Küresel düzenin insanlığa mirası: İkinci yılında Gazze Soykırımı

Yusuf Tuna Koç – Araştırmacı

21. yüzyılın henüz ilk çeyreği dolmadan belki de en büyük trajedisi ve en kanlı soykırımından biri bu hafta 2. Yılını tamamladı. ‘En’ ve ‘soykırım’ kelimelerini yan yana getirmek pek kolay olmasa bile, bugünün tek kutuplu dünya düzeninin felaketler kapitalizminde bu durum olağan bir hal alıyor. Gazze’de yalnızca son 2 yılda hayatını kaybedenlerin sayısı 70 bini geçti. Lancet 2024 yılında o tarihe kadar yaşananların sonucunda 200 bin kişinin yaşamını kaydedeceğini belirttiği rapor yayınlandığında, öldürülen Filistinli sayısı 20 bindi. 2026’da yayınlanacak bir Lancet raporunun vereceği rakamları korkarak beklemeye devam ediyoruz. 

Ancak Gazze, ‘artık’ gözünü kapatamayan liberallerin ya da İsrail ile ticareti hevesle sürdüren İslamcıların sunduğu şekliyle yalnızca kalpleri burkan bir insani dram değil. Bir medeniyetler çatışması, bir diktatörün akıl dışı macerası, birbirine düşürülmüş halkların trajedisi gibi bayatlamış ana akım entelektüel kalıplarla açıklanabilecek bir klişe de değil. Gazze insanlık tarihinin sondan geriye akan canavarlık dönemiyle en özdeş emperyalist projesi. Nasıl ki keşifler sonrası kolonyalizm dönemini İngiltere’nin Hindistan’da yaptıklarıyla, 20. Yüzyıl emperyalizmini ABD’nin Vietnam savaşıyla simgeleştiriyorsak, 21. Yüzyılın sınır tanımayan emperyalist projesinin simgesi de Gazze soykırımı. 

ZORAKİ HEGEMON

Geçtiğimiz iki yılda jeopolitiğin nasıl adım adım ABD-İsrail lehine dönüştüğünü birçok uzman yazdı. Özellikle Rusya’nın çekildiği Suriye’nin düşüşü ardından İran’ın İsrail karşıtı direniş ekseninin domino etkisiyle çözülmesi, Tahran’ın Tel Aviv karşısında sahada ciddi bir üstünlük kuramayışı ve soykırımı fırsat bilen ABD-İsrail ortaklığının Filistin ile sınırlı kalmayıp Lübnan, Suriye, Yemen, İran’da askeri müdahalelerle yeniden hegemonya kurma yönündeki adımları… Peki bu noktaya ‘neden’ geldik? Washington’un Büyük Orta Doğu Projesinin yazıldığı dönemden beri hayallerini süsleyen statükonun kurulması neden bugün için acil önemliydi? 

Artık yalnızca Marksist aydınlar değil, ana akım teorisyenler de ABD hegemonyasının gerilediğini açıkça yazıyor. İmparatorluğun düşüşü manşeti, son birkaç yılda sayısız makalenin başlığı oldu. Çin ile girilen ekonomik rekabetin kaybedilmesi, neoliberal piyasa sisteminin 2007 krizi sonrası neredeyse tamamen kontrolden çıkan kendi kuyruğunu ısıran yılan misali dengesizliği ve bölgemizdeki bitmeyen savaşlar bu gerilemenin en önemli dinamikleri. 7 Ekim bu hegemonya krizine verilen en büyük yanıtlardan biriydi. Ancak Trump’ın iddia ettiği gibi bitmeyen savaşların sonlanmasıyla değil. Libya, Yemen ve Sudan’daki iç savaşları, Afganistan’daki Taliban gerçeğini bir tarafa bıraksak bile Şaara sakallarını ne kadar tararsa tarasın, Suriye’de de iç savaş hala bitmekten çok uzak. 7 Ekim, ABD’nin gerileyen hegemonyasını tahkim etmek için elindeki en güçlü -ve belki tek- silahını ortaya koydu: askeri saldırganlık, zor yoluyla egemenlik. Trump ile bu çok daha görünür hale geldi: orta doğuda işler beklendiği gibi değilse çözüm soykırım ve bölgesel savaş. Ülke içinde huzursuzluk artıyorsa çözümü her sokak başında gönüllü ordular. Çin ekonomik olarak önde gidiyorsa çözümü Pasifik’e konuşlandırılmış savaş gemileri. Ancak saldırganlık tek başına kar getirmez, bu yüzden 7 Ekim yalnızca bir jeopolitik ve askeri proje değil, aynı zamanda bir ekonomik proje de. 

GAZZE ÖZEL EKONOMİK PROJESİ

Trump Beyaz Saray’a ikinci gelişinin henüz ilk günlerinde, son derece mide bulandırıcı ve aşağılayıcı bir yapay zeka videosu paylaşmıştı: Gazze’yi Orta Doğunun Riviera’sı olarak tasvir eden bu video, soykırımın ardından Dubai vari bir yeniden inşayı ve Trump’ın boynuna çiçek halkaları yerleştiren tropik kıyafetli kadınları resmediyordu. Hem ana akım hem alternatif medyanın çok da üzerine düşmeyerek her zamanki Trump absürtlüğüne verdiği bu videonun aslında son derece detaylandırılmış ve hakiki bir plana dayandığı, ancak geçtiğimiz günlerde Washington Post ve Bild’de yayınlanan sızdırılmış Gazze Planı ile ortaya çıktı. 

Tam ismiyle Gazze Yeniden İnşası, Ekonomik İvmelendirmesi ve Dönüşümü Tröstü, kısa adıyla ise G.R.E.A.T Trust (Büyük Tröst/Fon) başlıklı proje, Trump’ın absürt videosundaki Gazze Rivierasının somutlandırılmış planıydı. Gazze’de yaşayan 2 milyon insanın büyük kısmının ‘gönüllü’ olarak sürülerek Şeridin 10 yıllığına ulusötesi şirketlerden oluşacak bir mütevelli heyetinin kontrolüne verileceği, güvenliğini ise İsrail’in sağlayacağı proje, Boston Danışmanlık Şirketi ve İsrail’in kurduğu Gazze İnsani Vakfı hazırlamış. 38 sayfalık projenin ilk ve en önemli önceliği olan 2 milyon kişilik bir etnik temizlik her detayıyla düşünülmüş. Göçmeye “gönüllü” çoğunluğa, hayatlarını başka yerlerde kurmaları için, proje için üretilecek dijital paralarla belli bir süre destek verilecek, kalmak isteyenlere 30 m2’lik, çadırdan küçük evler sunulacak. Tüm yeniden inşa ve ekonomik kalkınma, projeye yatırım yapan şirketlerin oluşturacağı mütevelli heyetinin elinde olacak ve İsrail ile iş birliği içinde hareket edilecek. Ayrıca Gazze’ye yeni bir liman inşa edilecek ve bu liman üzerinden kurulacak ticaret yolu, Avrupa ile Asya arasındaki deniz ticaretinin merkezinde olacak. Bu liman projesi ise doğrudan Çin’in Kuşak-Yol projesine karşı geliştirilmiş bir alternatif! 10 sene içerisinde Filistin’de yaşayacak nüfusun GSYİH’sinden, projeye katkı sunacak şirketlerin 10 yıllık kar getirisine ve Kuşak Yol projesini ne kadar engelleyebileceğine kadar tüm rakamlar hesaplanmış. Ancak projenin hele de Amazon grubunun sahip olduğu Washington Post’a sızdırılmasından anlıyoruz ki henüz getireceği kar konusunda tüm yatırım ortakları ikna değil. Plan, daha çok finansman sağlaması beklenen şirketleri ikna etmeye yönelik bir taslak. Plana en büyük desteği de Ukrayna’da savaş dönemi ucuzdan aldığı toprakları rahatça işleyebilmek için ölen Ukraynalı askerlerin kendi topraklarına gömülmesini yasaklayan BlackRock şirketi veriyor. 

Büyük Gazze Planı tüm mide bulandırıcı detayları ile hiç de şaşırtıcı değil. 2 yıldır çoğu kadın ve çocuk 70 binden fazla insanı katleden soykırım aktörlerine de daha azı yakışmazdı. Tüm bölgeyi çatışma alanına dönüştürmenin nakdi getirisi de aynı derecede barbarca olabilirdi. Dolayısıyla tüm bu gelişmelere dair asıl soru işareti, böyle barbarca bir projenin ne kadar gerçekleştirilebilir olduğu. Jeff Bezos da kısmen bizimle aynı fikirde olmalı ki Beyaz Saray koridorlarında gezdirilen bu plandan haberdar olabiliyoruz. 

‘GERÇEK KAPİTALİZM’

Planın absürtlüğü, etnik temizlik üzerine böyle bir dijital-finansal yeniden inşanın gerçekleştirilebilir olup olmamasından kaynaklanmıyor. Hepimizin içinde yaşadığı bu çağın absürtlüğü, emperyalizmin artık değer yaratabilmek, jeopolitik rakiplerinin yerine bir alternatif sunabilmek ve ticaret savaşlarında öne geçebilmek için yüz yıllara dayanan bir geçmişe ve medeniyete sahip olan bir ülkeyi nüfusuyla birlikte tamamen ortadan kaldırarak yerine tamamen şirketlerin kontrolünde, insansız bir dijital distopya ihtimaline bel bağlaması. İşte 21. Yüzyıl emperyalizminin tüm çelişkileri, tüm mutasyonları ve gerilemeleri de yaşanan soykırımda ve bu insanlık dışı planda yatıyor. Bu planda bugün kapitalizmin geleceğine dair tartışılan her şeyi bulabilmek mümkün, tekno feodalizm, politik kapitalizm, yayılmacı izolasyon… İşte 2 yıldır bilinçli biçimde sürdürülen açlık planı, aslan payı teknoloji şirketlerine verilecek bir yeniden inşa tasarısı ile eş zamanlı olarak ilerliyor.  

İngilizlerin Hindistan’da, İspanyolların Latin Amerika’da, Belçikalıların Afrika’da yaşattığı vahşetler, kolonyalizmin acı hatırası olarak hatırlanıyor. Gazze’de yaşanan vahşet, kimi kolonyalizm uzmanları tarafından bu döneme atfedilerek, karşılaştırılarak anlatılıyor. Tüm dünya halklarının yaşadığı ağır sömürü koşullarını açıklayabilmek için kimi aydınlar kapitalizmin bile dışına çıkıldığı argümanlarına başvuruyor. Halbuki Gazze’de son derece modern, hatta post modern ve kapitalist bir soykırım yaşanıyor. Hatta bugün anlıyoruz ki kapitalizmin sistem olarak dünyaya egemen oluşunun ardından önce iki büyük savaşla süren kendi iç çatışması, ardından yarım yüzyıl boyunca sosyalist blok eliyle sınırlandırılmasının sonunda belki de bugün emperyalist kapitalist sistemle en çıplak haliyle karşı karşıyayız, hem de politik ve askeri engellerinden arınmış, geriledikçe daha da saldırganlaşan bir sistem olarak. 7 Ekim’den bugüne yaşanan soykırım, katledilen on binlerle sürülecek milyonlardan kalacak topraklara ağzının suyunu akıtan şirketler en dolayımsız haliyle yaşadığımız düzenin çıplak hakikati. 

HAKİKATİNİ KAYBEDEN DÜNYA

Son bir not: Teknolojinin her anımızı ‘gönüllü’ biçimde kaydettiği çağında, an be an yayınlanmasına rağmen, bir önceki yüzyılın ‘hür dünyasının’ ve tüm ‘özgürlükçü’ uluslararası kuruluşlarının gözünü kapattığı bir soykırımı yaşıyoruz. 20. Yüzyıl olimpiyat protestolarıyla hatırlanırken, bugün FIFA’nın “Biz karışamayız” diyerek sorumluluktan kaçtığı bir soykırımı. Halbuki aynı FIFA ve UEFA Rusya’yı Ukrayna’yı işgal ettiği gerekçesiyle tüm turnuvalardan atarken, Filistin’de turnuvalara katılacak futbolcuların dahi katledildiği bir dönemde ancak 2 yıl sonra ve son derece ‘apolitik’ bir karşılık verebiliyor. Tabii ki mesele sadece uluslararası kuruluşlar değil. Almanya’nın Filistin’e destek eylemlerini hatta sloganlarını dahi anti semitizm çuvalına sokması, 70 bin kişi yaşamını yitirdikten sonra bile yalnızca İsrailli rehinelerden söz etmesi, 21. yüzyılın ilk çeyreği sona ererken zamanın ruhunu belki de en iyi yansıtan örnek. Bu iki yüzlülük, bugünü geçmiş yüzyılla karşılaştırınca en açık hakikatin ve ortak, evrensel kabul edilen değerlerin bile ancak bir sınıflar mücadelesinin ürünü olduğu gerçeğini acı biçimde yüzümüze vuruyor.  

Eğer Vietnam direnemeseydi, eğer sosyalizm ihtimal değil hakikat olarak var olmasaydı, tüm dünya 1968’de Vietnam halkıyla ortak bir dayanışma sergileyebilir miydi, Filistin başta olmak üzere dönemin tüm ulusal mücadeleleri aynı kardeşlik ve dayanışma vurgusuyla önce halklar, sonra ortak organizasyonlarımız ve en sonunda da her iki blokun liderleri tarafından kabullenilebilir miydi? Vietnam’ı simgeleştiren fotoğraflar bugün dahi hafızamızda, 60 yıl sonra, medyayla çok daha iç içe olduğumuz bir çağda Filistin’de 2 yıldır belki binlerce benzer görüntü hem de canlı yayınlanıyor. Ancak sınıf mücadelesinin tersine aktığı bir çağda, yalnızca uluslar ve uluslararası kuruluşlar düzeyinde değil, kimi ülkelerde halklar nezdinde dahi soykırımın hakikatini bile algılayamıyoruz. Düzen elimizden yalnızca emekliliğimizi, sağlık sigortalarımızı ya da boş vakitlerimizi değil, yüz yıl önce var olan en onurlu duygularımızı dahil gasp etmeye çalışıyor. 

Daha fazlasını kaybetmeyelim diye değil, yeterince kaybettiğimiz için, nehirden denize özgür Filistin ve özgür bir dünya için, bu düzenin ötesini görebilmek zorundayız.