Anne olmak bazen sadece bebeğini büyütmek değil; sürekli tetikte olmak, eleştirilmek ve kendi yetersizlik duygunla baş etmek demek.
Bu yazı, mükemmel olmaya çalışmanın yarattığı baskıyı ve gerçek anneliği anlatıyor.
İçimdeki Sessiz Yarış
Anne olduktan sonra, içimde sessiz bir yarış başladı.
Kimseyle açıkça yarışmıyorum belki ama kendi içimde hep “Yeterince iyi miyim?” sorusunu soruyorum.
Bebeğimi büyütürken attığım her adımı tartıyorum; yaptıklarım kadar yapamadıklarım da zihnimde büyüyor.
Anne olduğumda en çok şaşırdığım şey, insanların annelikle ilgili bu kadar çok fikrinin olmasıydı.
Herkesin söz hakkı vardı ama kimse benim ne hissettiğimi sormuyordu.
Birisi “İnce giydirmişsin, üşür” diyor, diğeri “Çok kalın giydirmişsin, hasta edeceksin” diyor.
Doğruyu bildiğimi bilsem bile o an bir kat daha giydirmek zorunda hissediyorum, çünkü aksi halde onu üşümeye bırakmışım gibi geliyor.
Daha kötüsü, kimse bir şey söylemediğinde bile “Acaba doğru giydirdim mi?” diye kendimden şüphe ediyorum.
Oysa annelik, bana göre, her şeyden önce bir yolculuk.
Mükemmel olmaya çalıştıkça, o yolculuğun güzelliğini kaçırdığımı fark ettim.
Çünkü o kadar çok “doğru” vardı ki; doğru beslenme, doğru uyku düzeni, doğru davranış…
Hiçbiri benim iç sesimi duymama izin vermiyordu.
Bir süre sonra kendi anneliğime yabancılaştım.
Bebeğim Düştüğünde
Bazen bebeğim düştüğünde içim parçalanıyor.
O an sanki bütün dünya üzerime geliyor gibi hissediyorum.
“Onu koruyamadım” diyorum içimden, ve hemen ardından o tanıdık düşünce beliriyor:
Sanki her anne bebeğini çok güzel koruyor da, sadece ben koruyamıyorum.
O suçluluk duygusu insanın kalbine ağır geliyor.
Bir yandan mantığım biliyor – çocuklar düşer, bu büyümenin bir parçası.
Ama kalbim başka bir şey söylüyor: “Keşke o an orada olsaydım.”
Sonra bana bakıyor, gözleri dolu ama hâlâ güvenle bana bakıyor.
O an anlıyorum; onun gözünde hâlâ “güvenilir anne” benim.
Çünkü çocuklar mükemmel korumayı değil, varlığı hisseder.
Düştüğünde kucaklayan, ağladığında yanında olan, sevgiyle sarmalayan bir anne…
İşte o, zaten yeterince iyi bir annedir.
Anneler ve Yargı
En zor yanı ise bazen bu cümlelerin beni en çok anlaması gereken kişilerden, annelerden gelmesiydi.
Sanki onlar hiç yıpranmamış, hiç çaresiz kalmamış, hiç ilk çocuk tecrübesizliğini yaşamamış gibiydi.
Sanki annelik onlarda kusursuz bir akışmış da, ben bir yerlerde eksik kalmışım gibi…
Oysa beni en çok anlaması gereken anneler olması gerekiyordu.
Ama bazen, en çok yargıyı da en çok anne olanlardan duyuyor insan.
Çevre Baskısı: İyi Niyetli Sözlerin Ağırlığı
En çok da yakın çevreden gelen sözler zorladı beni.
Bebeğimin kucağımda olmaya ihtiyacı olduğunu biliyorum; onu sevgiyle kucakladığımda sakinleşiyor, güvende hissediyor.
Ama çevremdekiler sürekli uyarıyor:
• “Kucağa alıştırma, sonra bırakamazsın.”
• “Odasını ayır, ilerleyen zamanlarda çok zorlanırsın.”
• “Memede uyumaya alıştırma, sonra bırakmak çok zor olur.”
Oysa ben biliyorum ki bebeğimin ilk yıllarda güvende hissetmeye ihtiyacı var.
Kucağa almam onu şımartmak değil, ihtiyaçlarını karşılamak anlamına geliyor.
Bebeğimin kucağımda olmaya, emzirerek uyutulmaya, bir süre benimle aynı odada uyumaya ihtiyacı var – bunu tüm kalbimle biliyorum.
Ayrıca bebeği kendimden kopararak tek başına, desteksiz uyutmaya da karşıyım.
Biz yetişkinler bile bazen birine sarılarak uyumak isterken, bebekleri ağlamaya bırakarak tek başına uyutmak bana acımasızca geliyor.
Bu yüzden uyku eğitimlerini doğru bulmuyorum.
Yine de kendi bebeğime uygun bir uyku rutini oluşturdum:
Uyku öncesi karnını doyuruyorum, banyo, müzik, masaj derken her akşam 19 – 20 arası uyuyor.
Bu düzen ikimize de iyi geliyor.
Bebeğim ve Benim Aramızdaki Bağ: Müdahaleler ve Kaygılar
En kaygılı hissettiğim anlardan biri, 1 aylık bebeğimi sakinleştirmeye çalışırken bir yakınımın “Ver, ben sustururum” diyerek kucağımdan almasıydı.
O an kendimi başaramayacakmışım gibi hissettim.
Ama bebeğimin ihtiyacının ben olduğuna inanıyordum; onun yöntemleriyle sakinleşmeyeceğini biliyordum.
Sonunda başaramadı ve ben birkaç dakika bile olsa kucağımdan alınmasına izin verdiğim için çok pişman oldum.
En sonunda ayrı odaya geçtiğimizde, bebeğim emzirme ile sakinleşti.
O an, aramızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunu yeniden hatırladım.
Ek Gıda ve Yanlış Yönlendirmeler
Bebeğimi kendi eliyle yemesini destekleyerek, pütürlü gıdalara alıştırdım.
Bu süreçte onun kendi keşfetmesine izin vermek, kontrolü tamamen elimde tutmamak benim için önemliydi.
Böylece hem bağımsızlığını teşvik etmiş oldum hem de kendi ritmine göre yeme alışkanlığı kazanmasına yardımcı oldum.
Her öğünde kıyafetlerini değiştirmek, yerleri temizlemek zorundaydım ama bunu yapmam gerektiğini hissediyordum.
Çünkü döküp saçarak öğreniyordu ve o karmaşanın içinde geliştiğini biliyordum.
Ek gıdaya başladığımızda ona buharda pişmiş sebzeler verdim.
Öğürdü, yemek istemedi. Arkadaşımdan şu cümleyi duydum:
“Çocuğa eziyet etmişsin, neden muzla başlamadın?”
Oysa bebeğimi tanıyordum; anne sütü dışında her şeye yabancıydı.
Muz da versen öğürüyordu, hatta su bile veremedim.
Avokadoyu balla vermemi söylediler, ama ben 1 yaş öncesi için balın tehlikeli olduğunu biliyordum.
Zamanla alıştı ve hem sebzeleri hem de balsız avokadoyu keyifle yemeye başladı.
Ama çevredeki insanlar bebeğimi tanımıyordu, onun tepkilerini ve alışma sürecini bilmiyorlardı.
Buna rağmen fikir vermeye devam ediyorlardı ve bu, suçluluk ve yetersizlik duygusunu tetikliyordu.
Sosyal Medya ve Gerçek Hayat
Bir de sosyal medya vardı tabii…
Temiz evler, pastel tonlarda bebek odaları, hep gülen yüzler…
Ben ise bir yandan kahvemi ısıtmayı unuturken, diğer yandan ağlayan bir bebeği sakinleştirmeye çalışıyordum.
Ve kendimi suçlarken buluyordum:
“Onlar yapabiliyorsa, ben neden bu kadar zorlanıyorum?”
Sosyal medyada bebekler hem özgür hem güvende gibi görünüyor.
Ama ben bu ikisini aynı anda sağlayamıyorum.
Kucağımdan bıraktığımda, birkaç dakika içinde düşüyor, kafasını çarpıyor ya da canı acıyor.
O anlarda fark ediyorum ki sosyal medyanın filtrelenmiş dünyası ile gerçek annelik arasındaki fark çok büyük.
Herkesin paylaştığı “mükemmel anlar” gerçek hayatta neredeyse hiç yaşanmıyor.
“Bebeğin çok sakin, nasıl idare edemiyorsun ki?”
Bazen çevremden bu cümleyi duydum:
“Bebeğin çok sakin, nasıl idare edemiyorsun ki?”
Evet, bebeğim zor bir bebek değil.
Ama bence bebeğin kolay ya da zor olması fark etmeden, bebek bakmak her haliyle zor.
Çünkü annelik sadece bebeği susturmak ya da doyurmak değil – sürekli tetikte olmak, düşünmek, planlamak, endişelenmek demek.
İlk iki hafta eşimle birlikteydik, o dönemde biraz nefes alabildim.
Ama sonrasında günlerim çoğunlukla yalnız geçti.
Eşim mesai saatleri dışında elbette çok destek oluyor, ama gündüzleri evde her şey bana kalıyor.
Ve en çok da sosyal desteğimizin hiç olmaması zorladı beni.
Ne yanımda bir anne, ne bir komşu, ne de arada birkaç saatliğine bile olsa yardım edecek biri vardı.
Bazen sadece bir bardak su içmek ya da sessizce oturmak bile lüks oluyordu.
Ve bu yorgunluk, sadece fiziksel değil; duygusal olarak da derin bir yorgunluk bırakıyordu.
Yine de her gün biraz daha dengeyi bulmaya çalışıyorum.
Mükemmel değil belki ama içten, gerçek ve kalpten bir annelik bu.
Kendimi de Sevmeyi Öğrenmek
Kendime zaman ayırırken suçluluk hissediyorum – spor yaparken, arkadaşlarımla buluştuğumda, hatta sadece birkaç dakika sessizce otururken bile.
Bazen bebeğime tehlikeli bir şey yaparken kızdığımda da aynı suçluluk içimi sarıyor.
Ama sonra düşünüyorum:
Çocukların kendini feda eden bir anneye değil, kendisi olan ve kendini de seven bir anneye ihtiyacı var.
Kusursuz olmaya çalışan bir anneye değil, hatalarıyla da sevgi dolu kalabilen bir anneye.
Çünkü mükemmel annelik diye bir şey yok;
var olan tek şey, elinden geleni yapan ve bunu sevgiyle yapan bir anne. 🌿
Mükemmel Anne Olma Baskısı was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.