İktidarın “Terörsüz Türkiye”, Kürt hareketinin “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” adını verdiği “sürecin” ilk evresi 26 Ekim tarihi itibariyle sona erdi. Gerek PKK, gerek DEM Parti temsilcileri “ikinci aşama”ya geçildiğini duyurdu. AKP cephesi de “iç tahkimat” vurgusu yaparak “yeni bir sayfanın açıldığı”nı muştuladı.
Birinci aşamayı bitiren, ikinci aşamayı başlatan PKK, Türkiye’deki tüm birliklerini Medya Savunma Alanları’na yani Kuzey Irak’a çekeceğini ilan etti. Kandil eteklerindeki açıklamada yer alan, “Ortadoğu’da yaşanan çatışma ve savaşların Türkiye’nin ve Kürtlerin geleceğini çok ciddi biçimde tehdit eder hale geldiği” ifadeleri, Fehim Taştekin’in de vurguladığı gibi bu sürecin itici motivasyonunu ortaya seriyor.
SÜRECİN MOTİVASYONU
Türkiye’de başlatılan ancak adında dahi uzlaşılamadığı için her aktörün kendince tanımladığı süreç Saray rejiminin çözüm isteğinin değil, Suriye ve Ortadoğu’daki gelişmelerin bir sonucuydu. Sürecin hızlandırılmış bir yıllık seyri de Erdoğan’ın Ağustos 2024’te “İsrail’in gözü Türkiye’de” açıklamasıyla esas olarak başladı. Sonrasında 1 Ekim’de Bahçeli’nin DEM sıralarına gitmesiyle ilk adım atıldı. 22 Ekim’de Bahçeli’nin Meclis’te Öcalan için “umut hakkı” çağrısı yapması, 27 Aralık’ta İmralı’ya heyetin gitmesiyle izin verilmesi ve 27 Şubat’ta Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”yla somutlaştı.
PKK’nin 1 Mart’ta ateşkes kararı alması, 5-7 Mayıs’taki 12. Kongre’de “fesih kararı” ilan edilmesi ve 11 Temmuz’da “iyi niyet” göstergesi olarak Süleymaniye’de silahlar yakılması bu sürecin çıktıları. 26 Ekim Pazar günü fesih PKK’nin silahlı unsurlarını Türkiye’den çektiğini deklare etmesi birinci aşamanın finali oldu.
SURİYE’YE ENDEKSLİ
Artık gözler AKP iktidarında. Ancak içeride otoriterleşme adımlarını hızlandıran rejim, Suriye’ye endekslediği süreç üzerinden iç tahkimat peşinde koşarken bir yıllık süreçte “komisyon görüşmeleri”nin ötesine geçilebilmiş değil.
Rejimin ana motivasyonu Suriye. Gerek PKK gerekse de DEM Parti “demokratik entegrasyon” talebini dillendirirken Türkiye ise Kürtlerin Suriye’ye “entegrasyonu”nu şart koşuyor.
SDG ile Şam arasındaki ağır aksak ilerleyen, Türkiye’deki süreci de derinden etkileyen görüşmelerde “entegrasyon”un nasıl olacağına ilişkin görüş ayrılıkları giderilebilmiş değil. SDG-Şam hattında ABD hakemliğinde sürdürülen görüşme trafiğinde temel meseleler orta yerde duruyor. ABD Elçisi Tom Barrack ve Trump “havuç-sopa stratejisi” ile yön çizmeye çalışırken Suriye’deki gelişmeler de Ortadoğu’daki genel tablodan bağımsız değil.
Haliyle oradaki gelişmeler Ankara-İmralı müzakerelerini doğrudan etkiliyor. İç içe geçen süreç çarpan etkisi yapıyor.
CİDDİ RİSKLER VAR
DEM’in dünkü açıklamasındaki şu ifadeler de meselenin çok boyutlu yönünü göstermesi açısından dikkat çekici: “Türkiye’de ve bölgeye gelen tehlike dalgasını ancak demokratik bir müzakere ile aşabiliriz. Bunun yolu da geçiş hukuku ve demokratik entegrasyon yasalarının hayata geçirilmesinden geçer.”
Süreci yakından izleyen Ortadoğu uzmanı Yusuf Karataş’a göre de çözüm adına bugüne kadar ortaya koydukları politika ve ulaşmayı istedikleri hedefler bakımından iki taraf arasında önemli farklılıklar var. Bu nedenle yaratılan beklentiye rağmen sürecin önünde ciddi riskler bulunuyor.
RÖLANTİYE ALIYORLAR
Kendi iktidarının bekası için muhalefeti bölüp, Kürtleri yanına çekmek isteyen rejim, bu süreçte sembolik bir takım adımlarla süreci rölantiye alacağının sinyallerini veriyor.
AKP’li Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, artık silahların tamamen geride bırakılmasıyla birlikte sadece demokrasinin, fikirlerin konuşulduğu yeni bir döneme girildiğini söylerken iktidar otoriterleşme adımlarını hızlandırıyordu. PKK’nin ‘tarihi bir adım’ diyerek duyurduğu birliklerin geri çekilmesini rejim iç politika malzemesi için kullanırken somut adımlara dair bir işaret ortada yok.
DEM Parti milletvekili Sinan Çiftyürek de bu duruma işaret ederek, “Birinci aşamada Kürtler kendi cephesinde yapacakları yaptılar. Ancak devlet ne hukuki ne siyasi olarak somut herhangi bir adım atmadı. Şu anda da atacağına dair somut işaretler yok. Dolayısıyla ilk elden devletin bir hukuki çerçeve sunması lazım. Hukuki çerçeveye ihtiyaç var” diyor.
Çiftyürek sürecin Suriye’ye endekslenmesini eleştirerek, şu ifadeleri kullanıyor: Devlete çağrımızdır. Meseleyi Suriye’ye, özelde Rojava’ya bağlamasın. Uzun senedir devletin aklı içeriden çok Rojava üzerinde. Oradaki statüyü sonlandırma üzerinde. Her mesele kendi mecrasında çözülür.
TARİHİ ADIMIN SANCILARI
Muhalefet belediyelerini gasp eden, rakiplerini cezalandıran, medyayı susturmaya çalışan rejimin demokrasi getirmesi eşyanın tabiatına aykırı. Tek adam rejimi “süreç” üzerinden demokrasi ve barış hikayeleri anlatırken “demokratik entegrasyon” hoş bir seda olmanın ötesine gitmiyor. Karataş’ın da vurguladığı gibi Saray rejiminin Kürt sorununda başlatılan süreci ana muhalefetin cumhurbaşkanı adayından başlayarak bütün muhalif güçleri baskı altına almanın bir dayanağı olarak kullanmak istiyor. Buradan demokratik entegrasyon çıkmaz.