Hayatın en büyük ironilerinden biri şudur: İnsan, çoğu zaman mutsuzluktan değil, mutlu olmaktan korkar. Mutluluk bize kendini sunduğunda coşku duymak yerine huzursuz oluruz. İçimizde bir ses fısıldar:
“Ya elimden giderse?”
Bu korku, mutluluğu yaşamanın önüne geçen görünmez bir bariyere dönüşür. Sonuçta acıya tahammül ederiz ama mutluluğa teslim olamayız. Çünkü mutluluk, tanıdık değildir; risklidir, geçicidir, garantisizdir.
Mutluluk Neden Korkutucudur?
Mutluluk, bir sorumluluk yükler: Onu koruma sorumluluğu.
İnsan kaybedeceği bir şey olduğunda tedirgin olur. Bu tedirginlik, mutluluğu sahip olmaktan ziyade, onu kaybetmemek için tetikte olma hâline dönüştürür. Böylece mutluluğun kendisi değil, ona dair korkular hayatımızı yönetmeye başlar.
Bu döngünün üç temel kaynağı vardır:
• Belirsizlik korkusu: Mutluluk kalıcı değildir, bu yüzden güvensiz hissettirir.
• Kendini değersiz görme: “Ben bunu hak ediyor muyum?” sorusu, mutluluğun enerjisini emer.
• Kontrol arzusu: İnsan, acıyı öngörebildiği için ona dayanır; mutluluk ise sürprizlerle gelir.
Sonuç? Mutluluk bir hediye değil, yönetilmesi gereken bir tehdit gibi algılanır.
Mutluluğu Sabote Etme Döngüsü
Mutluluğu kaybetmekten korktukça onu kontrol etmeye çalışırız. Kontrol etmeye çalıştıkça onu boğarız. En sonunda da kendimizi şu cümlenin içinde buluruz:
“Bak yine olmadı.”
Oysa “olmayan” mutluluk değil, ona izin vermeyen biziz.
• Güzel giden ilişkileri şüpheyle gölgeleriz.
• Başarılarımızı “şansa” bağlayıp küçümseriz.
• Huzurlu anları “fırtına yaklaşıyor” korkusuyla zehir ederiz.
Bu davranışlar, psikolojide kendini gerçekleştiren kehanet olarak tanımlanan bir sürecin parçasıdır: Korktuğumuz şeyi engellemek isterken, bizzat biz yaratırız.
Kaybetme ihtimalini ortadan kaldırmak için sahip olma ihtimalinden vazgeçeriz. Böylece güvende hissederiz – ama bu güvenin bedeli ağırdır: yaşanmamış bir hayat.
Ertelediğimiz Şey Mutluluk Değil, Hayatın Kendisi
Hayatı erteleriz; çünkü mutluluğun bize ait olduğuna inanmamız zordur. Bu zihniyet sadece ilişkilerde ya da büyük hayallerde değil, günlük seçimlerimizde bile kendini gösterir.
Hepimizin evinde kullanılmaya kıyılmayan bir eşya vardır: özel bir fincan, parfüm, elbise, takı… “Bir gün” için saklarız.
Fakat şu gerçeği unutmayalım:
O eşyanın değeri saklandıkça değil, kullanıldıkça ortaya çıkar.
Çekmecede bekleyen fincan çay görmez, elbise gün ışığına çıkmaz, parfüm kokmaz. Onları saklamak, aslında hayatı saklamaktır. En sevdiğimiz eşyayı hemen şimdi kullanmaksa sadece bir eylem değil, bir manifestodur:
“Bugün benim için yeterince özel.”
Gerçek lüks, bekletmek değil, yaşarken değer vermektir.
Bugünü Özel Kılmak İçin 5 Küçük Adım
Mutluluğu yarına erteleyen zihniyetle mücadele etmek, büyük devrimlerle değil, küçük tercihlerle başlar.
1.Kıymadığın O Eşyayı Bugün Kullan
Bekletmek, hayatı askıya almaktır. Hayat, bugün vardır.
2.Kendine 10 Dakika Hediye Et
Telefonu sustur, kimseye cevap verme. Sadece var ol.
3. Sahip Olduklarına Odaklan
Minnettarlık, mutluluğa açılan kapıyı aralar.
4. Küçük Bir Risk Al
Mutluluk cesaret ister. Cesaret, belirsizliğe atan küçük bir adımdır.
5. Bir Anı Biriktir
Bir fotoğraf, bir kahve, bir yürüyüş… Sıradan görünen anlar, hayatın gerçek hazinesidir.
Sonuç: Gerçek Kayıp Yaşanmayan Hayattır
Mutluluktan korkmak, kaybı engelleyebilir;
ama yaşamı da engeller.
Belki de artık şu soruyla yüzleşmenin zamanı geldi:
Mutluluğu kaybetmekten mi korkuyorsun, yoksa ona sahip olmaktan mı?
Hayat beklemez.
Mutluluk, ileri bir tarihe ertelenen bir dosya değildir.
Bugün başlıyor.
Sen izin verdiğinde.
Mutluluktan Korkmak: Yaşamı Ertelemek ve Kendi Mutluluğunu Sabote Etmek was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.