İlknur BAŞER – SOL Parti Sözcüsü
Ataerkil kapitalist sistem, kadın ve çocukları “koruduğu” iddiasıyla annelik formasyonunu kutsayan ve bakım emeği sömürüsünü kadınlar açısından normalleştiren politik-kültürel örgütlenmeleri toplumsallaştırır. Tek adam rejiminin bu yılı “aile yılı” ilan etmesiyle birlikte verilen seminerlerde, toplantılarda ve reklamlarda gördük ki; ailenin ayakta kalabilmesi için kadının yapması, katlanması, yerine getirmesi gereken “kurallar” sıralanmaktadır.
Siyasal İslamcı tek adam rejimine göre kadın, aile için yaşamak zorundadır. İş piyasasında ise güvencesiz, esnek, kreşsiz, işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmadan çalıştırılması beklenmektedir. Eve ek gelir getiren işlerde çalışan kadın, evde de bakım yükü ve ev içi emekle bitmeyen bir mesaiye mahkûm edilir. Son dönemde rejimin “3 yetmez, 5 çocuk” söylemleri eşliğinde kadının her tür emeği sermayenin ve rejimin kullanımına açılmaktadır.
KREŞ HAKKI PİYASAYA AÇILDI
İş Kanunu’na göre 150’den fazla kadın işçi çalıştıran işverenlerin, kadın işçilerin 0–6 yaş çocukları için kreş açma ya da kreş masraflarını karşılama zorunluluğu bulunmaktadır. Ancak bu koşul yalnızca sendikalaşmanın ve denetimin olduğu işyerlerinde uygulanabilmektedir. Kreş bir ebeveyn hakkı olmasına rağmen, tarihsel olarak kamusal kreş hakkı için mücadeleyi büyük ölçüde kadınlar yürütmüştür. Bugün ise kreş hakkı piyasaya açılmış; çocuk bakımı, kadın emekçilerin sırtına yıkılmıştır.
Tokat’ta Şık Makas fabrikasında çalışan 987 işçi, Ekim ayı başında tazminatsız ve üç aylık maaşları ödenmeden; üstelik Kod 22 ile işten çıkarıldılar. İşten çıkarılanların çoğu kadındı. Kod 22 ile işten atılan işçiler, başka bir işte çalışma ve işsizlik maaşı alma haklarından mahrum bırakıldı. Fabrika önünde direnişte olan işçilerin taleplerinden biri de Kod 22’nin kaldırılmasıydı.
Bin beş yüz kişinin çalıştığı Şık Makas, kreş ve anaokullarıyla anlaşmalı çalışıyor ve bu kurumların ödemelerini karşılıyordu. Ancak işçilerin işten atılmasının ardından, çocukları okullarına gittiklerinde ücret ödemesi kesildiği için içeri alınmadılar. Çocuklar, iki öğün yemek, sosyalleşme ve beceri kazanma gibi haklarından bir anda yoksun bırakıldılar. Annelik ve çocuk bakımını kutsayan söylemleri ağız dolusu dini vecibelerle yüceltenler, dönemin ortasında çocukların eğitim hakkını gözlerinin yaşına bakmadan yok ettiler. Mevzubahis olan para ve itaat olduğunda “kutsal” söylemlerin nasıl buharlaştığı bir kez daha ortaya çıktı.
EMEĞİMİZİ SÖMÜRMEKTE USTALAŞAN SİSTEM
16 Kasım’da Tokat’taki Şık Makas işçilerinin mitingine katıldığımda, işçi kadınlar yaşadıkları haksızlığı anlatırken “Bunların hiç mi vicdanı yok?” diye soruyordu. Eski Türk filmlerindeki babacan patronları arıyorlardı ya da “patron da insandır” ön kabulüyle soruyu yöneltiyorlardı. Oysa kapitalizm, özellikle de bu otoriter biçimi, tam da vicdansızlığı yayarak işleyen bir mekanizma. “Kadınlar ve çocuklar önce” söylemi ise yine mağduriyet anlarında kullanılarak işlevsiz bir etik göstergeye dönüşmüş durumdaydı. Elbette dayanışma ezilenlerin inceliğiydi ve sorun geçici olarak çözüldü; fakat sermayenin ve onu koruyan tek adam rejiminin gerçek yüzü bir kez daha açığa çıktı. Bu sistem, kadın ve çocuk emeğini sömürmekte her geçen gün daha da ustalaşıyor.
İşçi sınıfının ve kadınların tarihsel kazanımlarından olan kreş hakkı, piyasaya ve işverenin inisiyatifine terk edilmeyecek kadar önemlidir. Kadın emekçilerin her açıdan cendereye alınmaya çalışıldığı bugünlerde, kreş hakkı başta olmak üzere elimizden alınmak istenen tüm haklar için kadınların birlikte mücadelesine ihtiyaç vardır. Biz kadınlar da mücadelede ustalaşmak zorundayız.