Merhabalar arkadaşlar, bugün sizlerle dünyanın yapısı ve bize etkisi üzerine konuşacağım.
Erdem sizce iyi bir şey mi? Bence evet. Erdemli olmak doğruyu görmek ve yapmak değil midir zaten? Karşısında kim olursa olsun, koşullar ne olursa olsun… Kim böyle bir profil istemez ki? Zaten herkes kendine en çok yakışan kalıpları ister.
Ama erdemli olmak bir kalıp değildir esasında. Yani “şunu yap, erdemli olursun” gibi net bir reçetesi yoktur. Bazı koşullarda susarsın erdemli olursun, bazı koşullarda susarsın erdemsiz olursun. İnce bir çizgidir bu ve daha çok karakteristik bir durumdur.
Günümüz toplumsal yapısında ise erdem, belli bir davranışsal örüntü olarak karşımıza çıkıyor. İnsanlar erdemi kendilerinden yola çıkarak değil, kendilerine verilen kalıplar üzerinden tanımlıyor. Peki herkes aynı şeyi yaparsa, erdemli olmanın ne önemi kalır? Bana kalırsa hiçbir önemi kalmaz. Zaten bugün erdemli olmanın değeri de burada kayboluyor.
İnsanlar hep iyiyi istiyor, hep doğruyu görmek istiyor ama bunun uğruna ne kadar çabalıyorlar? Herkes oyununu çok iyi oynuyor. Bizler yapay coşkuyu, gerçek sakinlikten daha çok istiyoruz. Ama buna da hak veriyorum. Bize dayatılan bunca anlamsız gündemi, saçma sapan şekilde bir yerlere gelen insanları gördükçe, ister istemez biz de istiyoruz. Biz de, ufak da olsa, o hayatları yaşamak istiyoruz.
Birbirimizi kopyalıyoruz. Bize verilen doğruları savunuyoruz. Aynı mekânlara gidiyor, aynı şeyleri yapıyoruz ve bunların hepsini yaparken “en iyisi bu” sanıyoruz. Sonra bir bakıyoruz, gündeme bambaşka bir şey çıkmış. Artık en iyisi o oluyor; yeni yapılacak aktivite, yeni savunulacak dava da o. Ama tüm bunları yaparken şunu sormuyoruz: “Ben bunu neden yapıyorum?”
Evet, bize verilen her şeyi doğru kabul edip ona sahip olmaya çalışıyoruz.
“Şunu yaparsan insanlar seni sever.”
“Şuraya gidersen sevgilini etkilersin.”
Evet, güzellik istiyoruz ve istemeye de hakkımız var. Ama kendi güzelliklerimizi yaratmak varken, neden bize verilenleri sorgusuzca yapalım?
Dünya bana kalırsa kocaman bir saray. Bu sarayda krallar var, lordlar var; üst sınıf, alt sınıf derken birçok katman var ve herkes birbiriyle yarış hâlinde. Bu saray önce sana ideal karakteri tanımlıyor: Böyle olmalısın, bunları yapmamalısın. Sonra hayatta ne yapacağını söylüyor: Şu işi yap, diğer işi yapanlar şöyledir, böyledir. En sonunda da seni ömrünün sonuna kadar kendine bağımlı hâle getiriyor ve sen bunu gerçeklik sanıyorsun.
Bu saray senin mutluluğun için konuşuyor gibi yapıyor ama aslında tek istediği senin mutsuz olman. Garip bir paradoks değil mi? Bana kalırsa oldukça eğlenceli.
Peki tüm bunlardan kimin çıkarı var? Tabii ki yukarıdaki efendilerin.
Alt kesime baktığında ise herkes yukarıdakiler gibi davranmaya, onlar gibi yaşamaya çalışıyor. Aslında istedikleri şey onlar gibi hissetmek. Çünkü bu denkleme biraz mantık girdiğinde, bunların olmaması gerektiğini fark ediyorsun. Demek ki bir şeyler bizim çok güzel duygularımızı, hislerimizi manipüle ediyor ve sömürüyor.
Ama bütün suçu da efendilere atamayız. Asıl mesele yine bizde bitiyor. Onlar sadece bizim zayıflıklarımızı körüklüyor. Çünkü çoğu insanın başkasına karşı bir duruşu var ama kendine karşı bir duruşu yok. Başkasına karşı erdemli olmaya çalışıyoruz ama kendimize karşı aynı dürüstlüğü göstermiyoruz.
İşte sarayın asıl fark etmemiz gereken yeri burası. Ne yukarıdaki katlar ne de aşağıdakiler… İnsanın kendisiyle baş başa kaldığı yer. Kimsenin görmediği, kimsenin alkışlamadığı alan. İnsan burada çoğu zaman bildiğini yapmıyor; işine geleni yapıyor. Sonra da bunu kendine mantıklı sebeplerle açıklıyor.
Kendine karşı erdemli olmak zor bir şey. Çünkü bahane üretmek çok kolay. “Yoruldum” diyoruz, “şartlar böyle” diyoruz, “zamanı değil” diyoruz. Ama aslında söylediğimiz şu oluyor:
“Şimdilik kendimden vazgeçebilirim.”
Kimse bize zorla yanlış bir hayat yaşatmıyor. Biz kendimize karşı dürüst olmaktan kaçtıkça bu düzen ayakta kalıyor. Çünkü insan bir kere kendi içindeki çelişkiye alıştı mı, dışarıdaki hiçbir adaletsizlik onu rahatsız etmiyor.
Belki de gerçek erdem tam olarak burada başlıyor. Başkalarına nasıl göründüğümüzde değil, kimse bakmıyorken kendimize nasıl davrandığımızda… Kendimize söylediğimiz yalanları fark ettiğimiz anda, bu sarayın içinde ilk defa gerçekten yalnız ve gerçekten özgür kalıyoruz.
Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Saray was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.