Kulağımda Farid Farjad’ın ağlayan kemanı var şu an. Odam mor ışıklara gömülmüş, bilgisayarım önümde, ve ben yine buradayım…
Yazmak benim için önce bir terapiydi. İçimi döktüğüm, kimseye söyleyemediklerimi sessizce kâğıda bıraktığım bir yerdi. Ama zamanla fark ettim ki yazdıklarım birilerine ulaşıyor… ve dokunuyor.
İnsanların yaptığı güzel yorumlar, övgüler bana iyi geldi. Bazen bir yazının hiç tanımadığın birinin kalbinde yankı bulduğunu bilmek, maddi hiçbir şeyin veremeyeceği bir huzur veriyor.
Blog sayfam biraz günlüğüm aslında. Bir nevi “buradaydım, yaşadım, düşündüm” deme şeklim. Geleceğe bırakılmış bir iz gibi.
Fakat bugünlerde zihnimde çok fazla soru dolaşıyor.
Hayatı mükemmel giden insanlar var mı bilmiyorum ama benim için durum pek öyle sayılmaz. Geçmişte yaptığım hataların gölgesi hâlâ peşimde. Kendime bir amaç bulamadığım zamanlar oluyor. “Ben kimim? Ne olmak istiyorum?” soruları zihnimde cevapsız bir boşluk gibi duruyor.
Şu sıralar bana iyi gelen sadece üç şey var:
uyumak, müzik dinlemek ve yazmak.
Ama bunlar bile kendimi bulma yolculuğuma pek katkı sağlamıyor gibi.
Bir süredir internette gezip insanları, fikirleri, hayat hikâyelerini araştırıyorum. Geçenlerde önüme bir video düştü. Ünlü bir adam “Bir kitap okudum ve hayatım değişti” diyordu.
Elbette merak ettim. Umutsuz bir anda, belki bir mucize olur umuduyla kitabı aldım.
Kitap: Rezonans Kanunu
İki gün içinde bitirdim.
Evet, içinde bilimsel açıklamalar ve somut örnekler vardı. Ama bazı yerlerinde yazara katılamadım.
Mesela…
Nasıl ki reçetesiz ilaç kullanmamalıysak, bu tarz “enerji, rezonans, titreşim” temelli uygulamaların da kendi kendine yapılması bana çok doğru gelmiyor. Yanlış beklentiler, yanlış sonuçlar doğurabiliyor.
Kitapta geçen “inanmak”, “rezonans alanı oluşturmak”, “benzeri çeker” gibi kavramlar kulağa hoş geliyor. Ancak benim çıkarımım şu oldu:
Hayatta hiçbir şey sadece enerjiyle, titreşimle veya evrenden istemekle olmuyor.
• Evet, benzer benzeri çeker…
Ama bu, “enerji” yüzünden değil; çaba, hareket, ortamlara girme, insanlarla tanışma ve emek yüzünden.
• Evet, istemek önemli…
Ama istemek sadece ilk adım. Gerisi çalışmak, denemek, düşmek, tekrar kalkmak.
• Evet, motivasyon var…
Ama başarı dediğimiz şeyin içinde maddi imkânlar, şans, zamanlama ve fırsat da var. Bunları yok sayıp her şeyi “evrene bağlamak” bana biraz yanıltıcı geliyor.
Hiç 1 lirası olmayan, hiçbir bağlantısı olmayan birinin sadece “iyi titreşim gönderdiği için” başarıya ulaştığını gördünüz mü?
Ben görmedim.
Bir de işin inanç boyutu var…
Biz şimdiye kadar isteklerimizi evrenden değil, Allah’tan istedik. Dualarla konuştuk, dileklerimizi ona sunduk.
Fakat çekim yasası, evren enerjisi gibi kavramlar popüler oldukça aklımda hep şu soru dönüyor:
“Bu bir nevi modern bir şirk mi?”
Eskiden insanlar putlardan medet umuyordu, şimdi başka isimle başka bir “güçten” isteniyor gibi geliyor bana.
Kader, teslimiyet, dua… tüm bunlar sessizce hayatımızdan uzaklaştırılıyor.
Tabii ki irademiz var.
Tabii ki hayatı değiştirme gücümüz var.
Ama bazı şeyleri tamamen “evren” ile açıklamak bana çok inandırıcı gelmiyor.
Sonuç olarak…
Benim çıkarımım şu:
Anahtar bizde.
Biz adım atmadan, düşünmeden, emek vermeden, çabalamadan bir mucize beklemek sadece güzel bir rüya.
Hayat, harekete geçene kapı açıyor.
Küçük adımlar bile olsa…
Bahaneleri duymadan, elimizdeki imkânlarla yola çıkmak gerekiyor.
Ve unutmayalım:
Pişmanlıklarımızın, geç kaldıklarımızın, yaptığımız hataların bile bugün bizi biz yapan bir tadı var.
Hamurumuz tam da bu karışımlardan oluşuyor. Ve bu karışımın özgünlüğü, bizi diğer herkesten ayırıyor.
“Rezonanslar, Sorgular ve Kendini Bulma Yolculuğu” was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.