Patron, tamamı kadınlardan oluşan müşteri grubu bölümüne gidip hepimizin duyacağı bir şekilde bağırmıştı: “Niye işe geç kaldınız, dün gece çok mu si….tiniz?”
Bu laf otuz yıldır beynimde çınlar. Neden kalkıp müdahale etmedim? Neden felç olmuş gibi bilgisayarıma bakmaya devam ettim? Yirmi dört yaşında, evli olmayan, çocuğu olmayan, oradan çıkıp gitse yine iş bulabilecek biriydim; kavga etmeye çekinmezdim, yumruk atmaya da yemeye de alışıktım ama hiçbir şey yapmadım, görünmez oldum, sessizce bu anın geçip gitmesini bekledim. Belki böyle bir çıkışın da maço bir tavır olacağını, müşteri temsilcisi kadınlardan rol çalacağımı, buna hakkım olmadığını düşündüm. Altı yıldır İstanbul’da yaşamama rağmen Levent’teki iç mimar görmüş ofislerin dünyasıyla yeni tanışıyordum, patronun bu sözlerine kızlar alınmadı, normal karşıladılar, gülüp geçtiler diye düşündüm belki. Oysa kimse gülmemişti. Öğle paydosunda bir grup erkek bu lafın mavrasını çevirirken, içimizden biri “Bir de şuradan bakmak gerek, hepsi işe geç geliyor” demişti. “Şuradan bakmanın” sırası mıydı gerçekten?
Doksanlar grotesk yılların uzatmaları gibiydi. Atıf Yılmaz, Duygu Asena tartışılmaz erkek egemenliğini sorgulayan yapıtlar vermeye başlasa da, her ilişki biçiminde mutlak bir erkek üstünlüğü devam ediyordu. Bukowski gereksiz biçimde çok meşhurdu, her an her fırsatta bağıra bağıra eril küfürler savurmak sanki modernliğin bir göstergesi gibiydi. “Modern kadın”a verilen rol, kendini her daim dışa vuran epik erkeğe anlayış göstermek ve nedense hep erkeğe empati yapmak üzerine kurguluydu. Güç erkekteydi ve kadınlar ancak buna itaat ederlerse “kadınım” olabiliyorlardı.
***
Bu patron bugün aynı şeyi yapabilir mi? Hiç sanmıyorum. Biri böyle bir şey yapsa, ofisteki kadınlar onu parçalar, sosyal medya anında devreye girer. Çünkü artık herkesin cebinde bir kayıt cihazı var ve her şey anında herkese yayılabiliyor. Teknoloji kadın mücadelesine güç verdi, politik doğruculuk (en azından süslü ofislerde) pervasız çıkışları imkansız kılmayı başardı. Andropoz sancıları bitmek bilmeyen birkaç rock star eskisinin retro çıkışları dışında o eski günlerden eser yok şimdi. Erkeğin gücü azaldı, kadının gücü arttı. Yani “patron” birdenbire nazik olmayı seçmedi, buna zorlandı. Onu kabalaştıran gücü kaybettikçe ölçülü olmaya mecbur kaldı. Biraz daha derine inersek, bugün onu nazikleştiren güç, otuz yıl önce pervasızlaştıran gücün aynısıydı, güç sadece yer değiştirmişti. Konu bütünüyle “güç”le ilgiliydi.
“Cancel culture” öncesi eşcinsel imgesi “ayol” diye konuşup sürekli kırıtan karikatür bir figürdü örneğin. Sosyal medya, eşcinsellerin ve onları savunanların bu imgeyi yerle bir etmesine olanak tanıdı. Kürtler, Zazalar, Aleviler, dışlanan horlanan azınlıklar görkemli linçlere girişerek, “kıro”, “maganda” vb klişeleri alt üst ettiler.
***
Buraya kadar her şey güzel görünüyor, bunun nedeni de “hak” ve “güç”ün bazen yan yana durabilmesi. Peki bu arada en önemli konuyu ıskalıyor olabilir miyiz? Haklı olduğumuzu kanıtlamak için güce değil adalete ihtiyacımız olmasın? Güçlünün haklı sayıldığı bir sistemi bir kez kabul ettiğimizde bunun sonuçları ne olur? Linç kültürü fark etmeden hepimizin barbarlığı içselleştirmemizi sağlıyor olabilir mi?
Üstelik biz ne kadar “çoğunluk”uz? Herkesin içinde göstere göstere kadın çalışanlara hakaret eden ve onları taciz eden bu örnekteki patrona kıyasla kesinlikle çoğunluğuz. Ama konuya “şuradan bakarak” yeni bir düzlem kuran dipsiz vasatlığa karşı gerçekten çoğunluk muyuz? Şuradan bakarsak işimize tam zamanında gelmeliyiz, daha fazla “şuradan bakarsak” kadının erkeklerle birlikte durulan bir ofiste işi ne? “Şuradan bakan” çoğunluğa göre, kadınlar sinyal vermese hiçbir erkek böyle şeyler söyleyemez. Hem belki de bu kadınlar açık saçık giyinerek erkeği tahrik etmiştir. “Şuradan bakma”nın önünü bir kez açarsak, Afganistan’a dönmemizi kim engelleyecek?
En çok “like” alan en haklı mı? Biz gerçekten sınırsız tartışma yapılabilen ve tarafların tamamının eşit haklara sahip olduğu adil bir dünyada mı yaşıyoruz? Ateistlere her gün binlerce küfür ediliyor, “dinsizlik” bir küfür sözcüğü olarak kullanılıyor ve teorik olarak herkesle eşit olan ateist bir vatandaşın bu küfürleri ihbar etmesinin hiçbir etkisi olmuyor. Ama tersi durumda, küfür bir yana, ateist bir vatandaş dinle ilgili en ufak bir eleştiri getirdiğinde bu kişi derhal çoğunluk mahkemesine çıkartılıyor ve “halkın duygularını rencide etmek” suçuyla hapse gidiyor.
Müziği demokratikleştirdiğini iddia eden Spotify, aslında notaları tekelleştirip dünyanın tüm müzisyenlerinin hakkını yiyerek milyarlarca dolar kazanıyor. Evet artık herkes kendini veya işletmesini bireysel gayretiyle reklam ediyor ama bu reklamların medya satın almasından servet yapan Google veya Instagram gibi trilyonluk şirketler. Marx’ın kehanetleri harfiyen gerçekleşiyor ve kapitalizm her üretim ve tüketim biçimini küresel ölçekte tekelleştiriyor. Adlarını bile ezberlediğimiz bir avuç tekno kapitalist hepimizin alın terlerinden oluşan kâr denizlerinde yüzüyor.
***
Bu denizlerde yüzen bir başka uygulamanın adı “Siyaset”. İktidar olanlar Spotify veya Google’la aynı işletim sistemini kullanıyorlar: Onlar da hızla tekelleşiyorlar ve demokratikleşme yalanıyla aslında bunun tam tersini yapıyorlar. Tıpkı Zuckerberg gibi Trump ve şürekası da, özgür düşünceyi, bağımsız adaleti ve sivil toplumu işlerine geldiği kısmıyla kullanıp yeterli güce kavuştukları anda çöpe atıyor. İster en ünlü gazeteci ol, ister TÜSİAD Başkanı, ister ilk normal seçimi kazanacak aday, tekelleşen güç kendi dışında hiçbir farklı iktidar alanı görmek istemiyor.
Dünyadaki bu dönüşümü fark etmeden, hala geçmişin özerk iktidar alanlarında yaşadıkları yanılsamasına kapılanlar da yok değil. Örneğin Ayşe Barım, bir oyuncuyu rezil de vezir de edebilecek ilahi güce sahip olduğu günleri anımsama coşkusuyla aylardır süren çilelerini bir anda unutup naif sözler edebiliyor. Değişen dünyada onun minik magazin gücünün anlamı kalmadığını bu işi yapan biri olmasına rağmen unutabiliyor. Şimdi sorumluluk sahibi ciddi adamların harekete geçmesi ve bu sorumsuzluğu derhal cezalandırması gerek.
Bir arkadaşım telefonda “Şuradan bakarsak, hapisten çıkışını asla böyle bir şova dönüştürmemeliydi” dedi. “Şuradan bakma”nın sırası mı şimdi?