“Tellak olur hamamda cân u dil-ârâ,
Görse kişi çırılçıplak, olur rü’yâ.”
Enderunlu Fazıl, Hubanname
Osmanlı’dan bugüne aşk, arzu ve şehvet hep vardı; yasaklarla değil şiirle, şarkıyla, hikâyeyle anlatıldı. Bugün bir pop şarkısının yasaklanması, geçmiş edebiyatımıza bakıldığında hem komik hem de düşündürücü görünüyor.
Mabel Matiz’in “Perperişan” şarkısı 5 Eylül 2025’te yayımlandı.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 17 Eylül 2025’te Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliği’ne başvurarak, 5651 sayılı Kanun kapsamında “kamu düzeni ve genel sağlığa aykırılık” gerekçesiyle şarkının dijital platformlardaki URL’lerine erişim engeli talep etti.
18 Eylül 2025’te hâkimlik bu talebi kabul etti ve YouTube, Spotify, Apple Music gibi platformlarda şarkının ilgili bağlantıları Türkiye’den erişime kapatıldı.
Aynı akşam İçişleri Bakanlığı, TCK 226 “basın yayın yoluyla müstehcenlik” suçlamasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
Bakın hukuk nasıl da tıkır tıkır işliyor!
Bu toprakların edebiyatında aşkın, arzunun ve şehvetin sınır tanımaz bir tarihi var.
Nedîm, gazellerinde genç oğlanların yanaklarını öve öve bitiremezdi:
“Al yanağın şarap mı, yoksa gül mü, söyle ey sevgili!”
(Nedîm Divanı)
Ama asıl ipuçları başka beyitlerinde saklıdır: Nedîm sık sık “hatt-ı sebz” (yeni terlemiş bıyık) ve “çâr-ebrû” (dört kaşlı, yani iki kaşı ve yeni beliren bıyıkları olan) gibi mazmunlar kullanır:
“İsfahan’da çâr-ebrû birini gördüm, ayva tüylerini sordum…”
(Nedîm Divanı, gazel)
Bu ifadeler kadın sevgiliye söylenemez; çünkü kadın sakalsızdır. Divan şiirinde sevgilinin bıyığının yeni terlemiş olması, onun ergenlik çağındaki bir erkek olduğunu açıkça ortaya koyar. Yani Nedîm’in şiirlerinde aşkın nesnesi çoğunlukla erkek sevgilidir.
Enderunlu Fazıl, Hubanname’de bu tipolojiyi bir adım daha ileri taşır. Eser baştan sona erkek güzellerini tasvir eden bir katalog gibidir:
“Tellak olur hamamda cân u dil-ârâ,
Görse kişi çırılçıplak, olur rü’yâ.”
(Hubanname)
Burada bahsi geçen sevgili, hamamdaki tellaktır. “Çırılçıplak” oluşu özellikle vurgulanır. Fazıl, farklı şehirlerin güzellerini tek tek sayar: yeniçeri delikanlıları, meyhane çırağı, bostancı oğlanı… Yani bu eser, kadın değil erkek bedenini merkeze alan bir erotik edebiyat örneğidir.
“Sâkî ki sunar câm-ı safâ mestâne,
Ol şûh nigâhıyla eder dîvâne.”
(Hubanname)
Buradaki “sâkî”, Divan şiirinde hep meyhanedeki kadeh sunan delikanlıdır. Görevi gereği erkek olduğu kabul edilir. Yani beyit, bir erkeğin bakışıyla âşığı delirten bir başka erkeğin bakışını anlatır.
Bu örnekler bize şunu gösteriyor: Osmanlı şiirinde aşkın nesnesi çoğunlukla erkekti ve bu hiç gizlenmezdi. Biz bu gazelleri “klasik edebiyat” diye okuduk, ders kitaplarına koyduk. Şimdi bir pop şarkısında benzer bir arzu dile geldiğinde “müstehcenlik” diye yasaklamak kendi kültürel mirasımızla çelişmektir.
Ve gelelim Mevlânâ’ya. Mesnevî’nin 6. cildinde öyle sahneler vardır ki, Mevlânâ bugün yaşıyor olsa, bakanlık görse, kim bilir başına neler gelirdi:
“Ondan sonra gerdek gecesi bir oğlanı kadın kılığına soktular.
Elini, bileğini gelinler gibi kınaladılar…
Oğlan, sabaha kadar o Hintli köleceğizi berbat edip durdu.
Köle, âdeta köpeğin önündeki un torbasına döndü.”
(Mesnevî, Cilt 6, Veled Çelebi İzbudak tercümesi)
“Gündüzün yüzün, kadınlar gibi ter-ü taze,
Geceleyin çirkin aletin, eşek aletinden beter.”
(Mesnevî, Cilt 6, Veled Çelebi İzbudak tercümesi)
Mesnevî’nin bu bölümlerinde arzu açıkça sahnelenir; sonra bu arzu ruhun yolculuğuna dönüştürülür. Biz bu hikâyelerle büyüdük, onları “edebiyatın terbiyesi” saydık. Bugün bir şarkı benzer duyguları anlattığında yasaklamak, hem Mevlânâ’ya hem kendi kültürümüze haksızlık değil mi?
Cumhuriyet döneminde de sansür eksik olmadı.
Zeki Müren’in bazı şarkıları “fazla duygusal” diye radyodan çıkarıldı.
Müslüm Gürses’in parçaları yasaklandı.
Ahmet Kaya, şarkıları yüzünden linç edildi.
Hatta 1940’larda Minareci Nuri’nin taş plaklardaki müstehcen gazelleri toplanıp imha edildi; 1950’lerde erotik romanlar yasaklandı.
Bugün de aynı refleks işliyor: sanatın dile getirdiği aşk ve arzu, “toplum ahlakı” bahanesiyle susturulmaya çalışılıyor.
Peki ne değişti?
Aslında değişen tek şey, yasakçılığın hedefi.
Bir zamanlar meyhane şarkılarını, arabeski, hatta rakıyı sansürleyen zihniyet, şimdi aşkı ve arzuyu sansürlüyor.
Sanatın görevi, arzuyu ve isyanı dillendirmektir. Divan şairi yaptı, Mevlânâ yaptı, halk şairi yaptı, Hüseyin Rahmi Gürpınar romanlarında yaptı. Şimdi Mabel Matiz bir şarkısında yapınca mı “müstehcen” oluyor?
Korkmayın! Ahlak; şarkıdan, türküden, resimden, heykelden bozulmaz. Öyle bir şey değildir ahlak. İçinde bulunduğumuz Türkiye’de ahlaksızlık arıyorsanız, öyle çok da çabaya ihtiyacınız yok.
“Perperişan bulsunlar beni” diyor Mabel.
Yasaklayarak değil, dinleyerek bulalım onu.
Yoksa bu ülkede hepimiz gerçekten perperişan olacağız.
Ve önerim şu: Yasakçılar önce Mesnevî’yi, Hubanname’yi, Nedîm’in gazellerini okusun, sonra gelsinler “Perperişan”a karar versinler!