Y. Emre Ceren
BirGün Pazar yazarı ve psikoterapist Nesli Zağlı’nın Eksik Manifesto adlı kitabı Sfenks Kitap etiketiyle yayımlandı.
BirGün Pazar’da yayımlanmış yazılarını da içeren bu kitabında Nesli Zağlı gündemin psikolojiye etkisinden umut ilkesine, ailenin kişi üzerindeki etkisinden bireysel çıkarımlara kadar pek çok konudan söz ediyor. Biz de Nesli Zağlı ile bu yazılarının üzerinden kitabına dair söyleştik.
Öncelikle kitabın girişinde yazdığınız “psikoterapist olarak gündeme bakmak” ifadenizden başlamak istiyorum. Bir psikoterapist bu gündemi nasıl görüyor, nasıl algılıyor?
Bir psikoterapist için gözlem, analiz ve yorum yeri sadece seans odası değil. Psikoterapist de, onun çalışma alanını oluşturan bireyler de toplumda yaşıyor ve gündem her ne ise seans odasında da yankı buluyor. Bu nedenle psikoterapist topluma, onu oluşturan bireylere, bu bireyler arasındaki ilişkilere ve olaylara yakın temasta bulunuyor. Ben de her günümüze bomba gibi düşen gündemlere maruz kalırken ve yine aynı gündemlere maruz kalan danışanlarla çalışırken kendi mesleki kimliğim ve birikimimi olan biteni anlamak için kullanmaya çalıştım.
Psikolojinin eleştirisi de mevcut kitabınızda. Sanki “düzen” psikolojiyi de kuşatmış gibi.
Evet düzen psikolojiyi de kuşatıyor ve hatta kıskıvrak yakalıyor. Ve maalesef tüketim kültürünün bu kuşatmasını eleştiren gözle gören, yorumlayan da pek yok. Bu beni çok şaşırtıyor, meslektaşlarım da düzenin neferleri olmuş gibi hissediyorum. Psikolojinin, bilhassa psikanalizin kapitalist sistem eleştirisine zemin sağlayabilecek güçlü bir altyapısı var halbuki. Asıl dert çağı, insanı, yaşamı liberal bir yerden almak yerine biraz daha sağlam bir politik çerçevede ele almakta. Bunun yasak olduğunu hiçbir temel psikanaliz kitabında okumadım. Ama bunu yapmak isteyene de pek rastlamadım. Bu biraz “sanat/sanatçı politik olmalı mıdır” sorunsalına benziyor.
“Çocuğun doğduğu aile ortamı kritiktir” demişsiniz. Bu aile ortamlarındaki eksiklikler bugün gündemden düşmeyen çete/mafya düzenini besliyor mu sizce?
Son yıllarda en çok kafa yorduğum konulardan biri bu. Toplu taşımayla seyahat ederken anneleri, babaları ve çocukları gözlemlemeden duramıyorum. Öyle ebevynlik hataları görüyorum ki inanamıyorum. Size özet geçeyim: Duyulmayan, görülmeyen, anlaşılmayan, takdir onay bilmeyen çocuklar yetişiyor. “Suçlu çocuk” kavramı çok tartışmalı bir kavramdır ama tartışmaya kapalı olan şu: Çok yanlış çocuk yetiştiriyoruz. Belki de biz de görmedik, nasıl yapacağımızı bilmiyoruz. Ama şunu söyleyebilirim ki mevcut çete/ mafya düzeni o görülmeden, duyulmadan büyütülen çocukların sadece kendi yoksunluklarından değil un ufak olmuş adalet inancından tırmanıyor.
Neoliberal çağın psikopolitiği demişsiniz. Ne düşünüyorsunuz bu başlık hakkında?
Neoliberal çağ, yeni düzen son on yılda teknolojik hızın da katkısıyla kendini öyle bir dayattı ki hepimiz yetişemediğimiz bir serbest piyasa ekonomisinin birer tüketicisi olduk. Bu hız, bu her şeyin satılık olması hali ve beraberinde gelen tükenme hem psikolojik, hem de politiktir. En basiti sosyal medya üzerinden akan sınırsız, sonsuz bir içeriğe maruz kalıyor ve bunun üzerimizdeki etkilerini bile fark edemiyoruz. Dünyanın ve ülkenin en zenginleri daha da zengin olsun diye her şeyi fast-food gibi yalayıp yutuyoruz. Sanal ödülleri de bol aslında bu evrenin, peki o zaman biz niye koflaştık? Neoliberalizm ideolojik bir soykırımdır ve bence uzun vadede sonuçları psikolojik travmalar kadar ağır olacak.
Gündemin tüm huzursuzluğuna karşı umut da var kitabınızda. “Zor zamanlarda bütün kalınabilir mi?” Umut baki mi?
Umut hep baki. Eğer olmasaydı psikoterapistlik yapmazdım, insanlarla temas etmezdim, yazmazdım. Kitapta da sıklıkla söylediğim gibi umut pasif bir tevekkül hali değil, aktif bir direniştir. Ne yaşarsak yaşayalım, umudu diri tutmak zorundayız. Zaten kaybedecek hiçbir şey kalmadı.
Son olarak bir yazı başlığınızdan bir soru sormak isterim. “Bizi ne iyileştirir?”
Bizi umut, isyan, dayanışma, emek, edebiyat, sanat, hüzün, duyarlılık iyileştirir.