Reform yapacakmış(!)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediğine göre 2026 reform yılı olacakmış! Bu söz, Türk siyasetinde çoktan içi boşaltılmış bir kavramın “Alın, ne hoşunuza gidecekse içini onunla doldurun” demekten başka bir anlam taşımıyor. Neyi reform edecekmiş? Mesela gelir dağılımındaki bozulmayı mı çözecek? Açlık sınırının altındaki asgari ücreti nereye kadar yükseltecek? “Reform” kelimesini herkes kendi beklentisiyle duyabilir ama sonunda halkın yoksullaşmasına yol açar. Sanayici “reform” deyince vergi indirimlerini, teşvikleri anlar; yabancı sermaye daha fazla imtiyaz bekler; emekçiler ise belki bu kez haklarının korunacağı umuduna kapılır. Ama sonuç hep aynı olur: iktidarın sahip olduğu iktisadi bakış açısıyla reform, geniş halk kesimleri için hak kaybı, güvencesizlik ve yoksullaşmadan başka bir şey doğurmaz.

Buradaki asıl çelişki ise Erdoğan’ın bu sözleri bir ‘yeni başlangıç’ gibi dile getirmesi. Oysa kendisi 23 yıldır iktidarda. Bir çeyrek yüzyıldır ülkeyi yöneten bir kişinin hâlâ “Büyük dönüşüm başlatacağız” demesi, aslında kendi geçmişinin başarısızlığını ilan etmekten başka bir şey değildir. Eğer Türkiye ekonomisinde yapısal dönüşümler yapılacak idiyse, bunun için fazlasıyla zamanı vardı. Tarım mı ayağa kaldırıldı? Hayır, çiftçi borca mahkûm edilip ithalata bağımlı hale getirildi. Sanayi mi güçlendi? Tam tersine, üretim zinciri dış girdilere daha çok bağlandı. Teknoloji mi yerlileşti? Gerçekte ithal bağımlılığı derinleşti. Gelir adaleti mi sağlandı? Rakamlar açık: Türkiye, tarihinin en eşitsiz dönemlerinden birini yaşıyor. Şimdi çıkıp ‘reform’ diyerek sanki yeni bir iktidarmış gibi vaatlerde bulunmak, aslında iktidarın kendi sicilini sıfırlama ve toplumsal hafızayı silme çabasıdır.

Dahası, Erdoğan’ın “Ağustos ayında son 45 ayın en düşük enflasyonunu gördük” cümlesi bir başarı hikâyesi gibi sunulsa da, aslında bir itiraftır. Bu ifade, neredeyse dört yıldır halkın yüksek enflasyon altında ezildiğini açıkça ortaya koyuyor. Son 45 ayda ücretler eridi, kiralar katlandı, gıda fiyatları dayanılmaz hale geldi. Milyonlarca insan borçla hayatta kalmaya çalışıyor, geçim derdi en ağır yük oldu. Şimdi ‘en düşük enflasyon’ diye anlatılan şey, halkın sırtında dört yıl boyunca taşınan bu yıkımın üstünü örtme girişiminden başka bir şey değil. Erdoğan’ın sözleri, başarının değil, halkı yıllardır enflasyona ezdirdiklerinin itirafıdır.

Üstelik “reform” adı altında neler yapılmak istendiğini de tahmin edebiliyoruz: esnek çalışma modelleri ile güvencesizlik, kıdem tazminatını yok etmek, tamamlayıcı emeklilik sistemi adı altında emekliliği piyasanın insafına terk etmek vs… Ücretler enflasyonun çok altında artırılarak yoksulluk derinleştirildi. Ek vergilerle hayatın her alanı pahalılaştırıldı, dolaylı vergilerle işçi ve emekçiler daha fazla yükün altına sokuldu. Sosyal harcamalar budandı, eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetler daraltıldı. Özelleştirmelerle halkın ortak varlıkları elden çıkarıldı, birikimler zengin çevrelere devredildi. Yani reform, iktidarın kafasında halkın kazanımı değil, haklarının budanması, yaşam koşullarının daha da ağırlaşması anlamını taşıyor.

Bugün dile getirilen enflasyon ve bütçe hedefleri de aynı boşluğu taşıyor. Erdoğan, enflasyonu 2025 sonunda yüzde 30’un, 2026’da yüzde 20’nin altına düşüreceklerini; bütçe açığını da yüzde 3,5’e indireceklerini söylüyor. Kâğıt üzerinde kulağa hoş bile gelmeyen bu rakamlar, aslında toplumun sırtına yüklenecek yeni ‘fedakârlıkların’ habercisi: ücretlerin bastırılması, maaş artışlarının düşük tutulması, sosyal harcamaların kısılması ve vergi yükünün artırılması… Yani faturanın yine emekçilere çıkması. İktidar, kendi yarattığı krizi çözmek için bedeli yine halktan çıkarmaya devam etmeyi planlıyor.

Reform kelimesi, Erdoğan’ın dilinde bir vaat değil, bir perdeleme. O perdenin arkasında ise aynı gerçek duruyor: kemer sıkma, hak kaybı, özelleştirme, yoksulluk. 23 yıldır ülkeyi yönetenlerin bugün hâlâ vaatlerle ortaya çıkmasını anlıyorum da buna inanacak olanların varlığına şaşırıyorum.