İş cinayetleri hız kesmeden devam ediyor.
En son Cumartesi günü Kocaeli Dilovası’nda parfüm imalatı yapıldığı bildirilen bir depoda çıkan yangında üçü çocuk yaşlarda altı kadın işçi öldü, biri ağır olmak üzere dört işçi yaralandı.
İddialara göre bina kaçak, depo da ruhsatsızmış. Binada söndürme sistemi de, yangın merdiveni de, yangın çıkışı da yokmuş. Zaten yerleşim yerinin içinde olan bu kimyasal tesisin bitişiğinde de bir benzin istasyonu varmış.
Çevredeki yurttaşlar tesisi defalarca CİMER’e şikayet ettiklerini, ama hiçbir işlem yapılmadığını, önlem alınmadığını belirtmişler. Tesiste sigortasız işçi çalıştırıldığı da iddialar arasında.
Olayın sıcaklığıyla ortaya atılan bu iddiaların hangisi ne kadar doğru, başka ne tür usulsüzlükler var soruşturma, dava süreçlerinde ortaya çıkar ama Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hızla açtığı soruşturmaya bakılırsa doğru olma ihtimali yüksek görünüyor. Yoksa SGK’nın Kocaeli İl Müdürü ve Müdür Yardımcısı, Gebze Sosyal Güvenlik Merkezi Müdürü, Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü, İŞKUR Dilovası Hizmet Merkezi Müdürü ve CİMER’den Sorumlu Şube Müdürü ile bir personeli “soruşturmanın selameti açısından” alelacele açığa alınmazdı.
∗∗∗
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin açıkladığı son rapora göre Ekim ayında en az 169, bu yılın ilk on ayında ise en az 1.737 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Geçen yıl ölen işçi sayısı ise en az 1.897.
Meclis aylık, yıllık raporlarını açıklarken “en az” ibaresine özellikle dikkat çekiyor. Çünkü kendi açıkladığı sayıların SGK’nın resmi sayılarından yüksek de olsa bütün iş cinayetlerini kayıt altına alamadığını biliyor. Gerçek tablo daha da vahim.
∗∗∗
Oysa 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 2012 yılında kabul edilmiş ve 2013 yılı başından itibaren yürürlüğe girmişti. Kanun kamu kurumları ve az tehlikeli sınıfta olup elliden az işçi çalıştıran işletmeler için defalarca ertelendiyse de nihayet bu yılın başında o ertelemeler de sona ermişti. Yani, şu an Türkiye’deki bütün çalışanlar Kanun kapsamındaydı.
Nitekim daha ikinci maddede Kanunun kapsamı şöyle tanımlanıyordu; “Bu Kanun; kamu ve özel sektöre ait bütün işlere ve işyerlerine, bu işyerlerinin işverenleri ile işveren vekillerine, çırak ve stajyerler de dâhil olmak üzere tüm çalışanlarına faaliyet konularına bakılmaksızın uygulanır.”
Kanuna göre işveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamak, bu çerçevede “Mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapmak” ile yükümlü idi.
İşveren tabii ki bu yükümlülüğü tek başına yerine getirecek değildi. Alanın profesyonelleri işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarından destek alacaktı. Bu profesyoneller işverene rehberlik ve danışmanlık yapacaklar, görev aldıkları işyerinde görevleriyle ilgili mevzuat ve teknik gelişmeleri göz önünde bulundurarak eksiklik ve aksaklıkları, tedbir ve tavsiyeleri belirleyecekler ve işverene yazılı olarak bildireceklerdi. Eksiklik ve aksaklıkların düzeltilmesinden, tedbir ve tavsiyelerin yerine getirilmesinden işveren sorumlu olacaktı.
İşyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarına acil durumlarda işin durdurulması yetkisi bile tanınmıştı.
∗∗∗
Her şey kağıt üzerinde gayet güzel görünüyordu.
Peki pratikte ne oldu?
Kanundan sonra çok az işveren tutumunu değiştirdi. Kahir ekseriyeti eskiden olduğu gibi işçi sağlığı ve iş güvenliğini kağıt üzerinde yerine getirmek mecburiyetinde oldukları yasal bir zorunluluk ve mali bir yük olarak görmeye devam etti. Bu arada Kanunla birlikte işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı sektöre dönüşmüş ve piyasayı adına Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi, OSGB’ler sarmıştı. Bir nevi kiralık işçi bürosu olan OSGB’ler birbirleriyle kıyasıya rekabet ediyorlardı. Tabii ki bu rekabetteki hedef hizmetin kalitesini yükseltmek değil, diğerlerinden ucuza pazarlamaktı. Bunun için özellikle yaşlı, emekli doktorların, iş güvenliği uzmanlarının diplomalarını, daha doğrusu sertifikalarını kiralamak da dahildi.
Zaten ister OSGB’den satın alsın, ister kendi çalışanı olsun işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarının ücretini işverenler kendileri ödüyordu. İş güvenceleri iki dudağı arasından çıkacak söze bakardı. Bu durumda onların bağımsız çalışabilmeleri mümkün değildi.
İşler eski tas, eski hamam devam edebilirdi.
Nitekim öyle oldu.
∗∗∗
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu bu yılın sonunda yürürlükteki on üç yaşını dolduruyor. Cumartesi günkü yangında da gördük. Bu zaman zarfında iş cinayetleri azalmadığı gibi azalacağına dair bir emare de gözükmüyor.
Peki İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ne işe yarıyor?