Ayşe Alan – Eğitimci
Milli Eğitim Bakanlığı’nın geçen yıl uygulamaya koyduğu Maarif Modeli içerdiği eğitim yöntemleri açısından kâğıt üzerinde oldukça iddialı. Öğrenci merkezli pedagojik yaklaşım, bireysel farklılıklara duyarlılık, sorgulamaya dayalı öğrenme ve sosyal-duygusal becerilerin geliştirilmesi… Hepsi Türkiye Yüzyılı’nın eğitim reformu ve vizyonunun parçası olarak sunuluyor. Ancak bu vizyonun, Türkiye’nin kalabalık sınıf mevcutları gerçeğiyle nasıl örtüştüğü sorusunu sormadan ilerlemek mümkün değil.
PEDAGOJİK VİZYON KALABALIKTA ERİYOR
Bakan Yusuf Tekin bu yıl sınıf mevcutlarının eskisi gibi olmadığı, kademeler arasında farklılık olmak kaydıyla 20-22 bandında olduğu yönünde bir açıklama yaptı. Oysa MEB verilerine göre 2023–2024 eğitim-öğretim yılında Türkiye’de derslik başına düşen öğrenci sayısı ilkokullarda 27, ortaokullarda 28, liselerde ise 25. İlk bakışta bakanın açıkladıklarına yakın görünen bu rakamlar “ortalama”dır. Bu “ortalama” rakamlar Türkiye’nin eğitimdeki derin eşitsizliklerini perdeliyor. İstanbul, Şanlıurfa, Diyarbakır, Gaziantep gibi şehirlerde 40 ve üzerindeki sınıflar hâlâ çok yaygın.
Maarif Modeli’nin sunduğu pedagojik yaklaşım ise küçük gruplarla çalışmayı, öğretmenin öğrenciyi bireysel olarak tanımasını ve farklı ihtiyaçlara göre öğrenmeyi farklılaştırmasını öngörüyor. Bu yaklaşımın 40 kişilik sınıflarda uygulanması mümkün değil.
SOSYAL-DUYGUSAL BECERİLER KÖRELİYOR
Eğitim yalnızca akademik bilgi aktarmaktan ibaret değil. Çocuğun kendini ifade etmesi, empati geliştirmesi, ekip çalışmasına katılması ve özgüven kazanması sosyal-duygusal becerilerin temel parçalarıdır. OECD raporları bu becerileri 21. yüzyıl eğitiminin anahtarı olarak tanımlar. Ancak bu becerilerin gelişebilmesi için öğrencinin fark edilmesi, duyulması ve aktif katılım göstermesi gerekir. Nitekim Maarif Modeli sosyal duygusal beceri gelişiminin önemi ve derslerle ilişkilendirilmesine dair iddialı bir politika belgesi içeriyordu.
40 kişilik bir sınıfta öğretmenin her öğrencinin sesini duyması imkânsızdır. Öğrencilerden bir kısmı sessizce kaybolurken, katılımcı birkaç öğrenci sınıfa hâkim olur. Bu koşullarda ne işbirliği gelişir ne de bireysel özgüven desteklenebilir. Maarif Modeli’nin hedeflediği eleştirel düşünme ve problem çözme becerileri de kalabalık sınıfların gürültüsünde kaybolur. Çocuğun duygusal güvenliği ve sınıfa aidiyet hissi zedelenir.
Kalabalık sınıflarda pedagojik vizyonun en çok zarar gören alanlarından biri de eşitliktir. Farklı öğrenme hızına sahip öğrencilerin desteklenmesi mümkün ol(a)maz. Öğrenciler kendi imkânları ve aile desteği ölçüsünde yol alır. Eğitim, sosyal adaleti güçlendirmek yerine eşitsizlikleri yeniden üretmeye devam eder.
SÜREÇ DEĞERLENDİRME YÜKÜ: KÂĞIT ÜZERİNDE VAAT
Maarif Modeli, öğretimi yalnızca sonuca değil sürece odaklamak istiyor. Öğrencileri sadece sınavla değil, sınıf içindeki etkinlikler, projeler ve benzeri araçlarla ölçme değerlendirmeye tabi tutmayı önceliyor. Öğrencilerin öğrenme yolculuğu boyunca gözlemlenmesi, ikili ve grup çalışmaları yapılması, akran değerlendirmelerinin yaptırılması, sürekli geri bildirim verilmesi hedefleniyor. Bu kulağa umut verici gelse de, sınıf mevcutlarının gerçekliğiyle yan yana koyduğumuzda imkânsız bir görev haline geliyor.
Bir öğretmenin her öğrencinin süreç değerlendirme çalışmalarını okuyup inceleyerek bireysel dönüt verdiğini düşünelim. Bunu haftalık yapmak istediğinde sadece bu iş için onlarca saat ayırması gerekir. Dolayısıyla resmî söylemde yer alan süreç değerlendirme, kalabalık sınıflarda ancak formaliteye dönüşebilir.
ÖĞRETMEN SUNUCU DEĞİL KOLAYLAŞTIRICI OLACAK, PEKİ NASIL?
Model, öğretmeni anlatan/sunum yapan kişi olmaktan çıkarıp öğrencileri aktif kılan bir kolaylaştırıcıya dönüştürmeyi vaad ediyor. Kulağa modern ve etkileyici geliyor. Ancak kalabalık sınıfta grup çalışması, proje tabanlı öğrenme ya da tartışma yöntemi uygulandığında, ironik bir biçimde, öğretmenin anlatıcı olmaktan çıktığı ama kalabalığın etkinlikleri sağlıklı yürütmeyi imkansızlaştırdığı bir ortamda öğrenme gerçekleş(e)miyor. Öğrenciler yarım yamalak etkinliklerle, yüzeysel bir bilgi edinip dersin içeriğini sindiremeden ilerliyor. Pedagojik yöntemler kağıt üzerinde kalıyor, sahada ise eksik ve etkisiz bir öğretim pratiği ortaya çıkıyor. Pedagojik ideal sahada karikatüre dönüşüyor.
KALABALIK SINIFLAR POLİTİK TERCİH SONUCU
Kalabalık sınıflar, doğrudan eğitim politikalarının ve bütçe tercihlerinin doğal sonucudur. Türkiye’de yıllardır var olan derslik açığı hâlâ kapatıl(a)madı. Yeni okul mekanlarının üretimi öğrenci sayılarının artışına paralel hızla ilerlemedi.
Öğretmen boyutunda da benzer bir tablo var. 2023-2024 verilerine göre örgün eğitimde görev yapan öğretmen sayısı 1 milyon 170 bin civarında. Yeterli sayıda kadrolu öğretmen istihdam edilmediği için birçok okulda ücretli öğretmenlerle eğitim yürütülüyor. Yetersiz istihdam, kalabalık sınıfların yükünü daha da artırırken eğitim fakültelerinden mezun on binlerce gencin yıllardır atama beklemesi de madalyonun diğer yüzü.
Aynı durumu eğitime ayrılan bütçe payında da görüyoruz. Türkiye’de eğitime ayrılan bütçenin GSYH’ye oranı son yıllarda düşüş eğiliminde. Okul yapımı, dersliklerin iyileştirilmesi ve öğretmen atamalarına gerekli ve yeterli kaynağı ayırmanın sonuçları ortada.
VİZYON İLE GERÇEKLİK ARASINDAKİ MESAFE
Maarif müfredatı, eğitimde yeni bir sayfa açtığını iddia ediyor. Ancak sahada koşullar değişmediği sürece bu yöntemler paketi uygulanabilir değil. Türkiye’de derslik açığı, öğretmen yetersizliği ve plansız okul dağılımı devam ettikçe, pedagojik söylem ne kadar yenilikçi olursa olsun sınıf mevcutlarının kalabalıklığında kaybolmaya mahkûm.
Öğrencilerin fark edilmediği, görünmez hale geldiği bir eğitim ortamında “bireysel farklılıklara duyarlı” pedagojiden söz etmek mümkün değil.
Maarif müfredatının önerdiği öğretimsel yöntemlerin, iddia edildiği gibi, bir eğitim reformu yaratabilmesi için sınıf mevcutlarının azalması, her öğrencinin öğretmeni tarafından tanınabileceği, söz hakkı bulabileceği, sınıfın sosyal ortamında görünür olarak sosyal-duygusal gelişimini yaşayabileceği koşulların yaratılması gerekiyor.