Memleket buluştu

Kürsüye gelen genç 16- 17 yaşlarında. Konya adına buradayım, diye başlıyor konuşmasına. Sol Gençlik örgütlenmesinin emekçilerinden. Oturmuş, tartışmışlar aralarında. Konya’da devrimci mücadele için ne yapabiliriz, nasıl kitleselleşebiliriz sorusuna yanıt aramışlar.  Bir ay önce “Gençliğin Yaz Kampı” buluşması onlar için çok öğretici geçmiş. 

Memleketin dört bir yanında gençler kendi aralarında bir araya gelerek tartışıyorlar uzun süredir. Kamplarda ve yürüyüşlerde birbirlerini tanımaya başlıyorlar. 19 Mart’ta Saraçhane’yi ayağa kaldırmaları da özgüvenlerini artırmış, ne kadar güçlü olabildiklerini deneyimlemişler. 

4-5 Ekim’de SOL Parti’nin 3. Olağan Konferansı yapıldı Ankara’da. Konferans neredeyse 1 yıldır ilçe ilçe, il il gerçekleşen buluşma, tanışma ve bir arada olma mitinglerinin üretimiydi. Son yılların en kalabalık konferansıydı. Neşet Ertaş Kültür Merkezi’nin salonu tıklım tıklımdı. Yerlerde oturarak izleyenler oldu. Konferansın, geçmişten çok belirgin farkı ise katılımcıların “gençleşmesiydi”. Değişmeyen özelliği ise liste, sıra, koltuk kavgası gibi Türkiye’de siyasi parti kongrelerinin magazininin olmamasıydı. İlk gün her il, grup hazırladıkları raporlarını sundular. Her sunum tartışıldı. Salondakilerin tek derdi, “işin bir ucundan tutmaktı”. Ben ne yapabilirim, nasıl katkı sağlayabilirim diye hazırdı insanlar. 

İkinci gün ise en azından benim dikkatimi başka bir şey çekti. SOL Parti, elli yılı aşan tarihiyle Türkiye devrimci mücadelesinin en güçlü hatlarından birini sürdürüyor. 1970’lerde lise, üniversite öğrencisi, işçi, köylü olarak 20’li yaşlarında “yola katılanlar”, bu günlerde yetmişlerini devirmiş durumdalar. Tabii sağ kalanlar! 12 Eylül faşizminin kırıp geçtiği, astığı, işkencelerde öldürdüklerinin yoldaşları. İşte onlar, Konferans’ın ikinci gününde açık hava forumlarını yapan gençleri dikkatle dinliyorlardı. Zaman zaman uzun süredir görmedikleri akranlarıyla kucaklaşıyor, neşe ve hüzün içinde kısaca söyleşiyorlar ama kulakları hep forumda konuşanlarda. Önce kadınlar forum yaptı, sonra gençler. Sözü olan herkes konuştu, özgürce. Konuşanlar “teoriye” hiç girmediler. Gündelik hayatın yakıcı sorunlarını tartıştılar. En pratik meseleler için eylem birliği üstüne kafa yordular. Biz şöyle yapıyoruz ama ne dersiniz, ya da biz bu şekilde davranmaya başladık ama siz neler yapıyorsunuz, tartışmasıydı. 

Biraz geriye doğru çekilip kitleye bakan bir göz, 15 yaşından belki 80 yaşına kadar çok geniş bir yaş dağılımını görürdü. Konferans en az üç devrimci kuşağı buluşturdu. Memleket buluşmasıydı, gerçekten. Üstelik benim bildiğim ya da gördüğüm kadarıyla ülkenin en hiyerarşik olmayan buluşmasıydı, otoriterlikle uzak yakın ilişkisi olmayan bir buluşmaydı. 17 yaşındaki ile 80 yaşındakini eşitleyerek paylaştıran bir buluşma oldu. Her zaman kadınlar ve gençlerin olduğu bir harekettik ama bu kez kadınların ve gençlerin belirleyici oldukları bir örgüte evrilliyoruz diye düşündüm. 

Türkiye’nin son çeyrek yüzyılı, halkın büyük çoğunluğu için sömürünün ve baskının her geçen gün şiddetlenerek yaygınlaşmasıyla geçti. Bu baskıyı iliklerine kadar hissedenler ise özellikle kadınlar ve gençler oldu. Siyasal islamcılar, kadınları kapatıp, ataerkinin boyunduruğuna almaya çalışırken gençlere ise sadece bir tür “sivil asker” kimliği dayatıyorlar. Eğitim hakları ellerinden alınarak, işsiz bırakılarak, birey olma hakları her geçen gün tırpanlanarak, “namazında orucunda” kullara çevrilmeye çalışılıyorlar. İşte iki günlük konferansta bu faşizm zincirinin boyunduruğuna girmek istemeyenleri gördük. 

Konya grubu kendi aralarındaki tartışma sonrası Konya’da kitleselleşmek için ilk pratik çalışma konusu olarak “feminizmi” seçtiklerini anlattı. Etiketler yapıştırarak donatmışlar Konya sokaklarını. İşte beni en çok heyecanlandıran da bu sözler ve eylem oldu. Mesele, feminizm meselesi değil. Önemli olan orada yaşayanların, orada en çok hissettikleri, gündelik hayatlarını yaşarken hissettikleri sorunun “bir kadın sorunu” olduğunu tartışarak bulmaları. Şimdi durduğumuz yerden neden Konya ve neden feminizm sorusunu sorup, teorik bir tartışma ile de doğrulamamız mümkün. 

Zaten sol ya da sosyalizmin, özce devrimciliğin ve devrimci pratiğin teoriyi de böyle inşa ettiğini biliyoruz değil mi? Eşitsizlik ve baskı rejimleri karşıtlarını doğaları gereği üretiyorlar. Konya’da devrimcileşmenin yolu, belki de eşitsizlik ve baskının en yoğunlaşmış halini Konya’daki kadınların da yaşıyor olmalarından geliyor, değil mi? 

Devrimcilik, olmaz sanılanın aslında olması en mümkün olan olduğunun pratiğidir. Muhafazakar, dindar hatta siyasal İslamcı bir şehir olarak kodlanır ya Konya; tam da o yüzden Konya’da devrimci imkan, kadın eşitliği mücadelesinden doğacaktır. 

Memleketin devrimcileri üçüncü kuşağın liderliğine hazırlar galiba…