Photo by Bran Sodre on Unsplash
Zorunlu İyimserlik Çağı
Mutluluk bir duygu olmaktan çıkıp, bir görev hâline geldi.
Artık üzülmek bile ayıp gibi.
Bir şey kötü gittiğinde aklımızda hemen şu cümle dönüyor:
“Boşver, iyi düşün, pozitif kal.”
Sanki her duygunun üstüne bir gülümseme etiketi yapıştırmak zorundayız.
Oysa üzgün olmak insanca bir tepkidir sadece.
Ama biz, o duyguyu bile hemen bastırmaya, hemen düzeltmeye çalışıyoruz.
Çünkü bu çağda pozitif kalmak bir erdem değil,
neredeyse ahlaki bir zorunluluk gibi yaşanıyor.
Duygusal Diktatörlük
İçinde debelendiğimiz bu hız çağında,
bize dayatılan pozitiflik çağrısı
aslında bizi sürekli mutlu olma talebimiz varmış yanılgısına düşürüyor.
Sanki her zaman iyi hissetmek bir zorunlulukmuş gibi.
Bir şeyleri sorgulamak, rahatsız olmak ya da değiştirmek istemek
“negatiflik” olarak görülüyor artık.
Ve bu durum, neredeyse bir kusur gibi algılanıyor.
“Pozitif kalamadığında” bir suçluluk duygusu beliriyor.
Sanki moralimizin bozulması bile bir karakter zaafıymış gibi.
Kendimizi toparlamaya, iyiymiş gibi davranmaya mecbur hissediyoruz.
Artık sadece mutlu olmamız değil,
mutlu görünmemiz de bekleniyor.
Ve bu baskı,
en doğal hâlimizi bile maskeleme ihtiyacı yaratıyor.
Photo by Nik on Unsplash
Bir noktadan sonra bu çaba, içsel bir diktatörlüğe dönüşüyor:
“Üzülmemelisin.”
“Güçlü olmalısın.”
“Hayat devam ediyor.”
Keder, öfke, kırgınlık gibi duyguların hepsini
“istenmeyenler” listesine atıyoruz.
Oysa duygularını bastıran bizler kendimizden uzaklaşıyoruz.
Ve sonunda, tükenmişlik ile yetersizlik hissi içimizde yeşeriyor.
Gerçekliğin Bastırılması
“Her şey düşüncede biter.”
Bu cümle kulağa umut verici geliyor.
Ama hayatı sadece düşüncede çözmeye çalıştığımızda,
eylemi, hatta gerçekliği unuturuz.
Kötü bir şey yaşadığımızda tek yapmamız gereken
“iyi düşünmekmiş” gibi davranırız.
Zamanla eylemin yerini niyet alır.
Bir şeyleri değiştirmek yerine,
sadece hislerimizi değiştirmeye çalışırız.
“Yeter ki pozitif olayım, her şey düzelir,”
diye kendimizi ikna ederiz.
Ama hiçbir düşünce,
değişmeyen bir gerçeğin ağırlığını sonsuza kadar taşıyamaz.
İyi hissetmeye çalışmak,
bazı durumlarda değişmekten kaçmanın gizlenmiş hâlidir.
Oysa acı, rahatsızlık ya da hayal kırıklığı
bize bir şeylerin artık eskisi gibi gitmediğini anlatan işaretlerdir.
Onları bastırmak, sadece değişim fırsatını erteler.
Gerçeklik, yalnızca iyi düşünerek değil,
tüm duygularla yüzleşerek oluşur.
Photo by lonely blue on Unsplash
Gelişmek için Rahatsız Olmak
Hiç kimse değişimi huzurlu bir anda karşılamaz.
Değişim genellikle hayatla ilgili küçük rahatsızlıklarla başlar.
Bir şeyler yerinden oynar, anlamını yitirir,
ama biz buna hemen karşılık veremeyiz.
İnsanı hayatta en çok zorlayan durum, “belirsizlik” hâlidir.
Bir huzursuzluk hissettiğimizde,
“Bir şeyler ters gidiyor olmalı,” deriz.
Oysa bazen tam olarak ters gidiyor olması doğrudur.
Çünkü büyümek, çoğu zaman konfor alanının dışına çıkmakla ilgilidir.
Orada huzur değil, bilinmezlik vardır.
Ve o bilinmezlik bize,
kendimizi yeniden şekillendirme gücünü de verir.
Zihnimiz belirsizliği yok etmek için var gücüyle çabalar.
Pozitif düşünce trendlerinin bu kadar kolay benimsenmesi de bundandır.
Çünkü bizi geçici bir rahatlamayla belirsizlikten uzaklaştırır.
Fakat her şeyin yolunda olduğuna inanmak,
çoğu zaman hiçbir şeyi değiştirmemek anlamına gelir.
Kısa vadede iyi hissettirse de,
uzun vadede bizi eylemsizliğe ve kaderciliğe sürükler.
Gerçek ilerleme,
her şey yolundaymış gibi davranmaktan değil,
bir şeylerin artık aynı kalamayacağını fark etmekten doğar.
Ve bu farkındalık,
daima bir eylem gerektirir.
Photo by NEOM on Unsplash
Duygusal Çeşitlilik
İnsanın duygusal gücü, hep güçlü kalabilmesinde değil;
tüm duygularına yer açabilmesindedir.
Mutluluk kadar hüzün, umut kadar korku da insana aittir.
Ama biz, duyguları “iyi” ve “kötü” diye ayırarak büyüdük.
Kederi zayıflık, öfkeyi tehdit,
kaygıyı ise kontrolsüzlük olarak öğrendik.
Sonra da bu duygular kendini gösterdiğinde,
hemen bastırmaya, hemen susturmaya çalıştık.
Oysa duygular, içimizde olup biteni anlatan işaretlerdir.
Onlardan kaçtıkça, kendimizden de uzaklaşırız.
Duygusal dayanıklılık,
acıya karşı koymak değil;
acıyla birlikte kalabilmektir.
Gerçek denge, sürekli pozitif kalmakta değil,
her duygunun içinden geçebilme cesaretindedir.
Çünkü insan, yalnızca mutlu olduğunda değil,
her duygusunu yaşadığında tamamlanır.
Maskeli Yaşamın Bedeli
Sürekli pozitif görünmeye çalışmak,
bizi hayata uyumlu gösterir belki;
ama aynı zamanda gerçeklikten uzaklaştırır.
Çünkü hissetmediğimiz bir mutluluğu sürdürmek,
zamanla sahici olan her şeyi siler.
Kendimize karşı dürüstlüğümüzü kaybeder,
gerçek özgürlük fırsatını da elimizden kaçırırız.
“Pozitif düşünme” çabası,
bir süre sonra içsel bir yorgunluğa dönüşür.
Gerçek duygularımızı bastırdıkça,
hayatla aramızda kilometrelerce mesafe oluşur.
Ancak bastırdığımız hiçbir duygu yok olmaz.
Sadece sessizleşir,
ve zamanı geldiğinde
hayatımızın direksiyonuna geçmek sırasını bekler.
Photo by Naveen Chandra on Unsplash
Gerçek Olmak
Hiç kimse hep iyi hissederek yaşayamaz.
Ve mesele de bu değildir zaten.
Hayat, sadece iyi hissederek değil;
tüm hislerle bağ kurabilirsek özgürleşir.
Çünkü önemli olan, pozitif olmak değil
gerçek kalabilmektir.
📷 @kirismustafa
Pozitif Düşünmek Zorunda mıyız? was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.