Kaynak
“Gerçek devrim, bağırarak değil; sessizce, bir insana dokunarak olur.”
Paul Thomas Anderson’ın One Battle After Another filmi, politik hiciv ile kişisel yüzleşme arasındaki ince çizgide yürüyen, hem günümüz Amerika’sını hem de bireyin içsel hesaplaşmasını anlatan bir film.
Trump dönemiyle görünür hâle gelen sağ-faşist dalganın, göçmen karşıtlığının ve “vatanseverlik” kılıfı altındaki paranoyak milliyetçiliğin gölgesinde geçen hikâye, temelde bir baba-kız ilişkisinin etrafında şekilleniyor.
Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı Bob, bir zamanların paslanmış devrimcisi; artık korumacı, içkiye veya başka şeylere sığınmış ama içinde hâlâ bir yerlerde o eski ideallerin tortusunu taşıyor. Bu film, onun hem geçmişiyle hem de kızıyla olan bağını yeniden kurma çabası.
Tarafsız Bir Ayna: PTA’nın Politik Tavrı
Paul Thomas Anderson film boyunca taraf tutmuyor.
Tam tersine, tarafları ince işçilikle bir bir çözüyor.
“Woke” kültürün içi boş sloganlarını da, ırkçı beyaz sağın paranoyak söylemlerini de aynı mesafeden, yer yer karikatürize ederek önümüze koyuyor.
Her iki uç da çıplak hâliyle kalıyor.
Geride ise sadece insanın kendiyle olan savaşı, kişisel bir dönüşüm ihtiyacı kalıyor.
Film, devrimin yüksek sesle değil, sessizce, dalga dalga yapıldığını söylüyor bize.
Bob’un Sessiz Direnişi
DiCaprio’nun Bob’u, modern zamanın klasik “kız babası.”
Korumacı, çelişkili, farklı şekillerde bastırdığı geçmişin yüküyle ezilen bir adam.
French 75 adlı devrimci örgütün bir parçası olsa da ironik biçimde özgürlükçü değil; tam tersine, daha muhafazakâr, daha kontrolcü bir figür.
Kızı Willa ile arasındaki mesafe sadece bir kuşak farkı değil. O mesafe, Bob’un geçmişte yaşadığı ihanetin, yutamadığı yenilgilerin bir yansıması.
Kızına hem devrimci ruhu aşılamak, hem de kendi yaşadığı acılardan korumak istiyor.
Bu yüzden bazen kızının cesaretini eleştiriyor; bazen de onun sessiz başkaldırısında kendi gençliğini görüyor.
Willa’ya annesinin mektubunu ulaştırması, Bob’un içsel zincirini kırdığı an aslında.
Annesine duyduğu öfkenin, kızına engel olmasına izin vermemeyi öğreniyor.
Filmin sonunda Bob’un ilk kez cep telefonunu kullanmaya çalışması, onun değişen dünyayı kabullenmesinin sembolü. Artık eski bir devrim savaşçısı değil; yeni dünyanın içinde yerini bulmaya çalışan bir baba.
PTA bu noktada La Battaglia di Algeri’deki o cümleyi hatırlatıyor sanki:
“Devrimler, insanlar özgürlüğe hazır olduklarında değil, artık kaybedecek bir şeyleri kalmadığında başlar.”
Bob da kendi küçük devrimini tam da bu şekilde yapıyor — sessizce, kızıyla birlikte.
Sensei’nin Sessiz Kahramanlığı
Benicio del Toro’nun canlandırdığı Sensei, French 75 örgütüyle hiçbir bağı olmamasına rağmen, çaresiz birine yardım etmeyi seçiyor.
Onun Bob’a yardım edişinde bir ideoloji yok; sadece insana, adalete, dürüstlüğe inanan bir yürek var.
Sensei’nin yardımı, filmdeki en insancıl damar.
Gerçek devrimin manifestolarda değil, bir insanın diğerine el uzattığı o küçük, sessiz anlarda gerçekleştiğini hatırlatıyor bize.
Onun “karate salonundaki disiplin” ile “hayat karşısındaki merhamet” arasında kurduğu denge, Bob’un içsel kaosuna ayna tutuyor.
Sensei, Bob’un kendini yeniden inşa edebilmesi için bir nevi ruhsal kılavuz gibi.
Filmin sonunda onun sessizce ortadan kaybolması, kahramanlığın gürültüsüz doğasını temsil ediyor.
Sean Penn ve Çürüyen Değerler
Sean Penn’in canlandırdığı Steven Lockjaw, ülkesine hizmet etmiş, ödüller almış ama hâlâ “daha özel” biri olduğunu kanıtlamaya çalışan bir adam.
Ülkesine adadığı bir ömrün sonunda, kendi kimliğini kaybetmiş bir figür.
Lockjaw, One Battle After Another’ın en trajik karakterlerinden biri.
Penn, bu karakteri sadece bir hiciv figürü olarak değil, aynı zamanda çürüyen değerlerin sembolü olarak oynuyor. Yürüyüşü, omuzlarının düşüklüğü, ses tonundaki yorgunluk… hepsi bir dönemin ideallerinin çöktüğünü gösteriyor.
Bir zamanlar “kahraman” olan bu adam, şimdi sadece ait olmak isteyen biri.
La Battaglia di Algeri’in devrimcileri sokaklarda savaşırken, Lockjaw’un savaşı kendi içinde bitmiş durumda.
Film onun üzerinden bize şu soruyu sorduruyor:
“Bir inanç, kendine tapınmaya başladığında hâlâ değer taşır mı?”
Sonuç: Sessizce Devrim Yapmak
One Battle After Another bağırarak değil, fısıldayarak anlatılan bir film.
İdeolojiler, taraflar, sloganlar dağılıyor; geriye sadece insan kalıyor.
Perfidia’nın örgütünü ele veren kadın karakter olarak filmin sonunda kızına ilham olabilmesi, en ironik ama en insancıl anlarından birini gosteriyor.
Herkesin kendi içinde verdiği savaşlar var.
Ve o savaşlar çoğu zaman kimsenin duymadığı kadar sessiz.
Bob’un kızıyla yeniden bağ kurması, Sensei’nin yardımı, Lockjaw’un tükenen yüceliği…
hepsi aynı temanın yankısı:
Gerçek devrim, bağırarak değil; sessizce, bir insana dokunarak olur.
One Battle After Another: Sessiz Devrimlerin Hikâyesi was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.