Işıl ÇALIŞKAN
Türk pop müziğinin belleğinde özel bir yeri var Ali Kocatepe’nin. 1968’de ilk plağını doldurarak başlayan yolculuğu, 1973’te İstanbul’da kurduğu Bir Numara Plak, onu sahnenin önünden prodüksiyon masasına taşıdı. O yıllarda Bülent Ortaçgil, Nükhet Duru, Sezen Aksu ve Modern Folk Üçlüsü gibi isimlerle yaptığı çalışmalar, yalnızca birer prodüksiyon değil; Türk popunun yönünü değiştiren işlerdi.
Üç yüzü aşkın beste, bugün hâlâ dillerden düşmeyen şarkılar ve zamanın ruhunu yakalayan aranjeler… Kocatepe, bazen kendi sesinde büyüyen, bazen başkalarının yorumuyla efsaneleșen bir repertuvarın mimarı. Bugün hâlâ Aysun Kocatepe ile sahnede.
Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet şarkılarından oluşan özel konserlerle, müziğin hafızasını diri tutmayı sürdürüyor. Yarım asrı aşan üretimin içinden, bir ömrün müzikle kurduğu ilişkiyi konuştuk.
“Bir Numara” plak yapım şirketini kurduğunuzda müzik sektöründe nasıl bir boşluğu doldurmak istediniz?
Vallahi kimsenin aklına gelmeyen ya da cesaret edemeyeceği işleri yapmaya çalıştım. Mesela ilk longplay’im, Bülent Ortaçgil ile yaptığım longplay’dir. Bülent Ortaçgil o dönemde müziğe küsmüştü. Tanışıyorduk, çalışmalarını çok beğeniyordum. Şirketi kurduğumda onu buldum, oturduk konuştuk. “Sana bir albüm yapmak istiyorum” dedim.
“Sen deli misin, iflas mı etmek istiyorsun? Şirketi yeni kurmuşsun” dedi. Ben ise “İdealist biriyim, idealist işler yapmak istiyorum, senin de hayranınım” dedim. Gözleri doldu. Çünkü Türkiye’de anlaşılmadığını düşünerek ülkeyi terk edip İngiltere’ye gitmeyi planlıyordu. Kimya mühendisliğinden yeni mezun olmuştu ama müzikte yapmak istediklerini yapamıyordu.
Onno Tunç ile görüştüm, orkestrasyonları o yaptı. Bülent’in Benimle Oynar mısın? albümünü hayata geçirdik ve benim prodüktör olarak yaptığım ilk albüm, Türk müzik tarihinin başyapıtlarından biri oldu.
Kesinlikle öyle. Sonrasında neler geldi?
Ardından Nükhet Duru ile yaptığım çalışmalar, Gökben’le ilgili prodüksiyonlar… Çok iyi müzisyenlerle çalıştım. Sezen Aksu, Nükhet Duru, Ayşegül Aldinç…
Unkapanı’nda “Kim bu? Neler yapıyor? Saçma sapan şeyler yapıyor, bunlar tutar mı?” diyenler, albümler tutmaya başlayınca hayranlıkla izlemeye başladılar. Modern Folk Üçlüsü – 40 Yıl Sonra albümünü yaptım, o da olay oldu.
Nükhet Duru’nun Bir Nefes Gibi albümü, ardından Melankoli albümü; Gökben’e yaptığım Samanyolu; Kamuran Akkor’a yaptığım Türk sanat müziği albümü… Kamuran Akkor konservatuvarda Türk sanat müziği bölümünde okuyordu; çok başarılı bir albüm oldu.
45’lik plaklarda o kadar farklı işler ortaya koyduk ki kaç kişi yıldız oldu. İskender Doğan Kan ve Gül ile patladı. Seyyal Taner Şimdi Sen Varsın ile parladı. Aydın Ural Nerelerdeydin ile öne çıktı. Özdemir Erdoğan, Keman Öğretmeni ile şöhretine şöhret kattı. Eurovizyon maceraları başlayınca hikâye daha da uzadı.
Ama işin ticaretine hiç bakmadım. Unkapanı’nda hiç yerim olmadı. Tanıdığım plakçılar basılan plaklarımın dağıtımını yaptı, ben prodüksiyonlarla, bestecilikle ilgilendim.
Başka birinin sesinde kendi şarkınızı duyma motivasyonu nereden geliyor? En nihayetinde siz de yorumcusunuz.
Evet, ben de yorumcuyum ama bir yorumcu her şeyi yorumlayamaz. Bir şarkı yapıyorsunuz; mesela Ben Sana Vurgunumu’yu yaparken Nükhet’in menajerliğini de yapıyordum. Mehmet Teoman’dan ayrılmışlardı o dönemde, Nükhet’in şarkıya ihtiyacı vardı. Onun ses aralığını, sesinin özelliklerini düşünerek Ben Sana Vurgunum’u besteledim.
Bazı şarkıları Nükhet’e vermemin nedeni onun çok iyi değerlendireceğine inanmamdı. Sezen Aksu’ya iki şarkı verirken, o şarkıların ona “cuk oturacağına” emindim. Çocuklar Gibi, Meskenim Dağlar Sezen Aksu tarafından çok güzel yorumlandı.
Özdemir Erdoğan’a ilk kez teklifi götürdüğümde Keman Öğretmeni için “Bu ona çok yakışacak” diye düşünüyordum. Yanılmadım, olay patladı. Sonra Eurovision için Sezen Aksu ile Özdemir Erdoğan’ı bir araya getirdiğimde belki bugüne kadar yapılmış en iyi düetlerden biri olan Küçük Bir Aşk Masalı’nı besteledim.
Elbette yanlış işler de yapıyorsunuz ama onlardan ders alıyorsanız, onlar size çok yardımcı oluyor. Yaptığınız hatalar, neyi yapmamanız gerektiğini gösteriyor. Bu sayede o heyecanımı yıllarca devam ettirdim. 90’lı yıllarda Suat Suna’nın ilk albümünü de ben yaptım, o da çok başarılı oldu.
Yapımcı Ali Kocatepe ile yorumcu Ali Kocatepe arasında çatışma olur mu?
“Bu şarkıyı ben söylemeliyim,” dediğim anlar oldu. O zaman kendi 45’lik plağımı ya da longplay’imi hazırladım. Sonra kaset ve CD dönemine geçildi, orada da devam ettim.
Ama “Bu şarkıyı ben yorumlayamam, tadını veremem” dediğimde, bestelediğim şarkıyı en güzel kimin yorumlayabileceğini düşünür, o kişiye giderdim. İşler başarılı olduğu için kimse geri çevirmedi.
Yani yapımcı Ali Kocatepe, yorumcu Ali Kocatepe’ye neyi yapması, neyi yapmaması gerektiğini gayet iyi anlatan, “baskın karakter” diyebilirim. Patron yapımcı Ali Kocatepe’dir.
Birçok ustanın şiirini bestelediniz: Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Ümit Yaşar Oğuzcan… Bir şiiri şarkılaştırmaya değer kılan nedir?
Sizde yarattığı etki. Bir şiiri okuyorsunuz, birdenbire içinizde o kelimeler melodilere dönüşmeye başlıyor; bir müzik olarak akmaya başlıyor. Sabahattin Ali’nin şiirlerini bestelerken bunu çok hissettim.
Bazen kendi yazdığım sözlerle kendimi yönlendirdim, “Böyle bir beste çıkarmalıyım” diyerek kendime yol gösterdim. Aysun’la yaptığımız çalışmalarda “Bu şarkı Aysun’a çok iyi oturur, bunu o söylemeli” dediğim şarkılar oldu, onları ona verdim. Başka sanatçılara verdiğim şarkılar da öyle.
En son bu yıl vizyona giren, Aysun’un seslendirdiği Bir Macera adlı şarkıyı bestelerken, Sabahattin Ali’yi düşünürken aslında Aysun’u merkeze aldım. Çünkü Aysun albümlerde sıfır kilometre bir Sabahattin Ali şarkısı söylememişti.
Sabahattin Ali şarkılarından oluşan bir albüm yaptık ama Melankoli, Benimsin Diyemedim, Çakır, Ben Sana Vurgunum, Çocuklar Gibi, Meskenim Dağlardır, Yaşamak gibi şarkıları daha önce başka yorumcular da seslendirmişti. Bunları repertuvara aldık; Aysun da okudu, ben de okudum. Çok güzel Sabahattin Ali konserleri yaptık. Sabahattin Ali’nin 110. yaşında bir konser vermiştik, rahmetli Edip Akbayram da konuk olarak katılmış, Aldırma Gönül söylemişti. Çok güzel işler çıktı. En son Bir Macera’yı özellikle Aysun’un “sıfır kilometre” bir Sabahattin Ali şarkısı okuması için besteledim. Yanılmadım; çok güzel seslendirdi.
Peki neden artık eskisi kadar üretken değilsiniz?
Çünkü eskinin şartları farklıydı. Şimdi gençler bir şarkının girişine, bile tahammül edemiyor. Hayat çok hızlandı. Bir şarkının hakkını vermek için iyi bir giriş, iyi bir “A bölümü”, sonra çarpıcı bir nakarat, tekrar A2’ye dönüş, sonra bir daha nakarat… Derken parça dört-beş dakika sürüyor. Gençlerin bu kadar dinlemeye tahammülleri yok; 20 saniye sonra vazgeçip başka bir parçaya geçiyorlar. Çok enteresan bir yere evrildi her şey.
İnternet çağında ve sosyal medyada, değişime yetişmek için çok gayret sarf ediyorum ama mümkün değil. Hiç olmazsa eski bantlara kaydettiğimiz iki kanallı stüdyo günlerinden, bugün “sonsuz kanallı”, sınırsız kayıt imkânlarının olduğu günlere geçişte geri kalmadım. Onları ıskalamadım. Fakat ticari olarak, “milyon tıklanıyor ama karşılığını alamayan” çok insan var. Sonuçta karşılığını alamadığınız bir ticari işte kayba uğramak, sizi sıkıntıya sokuyor. Buna dikkat etmek lazım. Bu yüzden, “Şunu yapmalıyım, bu çok iyi bir sonuç verecek” dediğimde, örneğin Cumhuriyet şarkısını yaparken masraf etmekten çekinmedim. Destek olanlar da oldu; Rotary’nin prodüksiyon aşamasında büyük katkısı vardı, onlara da teşekkür ederim.
Başladığım dönemlerde “sponsor” diye bir kavram yoktu. Sponsor düşünmezdik. Kendi gücümüzle yapar, kendi gücümüzle satar; korsana rağmen hayatımızı sürdürebilecek parayı kazanırdık. Telif hakları bile yokken… Evet. Yapımcı olarak korsandan şikâyet ediyorum ama eser sahibi olarak da telif meselesinin seyrini iyi bilen biriyim. 1951’de telif yasası çıkmış. İlk meslek birliği 1986’da MESAM olarak kuruluyor. O arada, dünyayı da takip ettiğim için bestelerimi Almanya’da GEMA’ya kaydettiriyordum. Sonra burada MESAM kurulunca oraya devrettim. En son MÜYORBİR de 2000’lerin başında kuruldu. Şu anda dört meslek birliği var. Bizim 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda sahip olamadığımız pek çok şeye, bugün üretenler sahip olabiliyor. Neyse ki biz de bugün bunlardan faydalanabiliyoruz. Klasikleşmiş besteleri olan bestecilerin şarkıları değerlendiğinde, dinlendiğinde ekonomik olarak da size katkı sağlıyor.
“Neden artık üretmiyorsunuz?” sorusunu biraz da üzülerek soruyorum. Çünkü hâlâ 90’lar popunu, günümüz üretimlerine oranla daha çok dinliyoruz. 90’lar nostaljisi diye bir gerçek var. Bu sizce nereden kaynaklanıyor?
O yıllarda yazılan sözler daha etkiliydi, daha naifti. Besteler, aranjörler tarafından dantel gibi örülür, titizlikle çalışılırdı. Prodüktörler de aynı titizlikle inceler, “Olmadı, yeniden deneyelim,” denebilirdi. Teknoloji ilerledikçe iş ucuzlamaya başladı. Gençler, aldıkları müzik bilgisiyle kendi odalarına kapanıp, bir ritim, bir loop üzerine kendi üretimlerini kurmaya başladılar. İş ucuzladı.
Bugünün gençleri 70’li, 80’li yılların melodilerini keşfettikçe onları yeniden düzenlemeye çalışıyorlar; cover yapıyorlar. “Şu şarkıyı da isteyelim, bunu da yapalım” diyorlar. Benim o yıllarda bestelediğim birçok şarkı bugün hâlâ dizilerde fon müziği olarak kullanılıyor, isteniyor. Birçok genç şarkıcı ve grup bu şarkıları coverlamak istiyor. En son Redd grubu Ben Sana Vurgunumu’yu yayınladı, zannediyorum bugünlerde çıktı.
Peki, günümüzde genç müzisyenlerin ekonomik kaygıları, sizce müziğin kalitesini nasıl etkiliyor?
Genç kuşaktan olup çok başarılı olan ve konser veren, konserlerini dolduran sanatçılar da var. Mesela benim çok beğendiğim Emir Can İğrek. Konserine de gittim, Babylon İstanbul’da. İzleyicisine baktım; salon doluydu, ilgi çok büyüktü, şarkıları ezbere söyleniyordu. Emircan gibi çok başarılı bulduğum gençler var; fırsat bulursam konserlerini izlemek istiyorum.
Böyle olanlar, konser gelirlerinden de para kazanmış oluyor. Fakat sadece şarkısı tıklanan, evinde bir şeyler hazırlayan gençlerin ticari geri dönüşü pek olmuyor. Bu olmadığında bir yerde tıkanmak zorunda kalıyorlar. Bu işin konserlere yansıması, size bir gelir sağlaması, bir döngü oluşturması lazım. Bunu başaran, o şansı yakalayan sanatçı sayısı çok fazla değil.
Ama yine de çok şey deneniyor; özellikle son dönemde rap müzikte…
Evet, rap müzik son dönemin en revaçta türlerinden. Bir de tabii “moda” oldu. Onu da başarıyla icra edenler var. Ama konserlere baktığınızda, yeni kuşaktan kaç kişi gerçekten kalıcı olarak çıkıyor, ona bakmak lazım. Emircan İğrek de 10 yıllık bir sanatçı; bu noktaya 10 yıl sonra gelebildi. Aslında gençlerle ilgili bir projem var. İki arkadaşla birlikte, 16 yaşında bir Fransız kızına dört şarkılık bir albüm yaptık. Daha doğrusu hazırladık, bugünlerde yayınlanacak. Türkçe okuyor. Dört tane şarkımı seçti. Cannes’da yaşıyor annesiyle birlikte. Fakat bir yıl Türkiye’de kalmışlar; Türkçe’ye ve Türk müziğine büyük ilgi duymuş. Adı Gali. Gali ile Emircan İğrek’e bir düet verdim; Küçük Bir Aşk Masalını birlikte okuyacaklar. Biri 16, biri 32 yaşında; yaşları da güzel denk geliyor.
Gali, yolladığım şarkılar içinden ayrıca Haklıydın Aslında, Benim Meskenim Dağlardır ve Çocuklar Gibi’yi de seçti, onları da okudu. Güzel bir çalışma olacağına inanıyorum. Kendi kendine klipler çekiyor, bayağı izleyicisi var. Ben de fırsat buldukça gençlerle aynı havayı solumak, onlardan enerji almak için projeler üretmeye devam ediyorum.