“Masum”ların yüzleri unutulmaz

Semiha DURAK

Sayısız savaşa ve afete tanıklık eden foto muhabiri Ümit Bektaş, Londra’da bulunan Day-Mer Kültür Merkezi’ndeki “Innocent / Masum” başlıklı sergisinin açılışının ardından düzenlenen söyleşide, savaşların, göçlerin ve felaketlerin ortasında kalan çocukları, insanları fotoğraflamaya uzanan mesleki yolculuğunu ve tanıklığını anlattı.

Sergide yer alan fotoğraflar, çoğu zaman sadece sayılar üzerinden anılan çocuk kayıplarını yüzleriyle, hikâyeleriyle görünür kılıyor. Doğrudan kameraya bakan çocukların bakışlarında korku, şaşkınlık, yorgunluk ve en çok da “beni gör” çağrısı var. Söyleşinin en sarsıcı anlarından biri, Bektaş’ın Van Depremi sırasında çektiği ve tüm dünyada yankı uyandıran Yunus’un fotoğrafını anlatmasıydı. Deprem haberini alır almaz bölgeye gittiğini anlatan Bektaş, Erciş’te bir enkaz başında kalabalığı fark ettiğini ve tele objektifiyle baktığında o unutulmaz bakışlarla karşılaştığını söyledi: Kocaman gözlerini açmış, kurtarılmayı bekliyordu. Şaşkın, korkmuş ama umutla etrafını izliyordu. Yunus, deprem anında internet kafede kapı eşiğine sıkışmış halde bulunmuştu. Bektaş, kurtarma sürecini baştan sona takip ettiğini, ambulansa bindirilirken duyduğu cümleyi asla unutamadığını dile getirdi:  “Geç kaldım. Annem kızacak…” Telefonla öğrendiği ölüm haberi ise kariyerinin en zor anlarından biri olmuş: “Üzerinden yıllar geçti, ama her depremde Yunus’u hatırlarım.”

DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK İSTEYENLERE GÜÇ VERİR

Bosna’dan Irak’a, Ukrayna’dan Suriye’ye pek çok savaş bölgesinde çalışan Bektaş, fotoğrafın dünyayı değiştirme ihtimali  üzerine, önceleri buna inandığını ama yıllar içinde bu umudu kaybettiğini belirtti. “Fotoğraflar dünyayı değiştiremese bile değiştirmek isteyenlere güç verir diye düşünüyorum” dedi.  Ancak özellikle Maraş depremi sonrası bu inancının da yara aldığını saklamadı: “Yunus’un fotoğrafını gören bir müteahhit malzemeden çalmaz, bir belediye kötü bir inşaata imar vermez diye hayal ediyordum. Maraş depreminden sonra o umudu kaybettim.”

Bektaş, Filistin ve Gazze’de görev yapan gazetecilerin yaşadığı zorlukları da gündeme getirdi ve bölgedeki bilgi akışının neredeyse tamamen kesildiğini vurguladı: “Birçok yabancı gazeteci Gazze’ye giremiyor. Orada olup bitenlerin büyük kısmı dış dünyaya ulaşamıyor. Bu da savaşın gerçek boyutunu perdeleyen ağır bir sessizlik yaratıyor.”
Bektaş’a göre gazetecinin tamamen tarafsız olması mümkün değil: “Herkesin bir dünya görüşü var. Ama önemli olan duygu ve düşünceni kadraja sokmadan olanı olduğu gibi aktarmak. Aynı kurumda iki gazeteci bile farklı taraflarda durabilir. Dengeyi bulmak zorundasınız.”

Bektaş gazetecilik ilkesini şöyle özetledi: “Doğruları eğmeden, bükmeden, saklamadan aktarmak. Ben savaşları bitiremem, toprağın kaymasını durduramam ama biri olması gerekeni yapmadığında neler olacağını insanlara gösterebilirim.” Mesleğe analog filmle başlayan Bektaş, bugün herkesin elindeki kameraların haber fotoğrafçılığını dönüştürdüğünü söyledi: “Artık görüntü saniyeler içinde dolaşıma giriyor. Bu hız bir yandan bilgilendiriyor ama öte yandan acıyı hızla tüketilen bir akışa da dönüştürüyor.”  Ama yine de, artık analog yerine dijital kamera ile çalışmaktan memnun.

Savaş ressamlarının cepheyi hayal ederek çizdiği dönemlerden bugüne uzanan hızla değişen dünyada Bektaş net: “Fotoğraf gerçekliği belgelemek için önemli bir araç ama her fotoğraf onu çeken kişinin bakışını taşır. Çerçeveye neyi koyduğunuz, neyi dışarıda bıraktığınız… Hepsi bir yorumdur.”

SADECE TANIKLIK ETMEK MESLEĞİN EN AĞIR YÜKÜ

Kevin Carter’ın Sudan’daki ünlü fotoğrafı üzerinden başlayan etik tartışmaya Bektaş, yılların birikmiş ağırlığıyla yanıt veriyor:
“Bazen yardım etmek istersiniz ama o anın kayda geçmesi gerektiğini bilirsiniz. Sadece tanıklık etmek… Bu mesleğin en ağır yüklerinden biridir.” Ve bu yükü nasıl taşıdığını şu sözlerle netleştiriyor. “Orada benden başka yardım edecek biri varsa deklanşöre basarım; eğer yoksa yardım ederim.” Bektaş, tanıklık ile müdahale arasındaki çizgiyi nasıl kurduğunu en yalın ve en dürüst hâliyle ortaya koyuyor. Bektaş, söyleşiyi “Dünyayı değiştiremem belki ama gördüğümü kayda geçiririm. Gerisini siz tamamlarsınız”diyerek fotoğrafın izleyiciyle kurduğu ilişkiye dikkat çekiyor ve izleyiciyi yalnızca fotoğrafın değil, kendi görme biçiminin sorumluluğuna da davet ediyor.