Politika Kolektifi
Hacettepe Üniversitesi’nde yemek hakkı mücadelesi tüm öğrencilerin ortak talebinin ifadelerinden birisi olarak yükseldi. 19 Mart direnişinin en önemli öznelerinden birisi olarak öne çıkan gençliğin tek adam rejimine karşı mücadelesini ÖTK’lara uzanan bir birlik ve dayanışma formları içinde, kendi ekonomik ve demokratik acil talepleri etrafında adım adım geliştirdi. Hacettepe öğrencilerinin mücadelesi tam da bu 19 Mart sonrası direnişin yeni bir etabı olarak hayat buldu. Bu mücadelenin meşru ve kitlesel bir temelde tüm öğrencilerin ortak mücadelesi olabilmesi; hareketin ve eylemin 19 Mart birliğinin yeni bir biçimi olması belki de yeni dönem için en önemli niteliklerinden birisi olarak öne çıktı.
Bugün iktidar iki yönlü bir saldırı yürütüyor. Birisi ülkücü faşistler eliyle provokasyonlar tertiplemek ikincisi de 19 Mart’ın gençlik dinamikleri arısında parçalanmayı körükleyecek müdahaleler yapmak.
FAŞİST PROVOKASYON DEVREDE
Hacettepe’ye yönelik Ülkücü faşist provokasyonunun devreye sokulması tam da öğrenci mücadelesinin meşru bir temelde geniş öğrenci kesimlerinin aktif desteğini alarak üniversite mücadelesinin genel çağrısına dönüşebilme potansiyeli oldu. Faşist provokasyon her zaman olduğu gibi bir kez daha bu mücadelenin öğrencilerin genel mücadelesi olmaktan çıkarılması ve geniş kitle bağlarının kopartılmasına yönelik bir operasyon olarak kendini gösteriyor. Üniversitelere yönelik her dönemdeki saldırı tam da benzer şekilde polis ve idarenin iş birliği içinde ülkücü faşist provokasyon eşliğinde gerçekleşir. Hacettepe’de faşistlerin saldırısın polis kuşatmasıyla sürdürülmesi de bunun bir göstergesi.
PLAN GENÇLİĞİ BÖLEBİLMEK
19 Mart’ta çok farklı politik yönelimlere ve ideolojilere sahip gençler mevcut iktidara karşı, ortak bir mücadele zemininde bulaşabildiler.
19 Mart direnişinin en önemli güçlerinden birisi olarak öne çıkan bu gençlik dinamiklerinin birbirine karşıt konumlara itilmesi iktidarın en baştan itibaren hayata geçirmeye çalıştığı bir plan. Direnişin içerisinde bunu başarmaları mümkün olmadı.
Ancak gelinen aşamada genel muhalefet cephesindeki özellikle de açılım sürecinin yarattığı gerilimlerin etkisiyle yaşanan parçalanmanın da sonucu olarak gençlik içerisinde de farklılıklar bir çatışma dinamiği olarak kışkırtılıyor. İktidar karşıtı muhalif gençliğin farklılıkları son dönemde Kürt-Türk karşıtlığı etrafında karşıt bir konuma doğru itiliyor. Bir kesim -birileri tarafından görevlendirilerek- bizatihi bu karşıtlığı kışkırtmak üzere harekete geçiriliyor. Bu da öğrenci mücadelesinin kırılması ve potansiyellerinin parçalanması için iktidarın uyguladığı bir başka taktik olarak gelişiyor.
BİRLİK, DAYANIŞMA VE MÜCADELE
Bu açık biçimde hayata geçirilen iktidar provokasyonları karşısında öğrenci hareketi kendi özgün talepleri etrafında mücadelesini geliştirmenin yollarını bulabiliyor. Kitlesel ve meşru bir öğrenci mücadelesinin Hacettepe’den Dil Tarih’e bir yemek hakkı mücadelesi etrafında örülebilmiş olması; bunun dışarıdan kurgulanmış faşist provokasyon ve saldırılar karşısında da güçlü kılıyor.
Her alanda olduğu gibi üniversitelerde de mücadelenin ana halkası AKP ve MHP iktidarı ve onların üniversitelerdeki tüm aparatları karşısında bir birlik anlayışı doğrultusunda; etnik ve mezhepsel her tür ayrımla yaratılmak istenen çatışmanın dışında Kürt Türk, Alevi Sünni hep beraber mücadelenin yollarını bulmak olmalı… Geleceği elinden alınan tüm gençlerin mücadelesini; ülkenin geleceğine sahip çıkma mücadelesi etrafında birleşen öğrenciler kazanacak…
***
DİRENİŞ KAVRAM OLMAKTAN ÇIKARKEN
Öğrenciler; gündelik, meşru ve somut taleplerin etrafında yan yana geldikleri alanlarda hem kendilerini hem de gençlik siyasetini dönüştürüyorlar. Özellikle 19 Mart’tan önce öğrenciler için soyut bir kavram olan “direniş” yemekhane sıralarında, bozuk asansörlerde, kira pazarlıklarında somutlanıyor ve yemekhane işgallerinde, ÖTK tartışmalarında, gençlik forumlarında büyüyor.
Türkiye’de kampüsler, yeni dönemde öğrencilerin meşru ve somut talepleri etrafında bir araya geldiği, tartıştığı, çözüm ürettiği ve harekete geçtiği direnişlere sahne oluyor. Yıllar geçtikçe derinleşen barınma sorunu, yetersiz KYK bursları, yemekhane zamları, gerici kuşatma ve özellikle 19 Mart direnişinin ardından artan baskı ve yasaklar, öğrencilerin kendi pusulasıyla açacağı yeni bir yolun ve sözünü yükselteceği yeni bir dönemin habercisi oldu.
Kampüslerde uzun süredir biriken öfke gençliğin somut ve yakıcı sorunlarıyla harlandı, öğrenciler var oldukları alanlarda bireysel ve basit gibi görünen taleplerini örgütlü bir hak arama mücadelesi haline getirdikçe toplumsal ve politik gençlik iradesinin de yolu açıldı. Öğrenciler her biri günlük yaşamın bir parçası olan meseleler üzerinden yeni bir dayanışma kültürünü inşa etti.
İktidarın yıllardır yürüttüğü ekonomi politikaları, gençlerin temel ihtiyaçlarının dahi lüks sayılacağı bir ekonomik yıkıma sebep oldu. Gençler ekonomik şartlar sebebiyle arkadaşlarıyla bir kahve içemediği, belediyelerin ücretsiz yemek kuyruklarında saatlerini geçirdiği, dolmuş parası vermemek için okula yürüyerek gittiği bir yaşama sürüklenirken bütün bunları sürdürmeleri için gerekli olan gelecek, dayanışma ve umut motivasyonlarından yoksun bırakıldı. Aylık 3 bin lira KYK bursuyla beslenme giderlerinin yarısını karşılayamayan gençlerin okullarındaki yemek zammı protestosuna veya yaşam koşullarının iyileştirilmesi için dağıtılan bir bildiriye kayıtsız kalması beklenemezdi. Bu nedenle öğrencilerin günlük, somut talepleri Hacettepe yemekhanesinde, Dil Tarih bahçesinde, Beyazıt kapısında karşılık buluyor.
“BİR SONRAKİ BİZ OLMAYACAĞIZ”
Barınma sorunu bazı gençlerin üniversiteye gidememesine, bazı öğrencilerin tarikat yurtlarına sürüklenmesine, bazı öğrencilerin okul vaktinden çoğunu çalışmaya ayırmasına sebep oluyor. Öğrencilerin barınma sorununa çözüm üretmesi gereken devlet kurumlarına aktarılacak bütçe vakıflara ve tarikatlara aktarılıyor. Gençler, kapasitesiz odalarda, güvencesiz yurtlarda, “denetimli serbestlik” koşullarında yaşamlarını sürdürüyor. Gençler; çözülemeyen barınma krizi, denetimsiz yurtlar ve güvencesiz koşullar nedeniyle yeni Enes Kara’lar, Zeren Ertaş’lar, Kasım Bulgan’lar olmak istemiyor. “Bir arkadaşımızı daha bu düzene kurban etmeyeceğiz” diyerek en temel hakları olan barınma için yan yana geliyorlar. Güvencesiz yaşam koşulları öğrencileri yalnızca yurtlarında vurmuyor. Kampüsler de kayyum rektörlerin ihmalleriyle, denetimsizliklerle ve cezasızlıkla kadınların tüfeklerle katledildiği, öğrencilerin palalarla saldırıya uğradığı alanlara dönüştürülmek isteniyor. Kampüslerini bu gerici karanlığa terk etmek istemeyen öğrencilerin okullarıyla kurduğu bağ bu saldırılara karşı gösterilen direnç ölçüsünde güçleniyor. Öğrenciler gününün çoğunu geçirdiği kampüslerde, dersliklerde, yemekhanelerde söz ve karar sahibi olmak istiyorlar. Gerici kuşatma; iktidarın dokunabildiği her alanda sürerken öğrencilerin özgür hissedebildiği kısıtlı alanlardan biri olan üniversite kampüsleri de bu gerici dönüşüme hapsedilmeye çalışılıyor. Kayyum rektörler eliyle kampüs içi sosyal kısıtlar, saat düzenlemeleri ve dinci – gerici eğitimin üniversitelere sokulmasıyla hızlandırılmak istenen bu dönüşüme karşı kampüslerini savunan öğrenciler “kamusal alan” bilinci de kazanıyor. Kamusal alanlarını iktidara terk etmek istemeyen gençlerin “üniversiteler bizim, gelecek bizim” sloganları üniversite yönetimine katılım, var olduğu alanları dönüştürme ve yaşamlarına sahip çıkma iradesiyle daha da anlam kazanıyor.
DİRENİŞ SOMUTLANIYOR
Öğrenciler; gündelik, meşru ve somut taleplerin etrafında yan yana geldikleri alanlarda hem kendilerini hem de gençlik siyasetini dönüştürüyorlar. Özellikle 19 Mart’tan önce öğrenciler için soyut bir kavram olan “direniş” yemekhane sıralarında, bozuk asansörlerde, kira pazarlıklarında somutlanıyor ve yemekhane işgallerinde, ÖTK tartışmalarında, gençlik forumlarında büyüyor.
Kendi gücünü tekrardan hatırlayan öğrenci hareketi artık yerelden genele, talepten direnişe ilerleyecek bir potansiyele hazırlanıyor. Ve görülüyor ki ne soruşturmalar ne gözaltılar ne de palalı çeteler bu potansiyeli yavaşlatamıyor.
***
MÜCADELEDEN NOTLAR – HACETTEPE ÖĞRENCİLERİ ANLATIYOR
GENÇLİĞİN SESİ PALAYLA KESİLMEK İSTENİYOR
Öğrenciler özgür ve demokratik bir üniversite istiyorlar, bu artık yalanlarla gizlenebilecek, baskılarla susturulabilecek bir talep değildir. Üniversite öğrencisi içinde hiçbir karşılığı olmayan bir çetenin üniversiteyi terörize etmesi karşısında gençliğin gerçek taleplerinin yakıcılığı ortadadır.
Hacettepe üniversitesi öğrencilerinin haftalardır tüm baskılara rağmen sürdürdüğü mücadeleyi, başta Ankara’da Hacettepe Üniversitesi ve DTCF’de meydana gelen saldırıları, bu fakültelerde ve üniversitelerde büyüyen öğrenci hareketinin artık baskıyla durmadığını gören iktidarın eli palalı çeteler yoluyla veya dışarıdan sokulma şahıslar aracılığıyla engellemeye çalıştığını görüyoruz.
Üniversite öğrencilerinin barınmadan yemek hakkına birçok meşru talebinin parçalanmaya çalışıldığı, hedef gösterildiği, insanların fişlendiği, fiziksel saldırıya uğradığı bir ortam görüyoruz. Bu fiziksel saldırılar sadece sivil faşist çetelerin değil aynı zamanda TEM ve MİT iş birliğindeki “emniyet mensubu” şahısların tek kullanımlık yasa dışı numaralarla aile aramalarına kadar giden bir saldırı süreci olduğunu söyleyebiliriz.
23 yıldır gençliğe dönük baskı politikaları, geleceksizlik ve yaratılan barınma ve geçim sıkıntıları sonucunda artık üniversitelilerin baskı karşısında sessiz kalacaklarını beklemek nafile. Rejim gençliğin özellikle 19 Mart’tan sonra giderek en geniş zeminde çoğalan ‘artık yeter’ sesini gerek yalan propaganda yoluyla üniversitelilerin arasında bir parçalanmayı örgütlemeye çalışarak gerekse ÖGB, polis, gözaltılar, palalı faşist çeteler aracılığıyla tüm gücünü kullanarak gençliğe dönük saldırılarını sürdürse de gençliğin taleplerini ve mücadelesini bastırmak mümkün değil.
Hacettepe ve Dil Tarih’teki yemekhane sorununa benzer bir şekilde gençlik çok farklı illerde, çok farklı yerellerde, tarikat yurtlarından, KYK yurtlarına, emek sömürüsünden, MESEM’lere kadar birçok alanda geleceksizlikle, hatta ölümle karşı karşıya. Bu koşullar sürdüğü sürece gençliğin tek adam rejimi karşısındaki tutumu, 19 Mart süreciyle kazandıkları eylemlilik deneyimi ve ruhuyla birleştirildiğinde, üniversitelerde yaşanan uyanışa, kararlı duruşa şaşırmamak gerek.
Zam politikaları, rezervasyon sistemleri gibi politikalarla beslenme hakkının dahi kuşatılması, iktidarın Türkiye ekonomisinin iyice neoliberalleşmesine, kamu sektörünün artık tamamen daraltılmaya çalışılmasına karşı bu kez yurtlardan yemekhaneye kadar artık gençlerin yaşamlarının üretiminde ve belirlenmesinde söz sahibi olmak istediği, söz söyleme eğiliminin de olduğunu görüyoruz. 19 Mart sürecinden sonra zaten birçok üniversitede öğrencinin sesini taşıyan devrimci ÖTK’lar eliyle öğrencilerin okul yönetimine aktif olarak katılması için çabalıyor.
25 senedir halkın sesini çalarak yaşama dair tüm söz hakkını şirket sahiplerine, saray memurlarına, tarikatlara teslim etmeye çalışan bir iktidarın karşısında kampüslerine, yurtlarına, beslenme ve eğitim haklarına sahip çıkan, kendi sözü ve fikri için mücadele eden gençlerin iradesi var. Sarayda ülke çapında hiçbir inandırıcılığı, kredisi kalmamış muktedirler, üniversitelerde temsili siyasal ritüellere sabrı kalmamış bir gençlik ve karşısına belki gözlerini korkutur umuduyla pespaye çeteleri çıkarmanın çaresizliği.
Öğrenciler fakültelerden, bölümlerden tutun yurtlara kadar örgütlenerek, bulunduğu her yerde kendi sözünü söyleme ve örgütlenmeye başladı. Uzun süredir iktidar baskısı, gerici faşist çeteler, kayyum rektörler eliyle yok edilen özerk ve demokratik üniversite mücadelesi gençliğin kendi eylemi ve sözü içerisinden yükseliyor.
19 Mart sürecinden önce Hacettepe’de Yurdum Cafe direnişi örneğine baktığımız zaman öğrenciler üniversitelerine daha bağlı. Bir gelecek kurma umuduyla geldikleri üniversitelerdeki koşullar ve ülkenin koşulları gençleri devrimci olmaya zorluyor. Yaşadıkları tüm alanlara, yurtlarına, kampüslerine yalnızca sahip çıkmakla kalmıyorlar, bu alanları dönüştürmek, söz ve yetki sahibi hale gelmeye çalışıyorlar.
Öğrencilerin talepleri etrafında yükselttiği bir mücadelenin karşısındaki baskıların yetersiz kalması kayyum rektörleri de alarma geçirmiş durumda. Hacettepe rektörlüğünün öğrencilerin meşru eylemlerini hedef alan eli palalı çetelerle öğrenciyi eşitlemeye çalışan açıklamaları da bunun bir göstergesi olarak düşünülebilir. Kayyum rektörler üniversitenin söz ve karar hakkını kaybetmesi, akademik özerkliğin ortadan kalkması ve üniversitenin doğrudan Saray’a bağlanması sürecinin en önemli aktörleriydi. Hacettepe’de verdiğimiz mücadele sırasında öğrencisinin karşısına çıkamayan, okula polis alarak gözaltılar yapan kayyumlar tam da tek adamın hayalindeki üniversitelerdir. Uzun süredir bu baskı altında sesi kısılan öğrencilerin yeniden yan yana gelişlerinde benzer reaksiyonlar gelişti. Üniversiteye dışarıdan gelerek ‘devir teslim töreni’ yapılması, palalı maskeli çetelerin öğrencilere saldırması bizzat üniversiteye dönük bir saldırıdır. Üniversitenin güvenliğinden sorumlu rektörlüğün barınma ve beslenme gibi en temel haklarını arayan öğrencileri hedef göstermek yerine tarihinde Maraş, Çorum, Madımak gibi kitle katliamları, hocamız Bedrettin Cömert gibi aydın katliamları olan, üniversite öğrencisi dahi olmayan bir çetenin mensuplarının okula nasıl girdiğini açıklaması gerekir. Demokratik hakları için mücadele eden öğrenciler kampüse polis sokularak gözaltına alınırken, palalı maskeli çeteler nasıl okula girebilmektedir? Hem Hacettepe’de hem de tüm üniversitelerde kayyum rektörlerin vermesi gereken cevap budur. Öğrenciler özgür ve demokratik bir üniversite istiyorlar, bu artık yalanlarla gizlenebilecek, baskılarla susturulabilecek bir talep değildir. Üniversite öğrencisi içinde hiçbir karşılığı olmayan bir çetenin üniversiteyi terörize etmesi karşısında gençliğin gerçek taleplerinin yakıcılığı ortadadır. Bilimsel düşüncenin merkezi olması gereken üniversite insanlığa hiçbir yararı olmayan çetelerin eline bırakılamaz. Üniversiteli artık bu çeteleri ve yalan propagandalarını yakından tanıyor. Özerk ve demokratik üniversite, insanca yaşanacak bir gelecek ve demokratik bir ülke için gençlik yeniden kendi mücadelesi içinde bir yol açıyor.
***
MÜCADELEDEN NOTLAR – EĞİTİM EMEKÇİLERİ ANLATIYOR
AKADEMİSYENLER ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMALI
Akademiyi etkileyen atmosferin kendi özgüllüğü bulunmaktadır. Rektör ve dekanların ve hatta bölüm başkanlarının atanıyor olması, bölüm akademik kurulu ve fakülte kurullarının görece demokratik ve katılımcı işleme emarelerini büyük ölçüde tırpanladı. Üniversite senatolarının oluşumları da büyük ölçüde atanmışlar tarafından şekillendiriyor. Dolayısıyla, demokratik ve özerk karar alma süreçlerinin yıllardır ezildiğini biliyoruz. Buna, muhalif pozisyona sahip akademisyenlerin CİMER’e ihbar edilmesi, verdikleri derslerin ellerinden alınması, sahip oldukları unvana karşılık gelen kadroların verilmesinin engellenmesi, ağır mobbing koşullarının dayatılması da eklenince akademideki siyasi baskının bir panoraması elde ediliyor. Buna akademik personellerin sayısının kademeli olarak azaltılarak iş yüklerinin arttırılması ve güvencesiz istihdam da eklenince, başta güvencelerini kazanamamış araştırma görevlileri ve doktor öğretim üyeleri olmak üzere akademinin üzerindeki bütün baskı pratikleri yerli yerine oturuyor.
Bugünkü konjonktürde öğrenci hareketinin demokratik, özerk üniversite ve yaşamsal-maddi koşullarının iyileştirilmesine ilişkin mücadelelerinin temposunun daha yüksek olduğunu ifade etmek gerekir. Türkiye’nin üniversite tarihinde de böyle olagelmiştir. Daha geniş üniversite gençliğinin ve eğitim ve bilim emekçilerinin yan yana getirilmesinin zemini, bu mücadelenin demokrasi ve geçim mücadelesi olduğu ilkesel olarak vurgulamaktır. Eğitim ve bilim emekçilerinin bu süreçte elini taşın altına koyan sendikalarda örgütlenmesine gayret etmek en kritik kazanım olacaktır. Aynı zamanda üniversiteler içinde kaybedilen bölüm ve fakülte kurullarının, üniversite senatolarının içinde bulunarak öğrenci hareketinin taleplerini üniversitenin her köşesinde dile getirmek ve idarecilerinin iki dudağının arasına bırakmamak da akademisyenlerin sorumluluğu altındadır. Eğitim ve bilim emekçilerinin sendikal mücadelesi ile öğrenci hareketi arasındaki organik bağı güçlendirecek mekanizmaların aceleyle kurulmasına da ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü, öğrencilere yönelik faşist-paramiliter saldırılar, öğrenci hareketinin, eğitim ve bilim emekçilerinin sendikal mücadelesiyle kuracağı ortak zeminden yalıtılmış olmasıyla da yakından ilişkilidir.
Öğrenci hareketinin bu sindirme politikalarından güçlenerek çıkacağını ümit ediyoruz. 19 Mart sürecinde gençliğe yöneltilen soruşturma dalgaları hem üniversite gençliğinin daha geniş kapsamlı örgütlenmesi hem de üniversite gençliğine yaptığı öncülüğün güçlenmesiyle karşılık bulmuştu. Bugün üniversitelerde provokasyonlarla öne çıkan faşist çetelerin, öğrencilerin ne yurt ve yemekhanelerde karşılaştıkları yaşamsal öneme sahip sorunlarına ne de gençliğin hasretini çektiği demokratik ve özerk üniversite fikrine öncülük yapacak teorik ve pratik kapasitelerinin sıfır olduğunu netlikle biliyoruz. Yeniden palalı saldırı biçimine de başvuran bu faşist pratikler, ırkçı hezeyanları ve kölelik düzeyinde itaatkârlığı kendine mal edinmiş bir avuç çete mensubu dışında kampüslerde meşru bir kabul zemini bulmamaktadır. 19 Mart sürecinden bu yana toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenmiş bir gençlik hareketinin dile getirdiği yaşamsal-maddi ve demokratik taleplerin sallamalar ve soruşturmalarla sindirilemeyeceği açıktır. Geniş üniversite gençliğinin ihtiyacı olan, daha fazla cesarettir.
***
19 MART’TAN BUGÜNE
KORKU DUVARLARI YIKIP ATILDI
• Üniversitelerde yeni eğitim – öğretim dönemi somut talepler etrafında şekillenen direnişlerle başladı. Her sene olduğu gibi okullar yemekhane zamlarıyla, materyal eksikleriyle ve yurt skandallarıyla başladı. 19 Mart Direnişiyle korku duvarlarını yıkan gençler yaşadıkları sorunlara karşı ayağa kalktı.
• İstanbul Üniversitesi öğrencileri, yemekhane ücretine yapılan zamma karşı 8 Ekim’de protesto düzenledi. “Günlük 100 TL ile iki öğün yetmiyor” diyen öğrenciler, zamların geri alınmasını talep etti.
• Hacettepe Üniversitesi öğrencileri de rektörlüğün aldığı rezervasyon sistemi kararına karşı ses yükseltti. Beslenme hakkının rezerve edilemeyeceğini ve okullarında beslenmek için ek ücret ödemeyi reddettiklerini belirten Hacettepeli öğrenciler, yemekhanede ek mesai yaptırılan işçilerin yerine öğrencilere yemek dağıttı. Ardından bu protestolar kolluk kuvvetinin müdahalesiyle karşılaşsa da sonraki günlerde rezervasyonsuz yemek mücadelesi devam etti.
• Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrencileri de türlü baskılara rağmen okul yemekhanesinde öğle ve akşam yemeklerindeki fiyat farkına tepki gösterdi. Gerici-faşist çetelerin provokasyonlarına rağmen devam eden protestolarda, “Beslenme hakkımız ve eğitim hakkımız için birleşelim” denildi.
• Samsun On Dokuz Mayıs Üniversitesi’nde de öğrenciler yemekhanelerine yapılan zammı ve üniversite yönetiminin aldığı Akbank kartı zorunluluğu kararını protesto etti. “Yemek hakkımızı bankalara teslim etmeyeceğiz” diyen öğrenciler, talepleri yerine getirilene kadar mücadeleyi sürdüreceklerini belirtti.
• Üniversitelilerin somut ve gündelik sorunlarından yükselen tek mücadele hattı yemekhane zamları değildi. KYK yurtlarında yaşanan ihmaller ve KYK burslarının yetersizliği de gençlerin yakıcı sorunları olarak gündemdeydi.
• Ankara’da Gölbaşı KYK Yurdu’nda kalan öğrenciler uzun süredir devam eden sıcak su sorunu ve niteliksiz yemek hizmetini protesto etmek için yurt önünde toplanırken aynı günlerde Osmaniye’de bulunan Cebelibereket Erkek Öğrenci Yurdu öğrencileri de benzer taleplerle protestolara başlamıştı.
• İlerleyen günlerde Osmaniye Cebelibereket Erkek Öğrenci Yurdu’nda kalan öğrenci Kasım Bulgan yurtta sıcak su bulunmadığı için soğuk suyla duş almasının ardından kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Yurt arkadaşları Kasım’ın vefatına tepki gösterirken pek çok ilde KYK Yurtlarındaki şartların iyileştirilmesi için gösteriler düzenlendi. Ankara’da “Kasım, Enes, Zeren yıkılacak bu düzen” sloganlarıyla Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’ne yürüyen SOL Genç üyeleri yürüyüşün ardından gözaltına alındı. Hacettepe öğrencileri ise ilerleyen saatlerde Kasım Bulgan için eylem düzenledi.
• KYK Yurtları gibi KYK bursları da öğrencilerin devletten yeterli desteği alamadığı bir diğer konu. Günlük 100 TL ile geçinmesi beklenen öğrenciler, yeni dönemin başlamasıyla KYK bursuna zam talep ederken, burs kesintilerinin ve yurttan atmaların bir ceza politikasına dönüştürülmesine karşı çıktı.
• Mersin’de 19 Mart protestolarına katılan öğrencilerin burslarının kesildiği ve yurtlarından atıldığının iddia edilmesi üzerine öğrenciler tepki gösterdi. Sonraki haftalarda İstanbul, Kadıköy’de KYK burslarının asgari ücretin yarısına sabitlenmesi ve tüm kredi borçlarının silinmesi talepleriyle basın açıklaması yapan 9 öğrenci gözaltına alındı. Aynı taleplerle yapılan eylemler Ankara’ya ve İzmir’e de taşındı.