Mağdurdan değil failden hesap sorun

BirGün Kadın Kolektifi

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanan Habertürk TV eski Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy hakkında taciz iddiaları da ortaya atıldı. Yaşananların ardından Habertürk televizyonunda daha önce sunuculuk yapan ve kanaldan istifa eden Nur Köşker, eski Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy tarafından taciz edildiğini açıkladı.

Köşker, Ersoy tarafından uzun süre taciz edildiğini ve tehditler sonucu o dönem işinden ve ülkeden ayrılmak zorunda kaldığını söyledi.

Sosyal medya hesabından konuya ilişkin paylaşım yapan Köşker, bu tacizin uzun süre devam ettiğini ve boyun eğmediği takdirde mobbingle tehdit edildiğini söyledi.

Köşker, paylaşımında şu ifadeleri kullandı: “Herkes neden bu zamana kadar sustun diyor. Önce buna bir açıklık getirmek isterim.

Birincisi kendimi asla güvende hissetmiyordum. Ne yaparsa yapsın başına bir iş gelmediğini gördüğümüz karanlık, derin bir adamdı. İkincisi o dönemde evliydim. Korumam gereken bir ailem ve eşim vardı. Bu durumdan birine bahsetmem mümkün değildi. Genel yayın yönetmeliğine getirilir getirilmez de ekrandan almakla tehdit etmeye başladı. En sonunda da ya bu iş böyle olur ya da oturur masada haber yazarsın dediği için istifa edip kanaldan ayrıldım. Sabanın 5’inde ‘Endamını masanın arkasına saklamışlar, yönetmene söyle LED’in önüne geç’ diye mesaj atan Genel Yayın Yönetmeni olabilir mi?” Ben utanarak yazıyorum, kendisi zira utanmıyordu. Bu mesajı attığında üstümde etek vardı. LED’in önüne geçmemi isteme sebebi de buydu.”

TİPİK BİR ÖRNEK

Özellikle medya sektöründeki kadınlar Köşker ile dayanışma gösterirken bazı çevreler tarafından “neden bu kadar yıl sustun” tartışması kamuoyuna açıldı. Köşker’e yöneltilen bu soru, mağdur suçlayıcılığın tipik bir örneğini oluşturdu. Nur Köşker örneğinde de taciz iddiasının içeriği, failin konumu, güç ilişkileri ve iddia edilen tehditler yerine, kamuoyunun bir bölümünde tartışma “neden şimdi konuştuğu” sorusuna sıkıştırılıyor. Böylece taciz iddiası, failin sorumluluğu üzerinden değil, mağdurun suskunluğu üzerinden değerlendiriliyor.

“Neden sustun?” sorusu ilk bakışta masum ya da “doğal bir merak” gibi sunulsa da, politik sonuçları itibarıyla sorumluluğu mağdura yükleyen bir işlev görüyor. Bu soru, taciz gibi güç ve baskı içeren durumlarda suskunluğun ne anlama geldiğini görmezden geliyor. Oysa feminist literatürde  defalarca ortaya konulduğu üzere, taciz karşısındaki suskunluk çoğu zaman rıza ya da onay değil; korkunun, güvencesizliğin ve güç dengesizliğinin bir sonucu. Nur Köşker’in anlatımında da suskunluğun nedeni açıkça tarif ediliyor: “İşten atılma tehdidi, güvensizlik hissi, özel hayatına yönelik baskı ve yalnız bırakılma korkusu.” Buna rağmen sorunun hâlâ “neden sustun?” ekseninde kurulması, bu bağlamı bilinçli ya da bilinçsiz biçimde yok sayıyor.

Bu tür sorular, tacizi bir “yanlış iletişim” ya da “zamanlama problemi” gibi çerçevelerken, failin konumunu ve uyguladığı gücü görünmezleştiriyor. Failin yıllar boyunca herhangi bir yaptırımla karşılaşmamış olması sorgulanmazken, mağdurun neden konuşmadığı sorgulanıyor. Bu da mağdur suçlayıcılığın en temel mekanizmasını oluşturuyor. Failin eylemi sabitlenmezken, mağdurun tepkisi tartışma konusu haline getiriliyor. Böylece taciz, yapısal bir güç ilişkisi olarak değil, mağdurun “geç kalmış” bir itirazı gibi sunuluyor.

DİĞER KADINLARA MESAJ

Daha da önemlisi, bu söylem yalnızca geçmişte yaşanan bir olayı tartışmakla kalmıyor; bugün ve gelecekte konuşmayı düşünen kadınlara da güçlü bir mesaj veriyor. “Zamanında konuşmadıysan inandırıcı değilsin” fikri, kadınları taciz anında ve sonrasında sessizliğe iten toplumsal baskıyı yeniden üretiyor. Bu nedenle mağdur suçlayıcılık, yalnızca bireysel bir haksızlık değil, aynı zamanda sistemin kendini koruma refleksi. Kadınların suskunluğunu sorgulamak, erkek egemen yapılarda tacizin sürekliliğini mümkün kılan koşulları sorgulamaktan çok daha konforlu bir pozisyon sunuyor.

Sonuç olarak Nur Köşker’e yöneltilen “neden sustun?” sorusu, tacizi açıklığa kavuşturmayı amaçlayan bir soru olmaktan ziyade, tacizin yarattığı güç ilişkisini tersine çeviren bir söylem üretiyor. Bu söylemde mağdur, yaşadığı şiddeti anlatmak zorunda kalırken aynı zamanda neden anlatmadığının da hesabını vermeye zorlanıyor.