için başvurdukları bir çözüm yolu olduğu görülüyor. PKK ile AKP ve devlet arasındaki bu anlaşma, bu haliyle gerçek bir çözüm sağlamayacaktır. Zaten yapılan açıklamalarda şimdi sadece silahlı mücadele dönemine son verildiği ifade ediliyor, çözüm yolunda atılacak bazı adımlar sonrasında da mücadelenin devam edeceği belirtiliyor.
Bütün bunlar, bu konunun iktidar tarafından “başkanlık meselesi” konusunda bir çözüm anahtarı olarak kullanılmaya çalışıldığını düşündürmekte. Buna karşı Kürt Hareketinden arkadaşların Ortadoğu çerçevesindeki gelişmeler bağlamında, (Türkiye’nin demokratikleşme sorunundan kopuk) bir “çözüm” beklentisi içinde olmaları, benim için izaha muhtaç bir tartışma konusu olarak görünüyor.
***
2025: Bahçeli’nin “çözüm çıkışı” mevzusunda da bana dramatik bir mizahi durum var gibi geliyor. Elbette Kürt meselesinin çözümü Türkiye’nin çok önemli bir demokratikleşme sorunu olarak ortada duruyor. Ancak Bahçeli’nin de açıkça söylediği gibi, ülkenin hiçbir meselesinde böyle bir demokratikleşme yaklaşımının olmadığı apaçık ortada. Bütün bunlar, bu konunun iktidar tarafından “başkanlık meselesi” konusunda bir çözüm anahtarı olarak kullanılmaya çalışıldığını düşündürmekte. Buna karşı Kürt Hareketinden arkadaşların Ortadoğu çerçevesindeki gelişmeler bağlamında, (Türkiye’nin demokratikleşme sorunundan kopuk) bir “çözüm” beklentisi içinde olmaları, benim için izaha muhtaç bir tartışma konusu olarak görünüyor.
***
HATIRLATMALAR
1992 TARTIŞMALARINDA KÜRT SORUNUNA DAİR HATIRLATMALAR
Kürt sorununda dayatılan askeri çözüm yoluna karşı demokratik bir çözüm siyasetini ısrarla savunmak gerekir… Kürt sorununun köklü çözümü için Kürt halkının en temel haklarının tanınması gereklidir… Bugün (1992) Türkiye’de böyle barışçı ve demokratik bir siyasi çözüm yolunun benimsenmesi için çok güçlü bir potansiyel vardır.
Barışçı-demokratik bir siyasi çözüm yolunun geliştirilmesi için çeşitli girişimler olmuştur. Bunlara karşı önyargılı bir şekilde yaklaşılmamalı, olumsuz yanları giderilerek, olumlu unsurların geliştirilmesi için çalışılmalıdır.
İlk iş, mevcut savaşa son verilmesidir. Sorunun özgür ve demokratik bir ortamda çözülebilmesi için Kürdistan’da sürüp giden ve her geçen gün yeni yaralar açan bu savaş derhal sona erdirilmelidir…
Devrimci Yol dergilerinde yer alan ulusal soruna dair yazılarda, Kürt halkının kendi kaderini tayin özgürlüğü çerçevesinde ayrılma, ayrı örgüt, ayrı devlet kurma seçeneğinin mutlaklaştırılması eleştirilerek ortak mücadele, ortak örgütlenme anlayışı ile Kürt emekçilerinin çıkarlarının gönüllü ve özgür bir birlikten yana olduğu görüşleri savunulmuştur.
Bu anlayışın bugün de öz olarak doğru olduğunu söylemek mümkündür. Kuşkusuz zorla güzellik olmaz, kuşkusuz Kürt halkı isterse kendi kaderini ayrı bir devlet olarak örgütlenme doğrultusunda kullanabilmelidir. Ancak devrimciler böyle bir çözümün Kürt ve Türk emekçi halk kitleleri açısından taşıdığı olumsuzlukları, olanaksızlıkları anlatmakta da özgür olmalıdır. Kürtler, Ortadoğu’da İran-Irak-Suriye ve Türkiye sınırları içerisinde kalan topraklara dağılmış durumdadır. Irak Kürdistanı Körfez savaşı sonrasında oluşan ve emperyalist güçlerin açık bir yönlendirici rol oynadıkları süreç sonunda, geleneksel yönelimlerine de uygun bir federatif çözüme gitmektedir. Diğer bölgelerdeki Kürtlerin içinde bulundukları ortam, statü ve eğilimler değişik özellikler taşımaktadır. Türkiye’de yaşayan ve kimi tahminlere göre 15 milyona yaklaşan Kürt ise bütün bölgelere dağılmış durumdadır. (Gene tahminlere göre Türkiye’deki Kürt nüfusun yarıdan fazlası Batı’daki yerleşim bölgelerinde yaşamaktadır.) Bütün bunlar tüm ülkelerdeki Kürt halkı ve hareketleri için ortak bir politik çözümün bulunmasının (bu yazının yazıldığı günlerde Irak Kürdistanı’nda yaşanan olayların da desteklediği gibi) hiç de kolay bir şey olmadığını göstermektedir. Tek merkezli bir dünya görüntüsünün egemen olduğu dönemde, bölgenin siyasal haritasıyla ilgili değişimlere dayanan politikaların geçmiş Kürt hareketlerinin yanlış ittifaklar sonucu içine düştüğü hata ve yanılgılarla yeniden karşılaşması olanaksız görülmemelidir.
Kürt sorununun kalıcı bir çözümü ancak tutarlı bir demokratizmle sağlanabilir. Uluslararası sözleşmelerde böyle bir çözümün bazı unsurları belirlenmiştir. Kuşkusuz yukarıda da söylenildiği gibi Kürtler kendi kaderlerini özgürce belirlemeli, isterlerse ayrı bir devlet kurma hakkına sahip olmalıdır. Ancak her iki halkın çıkarları açısından iki halkın bir arada yaşaması esasına dayanan daha uygun demokratik çözüm yollarının geliştirilmesi mümkündür. Uzun dönemli olarak ülke bütünü için yerinden yönetim ilkelerinin geliştirilmesi ve yerel meclislerin yönetsel yetkilerle donatıldığı vali ve kaymakam, emniyet müdürleri gibi idari görevlerin seçimle gelmiş yerel inisiyatiflere bağlandığı biçimlerden, federatif biçimlere kadar değişik çözümler üzerinde durulabilir. Kuşkusuz böyle bir çözüm, değişik kültürlerin tümüyle korunup geliştirilmesine olanak tanıyacak anayasal ve idari düzenlemelerle (daha doğrusu 1982 Anayasası’nın tümüyle kaldırılarak her türlü ulusal azınlığın, çoğunluk ulusla aynı haklara sahip olmasını teminat altına alacak yeni bir anayasal ve idari sistemin getirilmesi ile) olanaklıdır.
*1991’de Devrimci Yol çevresinin yürüttüğü Tartışma Süreci içerisinde yapılan tartışmaların sonucunda yayınlanan “Kürt Sorunu Üzerine Tartışma Notları” metninden kısaltılarak alınmıştır.