Photo by Victoria Nezh on Unsplash
Dijital çağın görünmez yükü: sakladıkça çoğalan, çoğaldıkça boğan dijital istifleme alışkanlığına bir bakış.
“Belki bir gün lazım olur.” Cümlesinin dijital çağdaki karşılığı artık bir klasör adı gibi: “Karışık”, “Daha sonra bakılacak”, “Önemli mi acaba?”… Fiziksel dünyada çekmecelerimizi tıkabasa doldurduğumuz yıllar geride kaldı; artık içimizdeki istifçi, USB belleklerde, bulut hesaplarında, indirme klasörlerinde yaşıyor. Yıllardır açmadığın ama silmeye de kıyamadığın dosyalarla dolu bir hayat. Dijital çöp, ama duygusal değer yüklü.
Bir gün lazım olur diye ekran görüntüsü aldığımız, PDF'e çevirdiğimiz, linkini kaydettiğimiz şeylerin yüzde kaçına gerçekten dönüp bakıyoruz? Bildiğimiz cevabı tekrar soralım: Sıfıra yakın. Ama silmek de kolay değil çünkü o içerik bir şeyin parçasıydı. Belki o anın, belki bir hayalin, belki de sadece unutulmaması gerektiğine dair kurduğumuz yalanın.
E-posta kutularımızda okunmamış yüzlerce mesaj var. Çoğu reklam, bazıları “kendime ileride okurum” diye gönderilmiş makaleler. Tarihleri üç yıl önceye dayanıyor. Yani üç yıldır “vakti geldiğinde” okuyacağız. Dijital zaman kavramı sonsuz olunca, ertelemenin sonu da olmuyor. Dijital istifçilik, zamanın lineer akışına kafa tutuyor.
WhatsApp’tan biri bir şey atar, “dur, bunu kaydedeyim” deriz. Galeriler klasör klasör saçmalıkla doludur: Aynı şeyin beş açıdan çekilmiş hali, bir zamanlar çok komik bulduğumuz ama şimdi anlam veremediğimiz şeyler… Silmek mümkün ama kıyamayız. Dijitalde de olsa, bir şeyin üzerine emek verdiysek, onu çöpe atmak içimizi acıtır.
Notlar uygulamamız, aslında kişisel tarihimizin hafif kaotik bir arşividir. Uçakta yazılmış cümleler, market alışveriş listeleri, bir gece yarısı gelen “roman fikri”, yarım kalmış şarkı sözleri… Kimi ne zaman yazdık, niye saklıyoruz, bilinmez. Ama silmeye elimiz gitmez çünkü belki bir gün bir şeye dönüşür.
“Okunacaklar”, “İzlenecekler”, “Bakılacaklar” listeleri öyle birikti ki, artık hepsini tüketmek için ömrümüz yetmez. Ama hâlâ kaydediyoruz. Yeni bir öneri gelince eskisini silmiyoruz. Çünkü silmek, o bilgiye değer vermemek gibi geliyor. Dijitalde bile vicdan var, görüyor musun?
Her “ekran görüntüsü alayım” dediğimizde aslında hafızamıza güvenmiyoruz. Her kaydedilen içerik, zihnimizin artık not defteri olmaktan çıkıp sadece yönlendirme yapan bir uygulamaya dönüştüğünü gösteriyor. Hatırlamak değil, bulmak önemli hale geldi. Dijital istifçilik, unutmanın modern karşılığı.
Dijital yığınlar, sadece veriler değil; yaşanmışlıklar da onların içinde. Bazen bir klasörü açar, eski fotoğraflara denk geliriz. Her biri bir anı, bir kişi, bir eski "ben". Silmek, geçmişi reddetmek gibi gelir. O yüzden hem dolabımızda, hem bulutumuzda artık bize ait olmayan şeyleri saklamaya devam ederiz.
Dijital istifçilik, modern bir kontrol yanılsaması. Sanki bir şeyleri saklarsak hayata daha hazırlıklı oluruz gibi geliyor. Oysa gerçek şu: Asıl yük, onları taşımak. Sadece cihazın hafızası değil, bizim de hafızamız tıkanıyor. Gereksiz her veri, yeni olasılıkların önünde duvar örüyor.
Belki bir gün lazım olur… Olmaz. Ama bu cümleyi dijitalde susturmak kolay değil. Çünkü saklamak, hem alışkanlık hem de korkunun sesi: Unutmaktan, kaybetmekten, yeniden bulamamaktan korkuyoruz. Ve bu yüzden, çöp kutusuna gönderemediğimiz her dosyada, biraz da kendimizi depoluyoruz.
İletişim adresi:
İnstagram adresi: Nuri SENCER
Sonsuz Dijital Yığınlar was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.