Meşhur üçlü; Duygu, Düşünce ve Davranış’ın yanına Dilemma’yı da eklemiş, insanın 4D’sinden söz etmiştik en son yazıda. Biraz daha devam edelim. Latince kökenli ‘Dilemma’nın anlamı; ‘iki önerme’. “Yapabileceğiniz iki farklı şey arasında zor bir seçim yapmak zorunda kaldığınız durum”. Dilemma her D düzeyinde yaşanabilir. İnsan duygu, davranış ve düşüncelerinde ikilemde kalabilir.
Duygudan başlayalım. Hissettikleri insanın kendi içinde ya da toplumsalla bir çatışmaya denk düşebilir. Kendi içindeki çatışma bazen hissettiğini fark etmesini engelleyebilir. Fark ettiğindeyse fark ettiği his onu memnun etmediğinden bir başkasıyla değiştirmek isteyebilir: ‘Hayır korktuğum için değil aslında istemiyorum ki ben..’, ‘ yok canım öyle hisedecek değilim tabi ki şöyle hissediyorum’. İnsanın kendi duygusal ikilemini yarattığı, kabul etmediğinden ‘mış gibi’lerle geçiştirdiği çok örnek bulunabilir. Aslında olan; kabulü gereken duyguya ayak diremek, kulak tıkamaktır. İşe yarar mı? Tabi ki. Hiç bir çaba karşılıksız kalmaz. Fakat bedelleri olabilir.
Peki duygu düzeyinde özgürlüğünü kendi değil de bir başkası ya da toplum kişinin elinden alabilir mi? Öfkeli olmaması, sevmemesi, nefret etmemesi için baskı yapılarak duygusal iradesi alınabilir mi kişinin? Evet duygusal baskı yapılabilir. Peki ya irade? Duygusal iradenin; kişinin elinden zorla alınmasından çok manipülasyon yoluyla alınabileceğini söyleyebiliriz. Öfkeli olduğunuzda boynunu büken biri, ‘artık öfkelenmeyeceksin!’ diye bağıran birinden daha etkili olacaktır muhtemelen. Ya da siz çok sakinken özellikle damarınıza basan biri genellikle bir süre sonra amacına ulaşacaktır. Duygular yönlendirilebilir. Burada aklımdan film şeridi gibi geçen tanıdığım manipülasyon ustalarını anmak isterim. Her birine mahsus selam ederken; bana, başkalarının duygu,düşünce ve davranışlarını belirlemeyi çılgınca dert edinen insanların varlığını gösterip hayrete düşürerek verdikleri hayat dersleri için ayrıca teşekkür ederim.
İmaj ‘den alındı
Düşünceye gelelim. İkilemlerin bilişsel seviyede yaşanması halinde işler biraz daha karışır. Düşüncede yaşanan ikilemler karşısında çoğu zaman ‘mış gibi’ yapılarak sorun çözülmüş gibi olsa da çelişki devam eder. Hepimiz bunu biliriz. Bu çok erken yaşlarda öğrenilen bir gerçektir. Duygu ve düşüncemiz ne olursa olsun, ‘anneni mi babanı mı daha çok seviyorsun?’ sorusuna verilecek cevabın, soran kişiye göre değişmeye başlaması, çocuğun oyunu öğrenmeye başladığı anlamına gelir (bir kısım oyunbozanlar hep vardı, var olacaklardır, olsunlar, seviyoruz onları:). Duygu ya da düşünceleri değildir değişen; insanların ne görmek istediğini anladığından nabza göre şerbet vermeyi öğrenmeye başlamıştır çocuk. Fakat çelişki hala oradadır…
İkilem yaşayan sadece minik insan mı şu koskoca evrende. Minik parçacıkların da ikilem yaşadığını nicedir biliyoruz. Zavallı ışık bile dalga mı olsa parçacık mı karar verememişken bize ne oluyor da netlik peşindeyiz… Elin (fiziğin:) parçacığına çelişik kalma imkanı veriyorsunuz da insana neden bu imkanı vermiyorsunuz erenler? (netlik peşinde koşan akillere seslenmekteyim. İsteyen üstüne alınabilir:)
İmaj ‘den alındı
Parçacık, “bakıyorsanız değişirim” der gibidir. İnsanda da, ego duruma el koyar ve bütün ahenk bozulur ya da persona ‘ben buradayım’ dediğinde külkedisinin arabası balkabağına dönüşüverir (Tabi ki hikaye tam olarak bu kadar trajik değil. Egoyla personaya daha sonra değinme ve gönüllerini alma hakkımı saklı tutarak devam edeyim).
İkilemler bitmek zorunda değiller. Ancak bitirme baskısı yoğun hissedilebilir. İkilemleri bitiren her zaman insanın özgün/özgür kararı değildir; dışarıdan bir görüş ya da dışarıdan da etkilenen bir görüştür çoğunlukla. Burada hem görmek (parçacığın görülmesinde olduğu gibi) hem de görüş beyan etmek anlamındaki görüşler düşünülebilir. Peki nihai seçimi yapan kim? İnsanın kendi bağımsız, özgün seçimi net mi ki? Mümkün diğer durumlarda da seçim aynı mı olacaktı? Bilmek zor.
Dilemma neye denir?
1- Birden fazla seçenek olmalı (500 km etrafında sadece elma bahçeleri bulunan biri ‘elma mı yesem portakal mı’ ikilemine düşemez. Çünkü portakal seçeneği yok. Fakat elmayı pişirip mi pişirmeden mi yemeli ikilemine düşebilir:) Ki bu da ikilemlerin nihayeti olmayacağını bir kez daha gösterir)
2- Bunlar mümkün ve muhtemel seçenekler olmalı (‘Güneş mi olsam ay mı?’ uygun bir ikilem örneği değildir. Fakat ‘hikayemin kahramanı güneş mi olmalı ay mı?’ ikilem örneği olabilir).
3- Yapabilme kudreti (bu bir davranışsa) veya tercih etme özgürlüğü olmalı(bu bir duygu veya düşünce ise. Örneğin; bilişsel yetenek, fark etme kabiliyeti, iç görü gibi tercih etme özgürlüğünü açığa çıkaracak temel yeterlilikler olmalıdır ki ikilemden söz edilebilsin. Şayet söz konusu olan davranışsa tüm bunlarla birlikte fiziki özgürlük de aranmalı).
4- Her iki ihtimale de duygusal/düşünsel olarak eşit uzaklıkta bulunulmalı. Zira tam da bu sebeple karar verilemiyor, arada derede kalınıyor, ne cennet ne cehennem; arafta ter dökülüyor…
Her birini uzun uzun tartışmak gerekse de böyle özetleyebiliriz. Bunlar yoksa dilemma yok. İkilem sandıklarınız gerçek bir ikilem olmayabilir. Seçme şansınız olduğunu düşünerek özgürce seçtiğiniz sizin seçiminiz olmayabilir. Ya da başka türlüsü mümkün değil diye bir ihtimali reddettiğinizde, ‘mümkün görme bant genişliği’nizin (ileride değinilecek) sınırlılığı sebebiyle sizi siz yapacak ikilemlerden vazgeçiyor olabilirsiniz…
Gelelim davranışa. İnsanın özgür iradesi elinden alındığında, en azından davranışı hakkındaki ikilemlerinin biteceği (ya da büyük oranda azalacağı) söylenebilir. Eli kolu bağlı biri el sallayıp sallamamak hakkında bir ikilem yaşayamaz. Zaten gidemeyecekse, gitmek konusunda ikilem yaşamaz bir mahkum. Seçme özgürlüğü ve kudretinin olması yani başka türlüsünün de mümkün olması ikilemlerin temel koşulu.
Şimdi en zor kısım; peki bu ‘mümkün’ün ön koşulu ne?. Ne zaman başka türlüsü mümkündür ya da neyden sonra artık mümkün değildir? Aslında burada bir bakıma insanın seçme ve eyleme özgürlüğünü elinden alan şeylerden söz ediyoruz. Bu özgürlüğün hangi düzeyde (Duygu, düşünce, davranış) ve ne oranda elinden alındığı ile birlikte düşünülmeli bu bahis. Örneğin fiziki olarak özgürlüğü kısıtlanmış biri de (mahkum, felçli), kınanma ile karşı karşıya kalacak biri de, duygusal manipülasyonlara maruz kalan biri de seçme özgürlüğünün olmadığını söyleyebilir. Ama hangisi için ve ne oranda bu söylem gerçektir? Bir davranışı fiilen yapamayacak olan mahkum mu yoksa o davranışı yaptığında sosyal çevresini kaybedecek biri mi daha az özgürdür fiili işleme konusunda?
Kaza yapan birine yardıma gitmesinin mümkün olmadığını söyleyen üç insanın sebepleri şöyle olsun: Kıyafetim kirlenir, çok yorulur/üzülürüm, felçliyim. İlk ikisi de “gitmem mümkün değil” diye düşünmektedir. Buradan yola çıkarak ikilemler meselesinin en kritik anahtarının ‘mümkünlük algısı’ olduğunu söyleyebiliriz. Kişi neyi mümkün olarak görüyor? Neyi ‘kendisi için de’ mümkün olarak görüyor ya da görmüyor? Bunlar; yaşadığı, çözdüğü ya da çözemediği ikilemleri belirleyecektir. Dolayısıyla ikilem yaşamamasını da…
İşin kötüsü bu mümkünlük algısı; fiziki ya da duygusal acıya dayanma eşiği, geçmiş tecrübeler, kişinin çeşitli beceri seviyeleri, kendi yeterlilik algısı gibi pek çok şeye bağlıdır. Bunu demek benim de canımı sıkıyor ama kıyafeti kirleneceği için yardıma gitmeyi mümkün görmeyen kişiye de hak vermek zorunda kalabiliriz (çoğu zaman, hak vermeme özgürlüğümü kullanmak istiyorum artık); evet onun için gerçekten mümkün olmayabilir. Zira; becerileri, fiziksel yeterliliği, acıya dayanma gücü, sorumluluk alma hissi/becerisi, belki duygusal kapasitesi de bunun için yetersiz kalabilir. Noldu şimdi? Bu kişi için, aslında mümkün olan şey, mümkün değil mi oldu?
Hadi biraz daha zorlayalım. Peki bu durumda; örneğin mahkum olduğu, hasta olduğu için yardıma gidemeyen ve gidemediği için üzülüp vicdan azabı çekenin suçu ne? Güçlü olması mı, sorumluluk duygusu gelişmiş olması mı, yanlış kontrol algısı mı, insan sevgisi mi, ‘kim var?’ diye seslenildiğinde sağına soluna bakınmayı akıl edemeyişi mi, mümkün kavramının sınır tanımaz şekilde genişliği mi…? Burda bir es verip uzman görüşü alalım.
Alternatif olasılıklar ilkesine, bence gerekli bir düzeltmeyi eklemiş H.Frankfurt: “[Bir] kişi, [yaptığı] şeyden ahlaki olarak sorumlu değildir; eğer [bir şeyi] yalnızca başka türlü yapamayacağı için yapmışsa”. Yani şair burada diyor ki:): Başka türlüsü mümkünken yaptığımız her şeyden sorumluyuz. Yapmadığımız her şeyden de! Başka türlüsü ne zaman mümkün olmaz ki (hemen hemen hiç bir zaman…) O halde sorumlu olmaktan kaçış hemen hemen yok gibi…
Bu vicdani bir sorumluluk elbette. Tüm özgürlük sınırlılıklarına, mümkün olma/olmamanın düzeylerine rağmen, kişinin gerçekten yapabildiği ‘iyi şeyler’i yapması ya da yapabilir olduğu halde ‘kötü şeyler’i yapmaması tamamen sorumlu bir vicdanın eseridir. Benim ‘mümkün görme bant genişliği’ olarak adlandırdığım şey; insanın sorumluluk alma alanı konusunda dürüstlüğü ve kapasitesini gösterir. Nereden nereye kadar sorumluyum? Ne zaman, hangi koşulda sorumluyum? Başkaları sorumluluk hissetmezken de ben hala sorumlu muyum?.. gibi pek çok sorunun yanıtını bu mümkün görme bant genişliği verir. ‘Mesaim bitmişti ilgilenemedim’ oldukça mantıklı bir sınırdır belli bir düzeydeki bant genişliği için. Fakat ‘mesaim bitmişti ama kayıtsız kalamazdım’ da başka bir bant genişliğini gösterir ki bu da ‘başka bir mümkün çeşidi’dir.
Örneğin çok şiddetli arzu, öfke.. başka türlüsünü imkansız kılar mı? Evetse sabah kuşağı televizyon programlarındaki hikayeleri anlayışla mı karşılamalıyız? Aynı hikayenin örneğin Livaneli romanında estetik şekilde sunulması veya sabah kuşaklarında estetikten yoksun şekilde gözler önüne atılmış olması bakışı değiştirir mi? Bakış değişmeli mi? Tam olarak ne kadar zorsa, başka türlüsü artık mümkün değildir? Anahtar vicdan.
Demem o ki; tüm bunları düşünürken de insan anbean değişir. İkilemden ikileme koşarken bir önceki ikilemi bile unutur… Tahayyül, tefekkür sabit kalamaz (iyi ki de kalmaz). İdealarla indirgemeler arasında mecburen gidip gelir insan, sarkaç gibi. Birini erişilmez öbürünü ilkel bularak. Sarkaç durmaksızın salınmakta, insan ömrü bu gel gitler; hatalar, pişmanlıklar, yeniden hatalar arasında gelip geçmektedir.
Mümkün Görme Bant Genişliği was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.