Neoliberal politikaların ve ataerkinin iş birliği alanı olarak; Aile

Dr. Dilek Bulut

İktidar 2025 “Aile Yılı” ilan ederek kadın bedenini ataerkinin malı gördüğünü, kadınları “anneler ve bakıcılar” olarak “kutsal Aile’nin içine hapsetmekte karalı olduğunu yüksek sesle duyurdu. Yetmedi!!!  25 Kasım öncesi zam geldi Aile yılı 10 yıl oldu. 

Siyasal İslam, neoliberalizm ile muhafazakârlaşmanın tarihsel “eril cinsiyetçi iş birliği” üzerinde yükselirken “Aile” bu yükselişin stratejik merkezi. Politik, kültürel, ideolojik, ekonomik yeniden üretimin mekânsal alanı. 

2025 Aile yılı ilan edilmesinin altında yaşanan derin ekonomik ve siyasi krizin etkisi büyük. Kadınlar susmuyor, iktidarın kutsal dediği aileleri şiddet görmemek, öldürülmemek, sömürülmemek için terk ediyor. İktidarın yaşamlarını kuşatan politikalarına direniyor. Belli ki iktidar kendi kitlesini de ikna edemiyor, aile ideolojisine bu denli yüksek tondan sarılmasının nedenlerinden biri bu.  

Neoliberal ekonomik politikaları iktidara geldiğinden bu yana kararlılıkla uygulayan iktidarın “Aileci politikaları” ideolojik, politik ve cinsiyetçi bir bütünlük içinde değerlendirmezsek eksik olur. Toplumsal yeniden üretimin temel süreçlerini sistematik bir biçimde piyasalaştıran AKP’nin, iktidara geldiği günden bu yana “Aile” sosyal politikaların merkezindedir. Eğitim, barınma ve sağlık hizmetlerinin piyasalaşması derin yoksulluk altındaki yurttaşlar için giderek ulaşılmaz hale gelirken, kamu hizmeti olarak (ücretsiz ya da düşük ücretli) verilmesi gereken bakım hizmetleri (çocuk, yaşlı, engelli bakımı) piyasalaştırılmış, derinleşen yoksullukla birlikte, bakım hizmetleri aile içinde verilen karşılıksız, üstelik fedakârca yapması beklenen bir hizmet olarak kadınların omuzlarına yüklenmiştir.  

Kapitalizm için emek gücünün üretildiği ve yeniden üretildiği hanenin, özel bir yeri vardır. Kadınlar, artı-değerin kaynağı olan emekçileri her gün çalışmaya hazır hale getirerek hane içindeki karşılıksız emekleri ile kapitalizmin varlık koşullarını oluştururlar ve sermaye birikiminin sürekliliğini sağlarlar. Gill ve Bakker’in altını çizdiği gibi “Neoliberal ekonomik politikaların sadece açık bir sınıfsal etkisi yoktur, aynı zamanda etkileri toplumsal cinsiyetlidir ve en çok kadınları etkileme eğilimindedir”. 

Bu işlerin tümünü neden kadınların yaptığını sorduğumuzda ise ataerkil yapı ile kapitalizmin eril iş birliğini görürüz. Neoliberal Devletin kamusal bir hizmet olarak vermekten çekildiği toplumsal yeniden üretim hizmetleri, gücü yetenlerin piyasadan satın aldığı bir metaya dönüşürken, artan işsizlik ve yoksullaşma ile hanede kadınların sırtına yüklenmektedir. Kadını değil aileyi koruyan ve kollayan muhafazakâr politikaların güç kazanmasının bir anlamı da muhakkak ki burada aranmalıdır.  

Neoliberal ataerkil ideoloji açısından sermayeye için ucuz işgücü, ordu için asker, emekçilerin yeniden üretiminin karşılıksız üretildiği yer olarak aile stratejik bir konumdadır. Neoliberal devlet toplumsal yeniden üretimin altyapısını sağlayacak yatırım için gereken kaynağı emekçilere hizmet veya gelir olarak yansıtmak yerine, bu sorumluluğu aileye devreder.  

Aile yılının logosunda ve tanıtım videolarında milliyetçi, heteroseksist, ataerkil ve otoriter bir ton nasıl da belirgin. Aile yılı 10 yıla çıkardıklarında şöyle buyurdular; “Aileye bakan milleti görür”. 

En az 3 çocuklu ailenin alt yazısını kadınlar olarak, kadının istihdamdan koparılması, bakım emeğinin sömürülmesi ve aile reisine bağımlı kılınarak itaatkâr olması, boşanamaması, şiddete katlanması olarak okumak daha doğrudur.  

“Aile politikası, çocuk, yaşlı ve engelli bakım yükünü kadınlara yükleyerek, kadınların ücretli çalışmaya katılımının önündeki temel engeli oluştururken, esnek çalışma için büyük bir yedek işgücü havuzuna dönüştürmektedir. Kadınlardan işgücü piyasasına ev içi sorumluluklarını tehlikeye atmayacak şekilde girmeleri beklenmektedir” (Toksöz, 2016; Coşar ve Yeğenoğlu, 2011).  

Nitekim “Esnek ve uzaktan çalışma modelleri ile kadınların ev ve iş hayatlarını rahatlatacak yeni imkânları hayata geçireceğiz. Çalışan anne babalar için ücretsiz, düşük maliyetli çocuk bakım hizmetlerini güçlendireceğiz” denen aile yılı açıklamalarından sonra ilgili yönetmelik Temmuz 2025 Resmî Gazete‘de yayınlandı. Kadın ve erkek tüm devlet memurları, çocuklarının doğumundan itibaren ilköğretim çağına başlayana kadar yarım zamanlı çalışma imkanından faydalanabilecek. Yarım çalışma hakkının kullanımında kadın veya erkek ayrımı yapılmayacak. Eşlerin her ikisinin de memur olması halinde, yarım çalışma hakkından talepleri üzerinden her iki eş de faydalanabileceği ifade edilen yönetmeliğin meali maaş ve ödemlerin yarısının verilmesi, sosyal yardımların yarıya düşmesi ve emeklilik gecikmesi, kademe ilerlemesi yavaşlaması demek.   

Düzenlemede kadın-erkek ayrımı yapılmasa da toplumsal cinsiyet eşitsizliğine bağlı olarak “bakım işinin kadına ait olduğu yaygın geleneksel yapı” nedeniyle, derin ekonomik kriz ortamında kimin yarı zamanlı ve esnek çalışacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.  Dünyanın yarısı olan yaşamı hergün yeniden üreten kadınlara önerilen haklarının yarısıdır. Siz hiç çocuğu oldu diye işi bırakıp eve dönen erkek duydunuz mu?  

Bu durum kadının çalışma yaşamından kopması, yarı zamanlı, güvencesiz ve esnek biçimde istihdamına, sosyal hak kayıplarına, aile içinde kadının erkeğe bağımlı hale gelmesine, güç kaybetmesine ve cinsiyet eşitsizliğinin derinleşmesine neden olacaktır. Eşitsizlik ilişkiler içinde şiddet üretilmeye ve artmaya devam edecektir. 

AKP  kurucu değerleri nedeniyle toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı ile uzlaşmaz bir karşıtlık içindedir.  

Sosyal politikanın merkezine oturtulan “Güçlü Aile Güçlü Devlet” politikalarının tabandaki örgütlenmesi “Büyük Aile Platformu” (BAP)dur. Kuruluş manifestosunda toplumsal cinsiyet kavramını ideolojik dayatma ve neslin varoluşuna tehdit olarak tanımlayan bu oluşum, aileci politikalara karşı çıkanlara, toplumsal cinsiyet kavramına ve LGBTİ+’lara karşı savaş açmış durumda. BAP’ın kurucuları arasında, TÜGVA’dan MÜSİAD’a kadar bir dizi siyasal İslamcı vakıf/dernekler yer alıyor. 

“Cinsiyet, mülkiyet ve milliyet” kavramlarını yan yana getirerek devletin tam desteğiyle nasıl bir aile kurumu arzulandığı ve ‘aile’den neyin kastedildiğini de açıkça ortaya koyuyorlar. Hükümet ortaklarının ve dünyadaki yeni faşist ideolojinin her fırsatta “küresel cinsiyetsizleştirme projesi” diye saldırdıkları toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi de kadının biyolojik ve toplumsal yeniden üretim emeğinin aile içinde sınırsız sömürüsüne direnişle kesiştiği için hedef alınıyor.  

Hem ideolojik araçlar hem de devlet ve erkek şiddet kadınların itaatini ve kadın bedeninin toplumsal denetimini sağlamakta ataerkil sistem tarafından kullanıla gelmiştir. Kadınların kazanılmış haklarına bitmeyen saldırı, diyanetin tüm kadroları ile görevde olması ve kadın cinayetlerinin trajik artışı, şiddetin virüs gibi yaygınlaşması tesadüf değil, “makbul kadının” inşası ve itaatti için politik adımlar. Yaşamı düzenlemek ve nüfusu kontrol altına almak, iktidarın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir toplumun inşası için de zorunlu.  

12. kalkınma planında “Güçlü Aile Güçlü Devlet” vurgusu ile devletin gücünü ailenin gücüne bağlayan iktidar, nüfus artış hızının düşüşünü, nüfusun yaşlandığını bahane ederek 2025 de aile meselesini milli bir mesele haline getiriyor. Piyasayla milliyetçi-muhafazakâr ailenin uyumlaştırılması projesi,  Heteroseksist, cinsiyetçi iş bölümüne uygun bir biçimde yapılanan ve “doğal eşitsizlik ve hiyerarşi” üzerine kurulu bu aileyi yaşat ki sermaye düzeni ve onun devleti yaşasın. 

Ekonomik kriz ortamında aileci politikaların tutmasının koşulu kadına uygulanan baskının artışı ve bakım emeği sömürüsüdür. 2025 ve önümüzdeki süreç kadınlar açısından daha çok baskı, şiddet, güvencesiz, esnek istihdam ve çifte sömürü anlamına geliyor. O nedenle bizi sokakta, evde, işyerlerimizdemyaşamın her alanında daha büyük bir mücadele bekliyor.  

2025 aile yılını derinleşen ekonomik krizden, anayasanın pek çok kez ihlal edilmesinden, seçilmiş yöneticilerin yerine kayyum atanmasından, kadınların laik hukuk sistemi ile elde ettiği medeni haklara saldırısından, eğitim müfredatının dinci gerici kuşatmasından ayrı değerlendirmek mümkün değildir.  

Kamu hizmetleriyle kadınların üretim ve yeniden üretim emeği arasında doğrudan ilişki söz konusudur. Bu hizmetlerin çoğunun meta ilişkilerine çekildiği neoliberal dönemde bakım hizmetlerinin kamu hizmeti olarak verilmesi ve bakımın toplumsallaştırılması, “yaşamın üretimi için kamu politikaları” taleplerimizi yükseltmemiz gerekiyor. Bu politikalar hem erkeklerin hem de sermayenin kadınların emeği, bedeni, cinselliği ve doğurganlığı üzerindeki denetimini ve tahakkümünü şiddetlendirerek, ataerkil eşitsizlikleri derinleştirecek, kadına ve LGBTİ+’lara yönelen şiddeti artıracaktır.  İktidarın otoriter, muhafazakâr ve neoliberal politikalarının yoğunlaştırdığı sınıfsal sömürü ve derinleştirdiği toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele etmek için birleşik bir mücadele hattını hep birlikte kurmamız gerekir.