Pijamalı adam

Cumhuriyet Halk Partisi lideri Özgür Özel’in geçen hafta kurultay nutkunda kulaklarını çınlattığı şu “Pijamalı Adam” sembolünün üzerine, rejim ve yandaşları atladılar hemen. Hani şu geçmişte, birilerinin icat ettiği “Göbeğini Kaşıyan Adam” ve “Bidon Kafalı Adam” kavramlarıyla aynı kefeye koydular.

Oysa ki, Özel’in sözünü ettiği “Pijamalı Adam” (bundan böyle PA diye analım) bambaşka ve bu dönemin siyasi mücadele sürecinde çok önemli bir yer tutacak, çok önemli ve üzerinde hassasiyetle çalışılması gereken bir simge niteliği taşıyor.

Şöyle diyordu CHP lideri:

“… Elinde TV kumandası, üstünde pijaması, evde oturanlara sesleniyorum. Gün sokaklara çıkma meydanlara akma günüdür. Gün dayanışma, direnme günüdür. Gün bu kara düzene itiraz etme günüdür. Ya evinde o pijamayla oturup sıranın sana gelmesini bekleyeceksin ya da meydanlara çıkıp bizimle birlikte bu darbeyi püskürteceksin…”

Son yıllarda, bir muhalefet liderinin ağzından çıkan en “nokta atışı mesaj” diyebilirim. Özel, PA’ya seslenirken, TV karşısında olup biteni izleyip oturma odasının konforundan alkış tutup, belki marşlara, şarkılara, sloganlara eşlik etmenin, “Tayyip istifa” diye bağırabilmenin kolaycılığını terk etmesini istiyordu. Yazın sıcağında, kışın ayazında, yağmur – kar altında bir kentin – kasabanın meydanında eyleme (Özel’in deyimiyle darbeye karşı direnişe) katılma çağrısı son derece yerindeydi.

Ancak…

CHP liderinin, bu haklı çağrıyı yaparken hedefe “tam isabet” sağlamasının formülü, bence birkaç nüansı daha hesaba katmasına bağlı. O nüans, meydanlarda salonlarda yaptığı tüm konuşmalarda asıl vurguyu “Ekrem Başkan, İBB ve CHP(sıralamayı belirgin biçimde böyle yaparak) şeklinde yapma hatası olamaz mı?

Bu vurgu PA’nın, elindeki kumandayı fırlatıp, pijamayı üzerinden çıkarıp, hattâ çıkarmadan doğrudan kabanını giyip meydana koşmasına yetmiyor.

Evet, meydanların 19 Mart’tan bu yana azalmayan coşku ve heyecanı, Özel’in toplumun Recep Bey Rejimi tarafından ezilen, mağdur edilen, anasından emdiği süt burnundan getirilen her kesimine seslenmesi, PA’yı cezbediyor.

Evet, Özel’in “Yiğidim Aslanım” ve “Kurtuluş Yok Tek Başına” şarkıları, finaldeki “Yürüyelim Arkadaşlar” marşı, yüreğinin ve atardamarlarının ritmini hızlandırıyor PA’nın.

Evet, sırtında yumuşak minderle kanepesinde oturup, “Diplomasız Erdoğan!” sloganını o meydandaki binlerce insanla birlikte atıyor ve başına bir şey gelmiyor olmasının konforlu keyfi, mest ediyor PA’yı.

Ama işte, onu “kapıdan dışarı fırlatacak ateşleme faktörü” için başka bir şey bekliyor.

PA’nın belki de asıl duymak istediği şey, en önemli ve en can alıcı talebi olan “emeğinin, alın terinin hırsızı olanların karşısında daha net bir duruş
sergilenmesi…”

Yani meselâ, otobüsün üzerinde vergi adaletsizliğinden, emeklinin ve emekçilerin alın terinin hakkının verilmemesinden söz eden ana muhalefet liderinin, bunu hep getirip “Diplomasız Erdoğan”a bağlaması, biraz (bence bir hayli) eksik kalıyor.

Yani meselâ, her sömürüden ve patronlardan söz ettiğinde, mutlaka hemen araya “Aman! Kimse benim sermayeye düşman olduğumu filan sanmasın” diye bir tashih yapması ve emek sömürüsünün asıl müsebbibi olan sermaye sınıfını ürkütmemek için “abartılı bir ısrar” içinde görünmeye çalışması da PA’nın “kanepeden – divandan” fırlamasını geciktiriyor olabilir.

Recep Bey Rejimi’nin, on yıllardır bu topraklar insanının iliğini kemiğini sömüren o sermayenin “hamiliğini” yapması elbette belirgin bir olgudur. Ama TV başındaki PA’ya “Sömürünün asıl failini, kendisini bire bir hedef alan sömürgenin kim olduğunu” kavratmak gibi bir görevi olduğunu da unutmamalı Sayın Özel.

Yine, az önceki “vurgu önceliğine” dönersek, Recep Bey Rejimi’nin hışmına uğrayanlar arasında Ekrem Bey’in, öteki başkanların ve bürokratların “listenin en başında” yeralmasından ziyade, fabrikada örgütün “Ö”sünü, sendikanın “S”sini, medyada haberin “H”sini, eleştirinin “E”sini aklından geçiren herkesin hedef olduğuna vurgu yapması, yani asıl hedefte PA’nın kendisinin bulunduğunu anlatması daha isabetli olmaz mı?

Ezcümle… Onca insanın meydanlara toplanması ve bu toplantının artık o meydanlardan taşması gereğinin arkasında bizzat ciddi bir sınıf mücadelesinin, özgürlükler mücadelesinin bulunduğunu, biraz daha cesur anlatmaya yönelmekten söz ediyorum. Bu konudaki çekingenliğin bir kenara koyulmasından söz ediyorum.

Mesela, laiklik konusunda vurgu yaparken, artık eski CHP’nin şu itici kodlarından arınıp (madem değişim diyorsunuz) konu her açıldığında “Bizim başörtülü mütedeyyin insanlarla bir problemimiz yok. Zaten gelecek seçimde mutlaka (niye mutlaka?) başörtülü milletvekilimiz olacak” diye anlamsız bir güvence vermeye çalışmamaktan söz ediyorum. CHP’nin “inançlı ve laik” milyonlarca insanın varlığını artık hatırlaması gerektiğini de düşünüyorum.

Mesela, parti programı oluşturulurken dönemin koşulları (19 Mart darbe sürecinin yarattığı yoğun saldırı ortamı tabii ki önemli bir handikaptır) ne olursa olsun, hem toplumsal katılımın daha geniş sağlanabileceğine, hem de kılcal damarlara daha hitap eden, mücadelenin “sınıfsal özünün daha iyi anlatıldığı ve savunulduğu” ve kamuoyuna daha iyi anlatılmış bir programın PA’yı da (PK’yı da Pijamalı Kadın yani) o meydanlara daha “koşar adım” çekebileceğini hatırlatmak istiyorum.  

Bir gün, meydanların pijamalılarla dolu taşacağına inancımı da yitirmiyorum. O gün gelecek.