Sevgi Dolu Bir Kış Ölümü

Kışın ortasında bir adamın peşine düştüm…

Ben, amansız bir kış gecesinde bir adam sevdim. Bir saç teli bin asra bedel, tek bir adımı kalbimi milyon kere ezerdi. Bu adamı tanıdığım gece kar usulca örtüyordu şehrin her bir köşesini. Evlerin perdeleri çoktan çekilmiş, herkes kendi hikayesinin satır aralarına dalmıştı. Bilmem kaçıncı rüyasını görüyordu kalorifer üstünde uyuyan alacalı kedi. Bilmem kaçıncı kez sağa dönüyordu uyuyamayan o küçük kız… Dördüncü kattaki şairin mumu çoktan sönmüş, son mısra eksik kalmış, yorgun gözler uykuya yenilmişti. Sokak köpeği, çöp kenarındaki bir montun üstüne sıcaklık umuduyla kıvrılmıştı bile. Bütün şehir ağır bir uykudaydı. Ve ben, o gece dışarıda sadece ikimizin olduğuna adım kadar emindim.

O yürüdü. Ben yürüdüm. Narin beyaz taneler, lacivert paltosunu süslerken, şehrin karanlık sokaklarında usul usul yürüyorduk. Nereye gittiğini, gecenin bu saatinde neden burada yürüdüğünü bilmiyordum. Eski ve siyah botlar, karla yıkanmış lacivert bir palto, boyna tembelce atılmış gri bir atkı, ince telli saçlar… Uzun ve zayıf bir bedende eğreti duran o güçlü, kendinden emin adımlar… Kimdi bu adam? Gözleri ne renkti? Nerede, kimlerle yaşıyordu? Tam şu an bu hiçliğin ortasında yürürken, aklından neler geçiyordu? Hangi tilkisi bu gece uyumamış ve onu bu yürüyüşe ikna etmişti? Ve en önemlisi de… benim onu sinsi bir gölge gibi takip ettiğimi bilmiyor muydu? Eğer beni fark ettiyse, neden bir kere bile arkasına dönmemiş, yüzünü görmeme izin vermemişti? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey gecenin bir köründe, bu kış ayazında ismini dahi bilmediğim bir adamı nedensizce takip etmemdi. Bir yabancının peşinden böyle emin adımlarla yürüyor olduğum için beni yargılamayın. Eğer o gece siz de orada olsaydınız, bu adamın peşinden dünyanın diğer ucuna gider ve bir kere bile pişman olmazdınız.

Şehrin boğucu havası uzaklarda kalıyor, yelkovan tüm soğuğa rağmen benim bu adamı kovaladığım gibi inatla akrebe kavuşmaya çalışıyordu. Hafif esen rüzgar, onun kokusunu burnuma taşıyordu. Tarçın. Saatlerdir önümde yürüyen lacivert paltolu, isimsiz bu adam tarçın kokuyordu. Sesinin tınısını dahi duyamadığım bu adam, bana annemin mutfağını anımsatıyordu. Rüzgarda uçuşan ince telli saçlar, evden çıkmadan önce yanıma aldığım ve sadece kışın pişen havuçlu tarçınlı kek gibi kokuyordu. Ve o an irkildim. Onun gizeminin güzelliğinin aşkıyla yanacağımdan ve en sonunda da kül olacağımdan korktum. Ah, bir kelime etseydi ya bana. Bir kere olsun arkasına bakıp varlığımı bildiğini gösterseydi ya… Onun her adımı bir nota, her bir saç teli en güzel şiirlerin öznesiydi.

Bu adam, evime giden dar sokaklardı. Sobaya atılan bir parça odun, odayı kokutan portakal kabuklarıydı. Sabah istemeyerek giydiğim o kalın, mor ceketti. Okul yolunda her gün gördüğüm yaşlı amca, evde beni bekleyen huysuz kedimdi. Yazdığım her hece, her cümle… İlk gözyaşım, ilk kahkaham… Cezveye eklediğim bir kaşık fazla kahveydi bu adam. Botumdaki bağcıklar, takıldığım kaldırım taşı… Bu adam, benim yeni yıl sevincimdi. Flütümdeki her bir nota, kalemimdeki mürekkepti. Onun ardında ne kadar süredir yürüyorum bilinmezdi. Belki bir saat, belki bir yıl, belki de bir yüzyıl… Saçlarıma düşen bu kar ne zaman yağmaya başlamıştı hatırlayamıyorum.

O benim şarkılarımdaki nakarat, dilimdeki ahenk, hikayelerimdeki nükteydi. Böylesine bir duygu hiçbir dilin sınırına sığamazdı. Nereden geldiği ve nereye gittiği önemsizdi artık.

Ben, amansız bir kış gecesinde bir adam öldürdüm. Kanı, elimi dahi kirletmedi ama kelimeleri yapıştı her hücreme, ne kadar yıkansam da nafile bundan sonra… Ölümü, doğumu gibi ani oldu. Tarçın kokusu iyice yayıldı her yere. Oturdum fırının başına, annemin kekini beklemeye başladım. Annem bu gece bana en sevdiğim hikayeyi okuyacakmış. Öyle fısıldadı kulağıma.

Şehir yavaş yavaş uyanmaya başladı gözündeki çapağıyla. O alacalı kedi uyandı, küçük kız biraz daha uyumak için annesine yalvarmaya başladı. Şair, son mısrasını ekledi şiirine. O sokak köpeği devam etti montun içindeki sıcak uykusuna. Ve ben ise, yürümeye devam ettim. O adam cennetimdeki nur kokulu çiçekler, saçlarımı usulca yıkayan kevser suyuydu… Ah, kalbimi binbir parçaya bölen o adam… benim her şeyimdi.

Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Çocukluğumun tarçın kokulu anılarını, gençliğimin buruk sevincini orada, onunla bıraktım. Belki bir gün ansızın bir kış gecesinde yine görürüm onu, takılırım peşine sebepsizce. Belki bir kahve içeriz tenhada, o bana bir fincan kahveyle kırk yıl borçlanmış olur. Ben ise bir kış gecesinin ayazında kırk yıl daha aynı emin adımlarla onun peşinden yürürüm…

Sevgi Dolu Bir Kış Ölümü was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.