Rushdie'nin Harun'u direnişin kahramanı

Deniz Burak BAYRAK

Salman Rushdie’nin “Harun ile Öyküler Denizi” adlı romanı, yüzeyde bir çocuk masalı gibi görünüyor ama derinlerinde anlatının, kelimenin ve direnişin ne anlama geldiğine dair güçlü bir düşünce yatıyor. Can Yayınları’nın yayımladığı kitap, hem bir çocuğun babasına duyduğu sevginin hikâyesi hem de susturulmak istenen seslere karşı yazılmış bir özgürlük manifestosu.

Romanın kahramanı Harun, masallarıyla insanları büyüleyen Reşid Halifa’nın oğludur. Reşid’in sesi, dünyayı daha yaşanır kılan hikâyelerle dolu. Fakat bir gün bu ses kesiliyor, hikâyeler sönüyor. Rushdie, babasının sessizliğiyle sarsılan küçük Harun’un babasının “öykü kaynağını” geri kazanmak için çıktığı yolculuğu, masalsı bir evrende anlatıyor. Bu evren, “Öyküler Denizi” adını taşıyor ve orada kelimeler, renkler, kahramanlar, hatta fikirler su gibi birbirine karışıyor.

Rushdie’nin masalı, tıpkı Binbir Gece Masalları’ndaki Şehrazat gibi, anlatmanın kendisini bir hayatta kalma biçimi olarak görüyor. Öyküler Denizi’ni kirleten karanlık güçler, yalnızca hayal gücünü değil, insanın özgür düşünme hakkını da hedef alıyor. Harun’un yolculuğu, bu karanlığa karşı verilen bir direniş. Çünkü Rushdie’ye göre hikâyeler susturulduğunda, toplumlar dilsizleşir; sessizlik, baskının en görünmez biçimi olur.

Yazar, bu alegoriyi çocuklara hitap eden sade bir dilin içinde ustalıkla örüyor. Ancak satır aralarında, tıpkı Rushdie’nin tüm külliyatında olduğu gibi, politik bir damar akıyor. Harun ile Öyküler Denizi, anlatının gücünü yalnızca estetik bir mesele değil, etik bir sorumluluk olarak da ele alıyor. Hikâyeler, yalnızca dünyayı güzelleştirmez; onu anlamlandırır, direnç kazandırır, umut taşır.

Rushdie’nin dili oldukça şiirsel ama romantik bir kaçışa değil, bilincin uyanışına bir çağrı gibi. Roman boyunca mizah, kelime oyunları ve semboller aracılığıyla masal ile gerçeklik arasındaki ince perdeyi zarifçe kaldırıyor yazar.

Romana bunların yanında politik bir duyarlılıkla bakarsak, Harun ile Öyküler Denizi bir çocuk romanı olmanın ötesinde, hikâyenin toplumsal işlevine dair bir hatırlatma niteliğinde. Çünkü masalın içindeki karanlık, yalnızca kurguya ait değil; her dönemde, her toplumda karşımıza çıkan susturma mekanizmalarının simgesi. Rushdie, deyim yerindeyse, bu kitapta hayalin ve sözün direniş gücüne inanmayı öneriyor. Harun’un sonunda babasının hikâyelerini geri kazanması, yalnızca bireysel bir zafer değil; kelimelerin yeniden doğuşu. Her şeyin unutulduğu, kelimelerin yitip gittiği çağlarda bile bir çocuğun inancının dünyayı değiştirebileceğini fısıldanıyor kulaklarımıza kitabın her satırını okurken.

Salman Rushdie’nin bu eseri, yalnızca bir çocuk kitabı değil, anlatının, dilin ve özgürlüğün iç içe geçtiği bir çağdaş klasik. Onun roman evreni içinde belki en sıcak, en umutlu eseri. Fakat aynı zamanda en politik olanlardan da biri çünkü kelimelere inanmak, hikâyeleri anlatmaya devam etmek, bu çağda hâlâ en anlamlı direniş biçimi. Çünkü hikâyeleri susturmak bir yerde dünyayı susturmaktır.