Nermin Yıldırım’ın Ev Romanı Üzerine Psikolojik Bir Okuma

Nermin Yıldırım’ın “Ev” romanını bitirdim az evvel. Yazarın dili sürükleyici, olay örgüsü akıcı ve merak uyandırıcıydı. Tam yerinde zaman geçişleriyle ve ufuk açıcı metaforlarıyla yani hem edebi yönü hem kurgusuyla tavsiye edebileceğim kitaplar listesine kuruldu.

Ev

Kitabın kısacık bir adı var ama ne derin manalar içeriyor düşününce. Ev neresidir? Doğduğumuz yer mi? Doyduğumuz yer mi, yoksa sevgiye doyduğumuz yer mi? Ev deyince hangisi geliyor aklınıza? Herkes bir eve ait hissediyor mu? Bir eve ait hissederek orada kök salmak imkanına sahip miyiz hepimiz? Ait miyiz ya da bir eve? Kendimizden izler bırakıyor muyuz yaşadığımız evlere? Sahi kaç evde yaşadık şuana kadar, bunu bulmak için bina sayısına mı bakmalıyız yoksa kimlerle yaşadığımıza mı?..
Ev'in baş karakteri Seher'in yolculuğuna eşlik ediyoruz kitap boyunca. Onun yolculuğu hiç bitmemiş zaten doğduğundan beri. 2 aylıkken annesinin terk etmesiyle başlıyor her şey. Babası yurtdışında yaşamak için gidiyor, Seher'in de kendiyle yaşamasını teklif ettiği zamanlar olmuş ama kızının peşine de düşmemiş doğrusu. Seher ise bir yalana inandırmış kendini babamdan kaçıyorum diye, aslında yaşadığı evlerde miadı dolduğunda söylemeseler de anlamış bunu ve bir evden diğerine göçmüş durmuş. Başka şeyler de yaşamış ama en çok evsizlik, en çok ait olamama, katıldığı tüm aile fotoğraflarında bir yama gibi hissetme hâli..

Ev’sizliğin Temelleri Çocuklukta Atılır

Sürekli farklı bakım verenlerle güvenli bağlanmadan uzak geçen bir çocukluk dönemi kişide aidiyet duygusu namına bir şey bırakmıyor. Bir çocuğun karnı doyarsa, soğuktan sıcaktan korunacak bir dört duvar bulursa tamam işte neyi eksik diyoruz bazen toplum olarak, karnı tok sırtı pek. Ama iş öyle göründüğü gibi değil. Harlow'un maymun deneyi tam da bunu test etmek için kurulmuş bir düzeneği içeriyor. Tel ve kumaştan yapılmış iki ayrı maymun var. Tel maymunda yavru maymunların ihtiyacını karşılayacak süt olmasına rağmen yavru maymunlar sütünü içer içmez bezden yapılan maymuna gidiyor, ona sarılıyor ve tekrar acıkana kadar onda kalıyor. Harlow bunu şöyle açıklıyor: “Açlığı gidermek üzere beslenmek bir ihtiyaçtır,
ama sevgi, dokunma ve sıcaklık hayatta kalmak için temel bir ihtiyaçtır.”

1944'te ABD'de 20 bebekle yapılan deney de aynı konuya parmak basıyor. Bakıcıların sadece ihtiyaçlarını giderdiği bunun dışında hiçbir duygusal temas kurmadığı bebekler dört ay sonra teker teker ölmeye başlıyorlar. Her iki deneyden de anlıyoruz ki bizi doyuran yediğimiz içtiğimiz değil, sevgidir.
Çocuklukta tutarlı bir bağ kuramadığı, bugün var olanın yarın yok olduğu bu düzende Seher ne yapsın, içinde bulunduğu yalancı cennetten bir diğerine gidene kadar kök salamadan takvimden yaprakları eksiltiyor sadece. Ne bir evi oluyor ne bir düzeni. Gittiği evlerdeki aile fotoğraflarında dönemsel bir yama, sonrası yok. Yetişkin olup kendi evini kurduğunda bile ait hissedemiyor o eve. Artık dünyanın neresine giderse gitsin evsizlik de onunla gidiyor, yakasını bırakmıyor merhametsiz bir alacaklı gibi.
Seher'in yaşantısı nedendir bilmem Didem Madak'ın Mutsuza kim bakacak şiirini anımsattı bana. Belki de gözlerinden yaş akmayan Seher'in kitap boyunca kalbi yürüdüğü sokaklarda ağladığı içindir kim bilir. Öyle demiyor muydu Didem Madak:
"Kalbimi de büyüttüm sonunda
Artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa
Kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara
Öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın.
Kalbim sanırım büyüyünce
Sokaklarda ağlayan biri olacak
Rezillik yani maviş anne!"

Ölüme yürümek için çıktığı yolculukta bir umuda tutunmak istiyor ve Yakup koyuyor umudun adını. Ta ki Yakup’un erkeklerden hoşlandığını öğrenene kadar. Onu öğrendiği o an, o an ben de oradaydım, Seher’in gözlerindeki hüzün perdesini gördüm, o yine ağlayamadı, ben ağladım onun yerine, o isyan edemedi ben ettim, neden dedim, ölüme giderken tutunacak bir umut olsaydı Yakup ona, İsmet Özel’in de dediği gibi "aşk, daha ne olsundu hayatın mazereti" yaşamak için aşktan güzel mazeret mi vardı. Ama bir kapı daha tüm ağırlığıyla kapandı Seher’in yüzüne.
Son ana kadar tüm kapılar kapandı ve onu intihardan döndürecek tek bir sebep kalmadı derkenn.. Dalgalara kendini bırakmadan küçük Seher ile karşılaşıyor ve yetişkin haliyle onu sarıp sarmalıyor, ihtiyacı olan merhameti ona vermeye, daima vermeye söz veriyor. Umutlandırıcı bir sonla bitiyor kitap. Her şeye rağmen yaşamayı seçen Seher’in hikayesi bu.

Nermin Yıldırım’ın Ev Romanı Üzerine Psikolojik Bir Okuma was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.