İlke KAMAR
Çarmıhtaki Şeytan, Ngũgĩ’ Wa Thing’o’nun 1980’de kaleme aldığı Afrika edebiyatının politik, alegorik ve çok sesli romanlarından biri. Ngũgĩ, sömürge sonrası Kenya’daki yozlaşma, sınıf eşitsizliği ve kültürel bağımlılığa karşı ideolojik mücadeleyi anlatırken, biçimsel olarak da bu çöküşe karşı direniş dili kuran bir roman ortaya koyuyor.
Hikâyenin yanı sıra; sömürgeleştirilen halkın dili, anlatısı ve kimliği üzerinden yeniden doğuşuna tanıklık ediyoruz Çarmıhtaki Şeytan’da. Ngũgĩ’nin romanı Gikuyu dilinde yazıp sonradan İngilizceye çevirmesi, bu yeniden doğuşun sembolik bir uzantısıdır, demek yanlış olmayacaktır. Dil burada yalnızca iletişim aracı değil, aynı zamanda politik mekân gibi önümüze seriliyor. Tüm bunların yanı sıra, Ngũgĩ’nin yerli dilinin dilsel ve estetik kodlarını kullanarak Avrupa edebi geleneklerini de sorguladığını söylemek mümkün. Kitapta bir diğer dikkat çekici unsur müzik. Özellikle de halk şarkılarının önemli bir yeri var. Bu şarkıların Kenya toplumunun bilincini romana taşıdığını söyleyebiliriz. Roman, Gikuyu masallarının, halk şarkılarının, atasözlerinin ve mitolojik öğelerin yoğun biçimde kullanılması ses ve konuşma çoğulluğunu seriyor önümüze.
Şarkılar, halkın deneyimlerini, acılarını ve sömürge biçimlerini daha romanın başlarında ele veriyor: “Kıtlık arttı topraklarımızda ama başka isimler verildi ona, insanlar tüm yiyeceklerin nerede saklandığını keşfetmesin diye. İki burjuva kadın yoksul çocukların etini yediler. Çocukların insanlığını göremediler. Boştu çünkü kalpleri.” Şarkılar, bireysel duygu aktarmaktan çok politik eylemle kapitalist sistemin hırsını, yoksul halkın çektiği sıkıntıları doğrudan eleştirinin aracına dönüştürür.”
KENYA’NIN YAŞADIĞI DÖNÜŞÜM
Çarmıhtaki Şeytan, bölümlerle ilerleyen yapısıyla sözlü anlatı gibi kurgulanmış. Bu yapıyla, geleneksel Afrika hikâye anlatıcılığını ortaya koyarken çizgisel ilerleyişi kırıp parçalı bir anlatıyı benimsiyor Ngũgĩ. Romanın girişindeki anlatıcı, olayları aktaran değil, aynı zamanda onları yorumlayan, halkı tanıklığa çağıran bir ses olarak karşımıza çıkar. Bu yönüyle roman, bir okuma deneyiminin ötesinde toplumsal sahnelemeye dönüşür, demek mümkün. Her bölümde sömürge sonrası Kenya’nın yaşadığı dönüşümü karşımıza çıkarıyor yazar. Romanın merkezinde, Nairobi’de yaşayan genç bir kadın olan Jacinta Wariinga var. Wariinga’nın hikâyesine gelince; erkekler tarafından istismar edilmiş, işsiz kalmış, yoksullaştırılmış ve toplumsal baskılarla ezilmiş genç bir kadın. Yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle kendisinde hata bulan, doğduğu güne lanet eden bir kadına dönüşmüş olarak karşımıza çıkıyor Wariinga. Tüm sorunların temelinde ise dış görünüşünün etkili olduğuna inanır:
“Ne zaman aynaya baksa kendini çok çirkin buluyordu. En nefret ettiği şey siyah teniydi, bu yüzden Ambi ve Snowfire gibi renk açıcı kremlerle vücudunu çirkinleştirir ve şu sözü unuturdu: ‘Siyah doğan bir şey asla beyaz olmaz.’ Şimdi vücudu Gine kuşu gibi hem açık hem koyu lekelerle kaplıydı. Saçları dökülüyordu ve rengi, kızgın demir taraklarla düzleştirildiği için tuhaf bir kahverengiye dönmüştü. Wariinga dişlerinden de nefret ediyordu. Biraz lekelilerdi ve dilediği beyazlıkta değillerdi. Sık sık onları saklamaya çalışır ve nadiren uluorta gülerdi.”
Romanın neredeyse her bölümünde Wariinga yeni bir “kendini görme” anına ulaşır ve onu ezen tüm yapılara karşı ayakta durma yolunu bulmaya çalışır. Yolculuklar, Wariinga’nın hayatında önemlidir. Onu kontrol edip dönüştürürken; kentsel alan ve köy arasındaki geçişler bir yabancılaşma alanı olarak sunulur Çarmıhtaki Şeytan’da. Wariinga, sömürü sisteminin nasıl işlediğini önümüze sererken ülkenin zenginlerinin şeytani planlarını da görmemizi sağlar. Bölümler ilerledikçe, bireysel kader yerini kolektif bir farkındalığa bırakır diyebiliriz. Ngũgĩ, karakterin içsel yolculuğunu ülkenin tarihsel dönüşümüyle beraber ele almayı seçmiş.
Romanın meşhur “Şeytanlar Yarışması” bölümü bu yapının zirvesidir. Burada bölümlü anlatı, bir alegorik biçimine bürünür. Kapitalizmin grotesk parodisi olan bu yarışma, sistemin içindeki çürümenin teşhir edilmesidir, demek mümkün. Şeytan imgesinin ise romanda bir tür eşlikçi gibi hareket ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ayrıca Afrika kültüründe kadının ya şeytanlaştırıldığı ya da idealize edildiği ataerkil toplumlardaki algıyı da tersine çeviriyor yazar bu imge üzerinden. Kapitalist açgözlülüğün, yabancı sermaye ve işbirlikçiliğin kişileştirilmiş hali; aynı zamanda ahlaki çürümenin simgesi ve bu karanlığın yüzüdür şeytan imgesi.
BATI MEDENİYETİNİN TEMEL TAŞLARI
Romanda “Batı”, özellikle “Şeytanlar Yarışması” bölümünde, genellikle doğrudan bir karakter gibi; küresel sermayenin, çok uluslu şirketlerin ve onların yerel iş birlikçilerinin arkasındaki görünmez güç olarak çalışır. Toprak, emek ve doğal kaynaklar, Batı kapitalizminin mantığına göre aktarılır: “Hırsızlığın ve soygunun Amerika’nın ve Batı medeniyetinin temel taşları olduğunu bilmeyen yoktur sanırım. Para, Batı dünyasını ayakta tutmak için çarpan kalptir. Sizler bizimki gibi büyük bir medeniyet inşa etmek istiyorsanız, Para Tanrısı’nın önünde diz çökmelisiniz. Çocuklarınızın, anne babalarınızın, kardeşlerinizin güzel yüzlerini görmezden gelmelisiniz. Sadece paranın görkemli yüzüne bakarsanız asla yanlış yapmazsınız. Halkınızın kanını içip etini yemek, bir adım geri çekilmekten çok daha iyidir.”
Ngũgĩ’nin romanı, Bakhtin’in çok seslilik ve söyleşimsellik kavramlarıyla ilişkilendirilebilir. Roman, farklı sınıfların, ideolojilerin ve toplumsal konumların sesleriyle var olur; özellikle Hırsızlar ve Sahtekârlar Yarışmasını, kapitalist elitlerle halkın söylemlerinin çarpıştığı tam bir polifonik sahne gibi düşünmek yanlış olmayacaktır. Yazar, alegorik bir anlatı kursa da anlamı tek sese indirgemeden; her karakteri kendi ideolojik dünyasının sesiyle konuşturuyor. Bu çoksesli yapı romana farklı bir ritim katıyor, demek mümkün. Wariinga’nın dönüşümü de söyleşimsel bir sürece dâhil edilebilir. Onun sesi çeşitli toplumsal seslerle karşılaşarak kendi sesini kuruyor roman boyunca.
Böylece roman, Bakhtin’in kuramsal çerçevesiyle uyumlu şekilde hem ideolojilerin çarpıştığı bir alan hem de yeni bir toplumsal sesin doğuşu; çoğul olan düşüncenin sürekli olarak yeniden çoğullaşmasını sağlıyor, diyebiliriz.
Yazar, özetle romanın her bölümünü farklı bir ideolojik düzlemin aynası hâline getirerek; bu sayede doğrusal ilerleyen bir anlatıdan çok, halkın direnişinin farklı tonlarını taşıyan kolektif bir sese dönüştürmüş. Sonuç olarak, Ngũgĩ wa Thiong’o’nun Çarmıhtaki Şeytan romanı, biçim ve içerik arasındaki bağın nasıl politikleşebileceğini örnekleyen güçlü bir yapı kuruyor.