Cahit Sıtkı Tarancı’nın Nazım Hikmet için yazdığı üzgün şiiri hatırladım: “Bir şey daha var yürekler acısı/Utandırır insanı düşündürür/Öylesine başka bir kalbağrısı/ Alır beni ta Bursa’ya götürür/…/Benerci Jokond Varan Üç Bedreddin/Hey kahpe felek ne oyunlar ettin/En yavuz evladı bu memleketin/Nazım ağabey hapislerde çürür.” Bu şiiri Tarancı 1947 ilkbaharında yazmıştır, Yaprak Dergisinin 25. sayısında yayımlamıştır.
Nazım Hikmet’in de bu içli şiire, hani “dışarda delikanlı bir bahar” türünden bıçkın bir edayla yanıt verdiği şiir de bilinir: “Sevdalınız Komünisttir/on yıldan beri hapistir/, yatar Bursa kalesinde/…/Hapis ama, zincirini kırmış yatar/en ala bir mertebeye ermiş yatar/yatar Bursa kalesinde”.
Beni de, kimilerimizi de elbette, üzen bir şey var, 30 yıl önce yitirdiğimiz Aziz Nesin’i yeterince okuyup değerlendirmeyişimiz. Okullarda zaten okutulmuyordur ama biz, çocukların Aziz Dede’sini kendi çocuklarımıza, çevremizdeki çocuklara öğütlüyor muyuz? Onun Türkiye’de geçmişin önemli bir yazarı olduğunu belirtirken, aslında geleceğimizin de en değerli yazarlarından olduğunu aklımıza getiriyor muyuz?
Radikal gazetesi, sonradan bir klişeye dönüşen ‘O bir Radikal’ sloganıyla çıkmıştı. Aziz Nesin için bu sloganı kullanırsak, korkarım ki bu yazı yetmez, o bir sosyolog, o bir filozof, o bir tarihçi, o bir yurtsever, o bir devrimci, o bir Doğrucu Davut, o bir baba, o bir dede, o bir adanmış, o bir şair, o bir yazar, o bir usta, o bir insan, o bir Aziz…
100’ü aşkın kitap yazmış, doğru bildiği, inandığı her şeyi sorgulamış, aklının ve yüreğinin yatmadığına, aynı dünya görüşünü de paylaşsa, itiraz etmiş, diyalektiğin ve eleştirel düşüncenin süzgecinden geçirmiş, hiçbir şeye gözünü kapamamış, sözünü sakınmamış, Aydınlanmanın bu coğrafya için, bu ülke için ekmek gibi su gibi gerekli olduğunu kavramış, askeri ya da sivil her darbede, demokrasinin olmadığı ya da varmış gibi yapıldığı günlerde bunun bedelini her biçimde ödemiş, korkup köşesine çekilmemiş, daha sert, daha doğru, daha ağır söylemiş söyleyeceğini, haklı çıkmakla yetinmemiş, herkesin hakkını savunmuş, en çok da suskunların, dilibağlı olanların sesi, sözü olmuş, onların yerine de yazmış, konuşmuş, karşı koymuş, varlığını ülkesinin varlığına, geleceğine, çocuklara armağan etmiş, tanıklıklardan, anlatılardan, anlatılanlardan da bilindiği üzere ‘cimri’ olarak adlandırılmaktan hiç çekinmemiş, hatta buna gülmüş, tam da Nazım Hikmet’in “Benim sizden kendim için/hiçbir şey istediğim yok/çocuklar öldürülmesin/şeker de yiyebilsinler” dizelerindeki gibi, kendisi için hiçbir şey istememiş, kamusal bir aydın olma bilinciyle her şeyini çocuklara, yani ülkenin aydınlığına bağışlamış bir insana…Aziz denmez de ne denir?
Geçtiğimiz Pazar Çatalca’daki Nesin Vakfı’ndaydım, Rotary Kulüplerin düzenlediği destek etkinliğinde. Orada yetişen çocuklardan, şimdi Vakfın yöneticisi Süleyman Cihangiroğlu’nun anlatımından çok etkilendim. Orada bir de fotoğraf gördüm, 1972’de Vakfın ilk sütunları çıkıldığında, orada çalışan işçilerin yanyana fotoğrafı. Birinin de Aziz Nesin olduğunu dikkatle bakınca anlıyorsunuz. İçlerinden biri. Hiç farkı yok, halkının aydını, halk yazarı çünkü.
Daha çok çocuğun daha iyi koşullarda yaşaması, çağdaş, aydınlık eğitim görmesi için desteğimiz çok önemli. Ülkenin yeniden ışıklı günlerine kavuşması, değerler eğitimimizin en başında laikliğin gelmesi, fikri hür vicdanı hür irfanı hür, özgür ruhlu kızlarımızın oğullarımızın birlikte yanyana okuması, gülmesi, eğkenmesi için, yine Aziz Dede’nin demesiyle, ‘varından değil yoğundan veren bir halk’ olarak, Nesin Vakfı’nı destekleyelim. Bu kendimizi, çocuklarımızı, geleceğimizi desteklemek demektir.