Köşe yazarlığının rahatsız edici yanı sürekli kendini tekrar etmek! “Gündem” denen şeye dair yazıyorsanız, o da değişmiyorsa, aynı konuları yazarken farklı şeyler söyleyemiyorsunuz. Tabii fırıldak değilseniz!
Kürt sorunu, süreç, Öcalan’la görüşme üzerine de aklımın ve vicdanımın söylettiği her şeyi yazdım. Defalarca kendimi tekrar ederek.
Keşke iktidar, hem de devletle eşitlenmiş bu en yetkin hâlinde, muhalefete yaptığı cesaret çağrılarının birazını gösterebilse, açık ve net bir amaç doğrultusunda, açık-net-cesur görüşmeler yapıp adımlar atabilse. Özgür Özel’in iddia ettiği gibi, “gelin İmralı’ya kimse görmeden gidip gelelim” gibi ahlaki olmayan teklifler olmasa! Süreç sürüklenmenin parçasına dönüştürülmese!
Türkiye’nin; kuralları, kurumları ve seçimlerde yarışan siyasi partileri olan bir devletten, devletin bir parti bir partinin de devlet olduğu noktaya sürüklendiğini ilk ne zaman yazdım bilmiyorum. İlk yazan da ben değilimdir; birazcık siyasal analiz yeteneği ve birikimi olan çok insanın gördüğü bir sürüklenmeydi bu. Şimdi, o sürüklenmede çok yolun kat edildiği ve “yeni yapı”nın oluşumunu neredeyse tamamladığı noktadayız.
Geldiğimiz nokta, çok eleştirdiğimiz “eski Türkiye”de bile aklın hayalin alacağı şey değildi.
Selahattin Demirtaş tam 9 yıl 25 gündür cezaevinde. Kuralları ve kurumları olan bir devlette, en üst yargı kurumlarının –Anayasa Mahkemesi’nin, AİHM’nin- kararları geçerli olurdu. Bunlar dikkate alınsa Demirtaş dışarıda olurdu.
Osman Kavala 2951 gündür cezaevinde. Dile kolay, 8 yıl 1 ay! Yine derhal serbest bırakılmasını isteyen ama dinlenmeyen AİHM kararları var.
3.5 yıldır cezaevinde olan “seçilmiş milletvekili Can Atalay”ın durumuna ne demeli? Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararlarına karşın serbest bırakılmamasına?
Kuralları ve kurumları olan bir sistemde aklın alacağı şeyler değil bunlar, ama sürüklendiğimiz noktanın “normal”i oldular. Benzer durumda olanların tümünü saymaya bir değil birçok köşe yetmez.
Merdan Yanardağ takılan “casus” kulpuyla içeride.
Alın Fatih Altaylı’ya verilen cezayı: 4 yıl 2 ay! Neden? Bu ülkede insanların seçme ve seçilme hakkına sahip çıkacaklarını, babaları da olsa sürgit iktidara izin vermeyeceklerini Osmanlı tarihinden örnekle anlatmaya çalıştığı için. Bunları söylemek “Cumhurbaşkanı’na fiili saldırı ve tehdit” sayıldı!
Kuralları ve kurumları olan bir düzende, medya da bir kurum ve 4. kuvvet olarak anılır. Yasama, yürütme ve yargıyı vatandaşlar adına denetleyecek, bu üç kuvvet dışındaki dördüncü kuvvet.
Sürüklenip geldiğimiz noktada o da “tek kuvvet”in bir parçası.
Şimdilerin iletişim özgürlüğü alanı olarak tanımlanan internet ortamı ve sosyal medya da “cadı kazanı”na dönüştü. Arkadaşımız Zafer Arapkirli’nin, o ortamda bir “gazeteci”nin(!) “Emniyet ve yargımız bu kişi için gereğini yapmalı!” ihbarı üzerine yargılandığı davaya bakın.
Aslında, davayı boş verin de mahkemede “Zafer”in söylediklerine bakın. Tarih bir “zafer” yazar ve şu sürüklenmenin durdurulduğunu söylerse, böylesi cesur ve onurlu duruşlar sayesinde olacak!
Şimdi, bu sürüklenmenin ortasında, ana muhalefet partisi CHP kurultayını topluyor. Bir de program açıkladı. CHP’liler kurultayını yapar, programlarını tartışır. Bu onların işi ama sürüklenmenin durdurulması herkesin işi ve o işte CHP’nin rolü önemli.
Muhalefetin tümü, birlikte ve birleşik, yukarıda birkaç sonucunu saydığım sürüklenmenin önüne güçlü bir set çekmek zorunda! Tabii ülkenin rotası, her siyasi partinin kendisi olarak yarışabileceği, vatandaşların hakkının ve hukukunun garanti altına alındığı, kuralları ve kurumları olan bir “parlamenter demokrasi”ye çevrilmek isteniyorsa…
Bu yapılamazsa, süreç de sürüklenecektir!