Krizin süreklileştirilmesi olarak siyaset: Anafor Rejimi

Tamer YAZAR

Anafor, “akarsularda, özellikle boğazlarda ve dar geçitlerde oluşan, içine çekici döner su akıntısı, girdap” olarak tanımlanır. Çekme, yönsüzleştirme ve çıkışı zorlaştırma özellikleri vardır.

Tanımın siyasi alanda karşılığı, krizlerin aşılamadığı; tersine, yönetilebilir hale getirilerek süreklileştirildiği rejimdir. Politik olarak; toplumların yönelimlerinin zorla tersine çevrildiği, ilerleme ihtimallerinin askıya alındığı ve kitlelerin sürekli bir dönme, savrulma ve yön kaybı haline mahkûm edildiği bir durumu ifade eder.

Rejim, krizin süreklileşmesi yoluyla ne ileriye gidişe ne de geriye dönüşe izin verir. Temel işlevi, toplumu aynı eksende döndürerek tüketmek, enerjisini boşaltmaktır. Anafor ne bir denge halidir ne de geçici bir istikrarsızlık. Bilerek üretilmiş ve kurumsallaştırılmış bir yönsüzlük rejimidir.

Anafor siyaseti, gerçek toplumsal çelişkilerin yer değiştirmesiyle varlığını sürdürür. Emek–sermaye karşıtlığı, sınıflar mücadelesi ve emperyalist tahakküm görünmez kılınarak; yerlerine devlet–toplum, kimlik–kimlik, kültür–kültür ikilikleri yerleştirilir. Böylece egemen sınıflar perde arkasına çekilir, emperyalizm tartışma dışı bırakılır ve toplum kendi iç gerilimlerine hapsedilir.

SONSUZ DÖNGÜ

Anafor, sürekli “yeni” olan ama hiçbir şeyi dönüştürmeyen söylemlerle beslenir. Yeni anayasa, yeni açılım, yeni sol, 21. yüzyıl sosyalizmi gibi kavramlar değişim hissi yaratırken mevcut iktidar ilişkilerine dokunmaz. Toplum, hareketteymiş gibi hissettirilir; fakat gerçekte olduğu yerde döner durur.

“Normalleşme”, “yumuşama”, “denge”, “reform”, “istikrar” gibi kavramlar; siyasal içeriği boşaltılmış, yön tayin etmeyen ve toplumu pasif bir bekleme haline çağıran söylemler olarak dolaşıma sokulur. Çatışmayı değil uyumu; mücadeleyi değil sabrı; iradeyi değil teslimiyeti telkin eden anafor, yalnızca siyasetle değil, kelimelerle de inşa edilir.

Yaşanan, klasik bir geçiş krizi değil; iktidar tarafından yönetilen ve uzatılan bir rejim krizidir. Meşrutiyetini yitiren iktidar, döngüsel manevralarla devamlılığını sürdürme gayretindedir. 

Bu tablo Türkiye açısından tanıdıktır. 12 Eylül’de “istikrar”, 28 Şubat’ta “denge”, 2010 referandumunda “demokratikleşme” söylemleriyle sahnelenen süreçler aynı anafor mekaniğini üretmiştir. Bugün yaşananlar bir kırılmadan çok, bu sürekliliğin güncellenmiş biçimidir.

Açılım vardır ama demokratikleşme yoktur.

Yeni anayasa söylemi vardır ama halk egemenliği yoktur. Normalleşme konuşulur ama olağanüstü rejim sürer: Değişiyormuş gibi yapmak ama değişmemek.

Bu rejim, en ağır bedeli emekçi sınıflara ödetir. Güvencesiz çalışma kalıcılaşır, gençlik geleceksizliğe mahkûm edilir, küçük üretici ve köylülük sistematik biçimde tasfiye edilir. Anafor, soyut bir siyasal durum değil; gündelik hayatın her alanında hissedilen sınıfsal bir saldırıdır.

MUHALEFET İSTER

Anafor yalnızca iktidar eliyle üretilmez; uyumlu bir muhalefet zemini de gerektirir. Bugün “yeni sol”, “üçüncü yol” ve “21. yüzyıl sosyalizmi” başlıkları altında sunulan tartışmaların önemli bir bölümü, sınıf siyasetini etkisizleştiren ve emperyalizmi tali bir mesele haline getiren bir işlev görmektedir. İktidarı hedef almayan, egemen sınıfları görünmez kılan, düzenle çatışmak yerine içinde kendine alan açmaya çalışan, mücadele ediyormuş gibi yaparak mücadeleyi etkisizleştiren söylemler. 

“İstikrar”, “kaos riski” ve “devletin bekası” türü söylemler ise krizi çözmeyi değil krize razı olmayı öğütleyen rejiminin ideolojik dayanakları. Ülke içindeki tariflenen kaos hali yakın çevremizden bağımsız ele alınamaz. Ortadoğu uzun süredir kalıcı bir anafor alanı olarak yeniden tasarlanmakta. Ulus-devletler içten çökertilmekte, toplumlar etnik ve mezhepsel fay hatları boyunca ayrıştırılmakta. Amaç, halkların kendi kaderlerini tayin etme kapasitesini ortadan kaldırmak; direnç odaklarını dağıtmak ve enerji ile güvenlik hatlarını denetim altına almak. Türkiye’nin bu denkleme dâhil edilmek istenmesi ise tesadüf değil. Anafor, sınır tanımaz; bulaşıcıdır.

EMPERYALİZMİN YENİ YÖNÜ

Neoliberalizmin çözüldüğü, tarihsel bir kriz içine giren kapitalizm, yeni bir toplumsal düzen kurmayı başaramadı. İçeriği boşalmış demokrasi söylemi barışın yerine savaşı yerleştirdi. Bu tablo, emperyalizmin yeni yönetim tarzını ifade eder: Sürekli kriz, sürekli korku ve sürekli belirsizlik. Toplumlar kendi geleceklerini kurma cesaretinden sistematik biçimde yoksun bırakılmakta.

Çıkış yolu, emperyalizmi hedefe koymaktan; sınıf siyasetini merkeze almaktan ve toplumu ortak emek ile ortak kader zemininde yeniden buluşturmaktan geçer.

Anafora karşı dayanışma; beklemeyi değil müdahaleyi, uyumu değil kopuşu, dağılmayı değil birleşik mücadeleyi ifade eder. Bu dayanışma geçmişin nostaljisi değil; bu coğrafyada onurlu bir gelecek için tarihsel bir zorunluluktur.

Bu nedenle anafor, aşılması gereken geçici bir durum değil; kopulması gereken bir rejim biçimidir.

*Önder İşleyen’in 21.12.2025 tarihinde BirGün Gazetesi’nde yayımlanan “Yeni Rejimin Sol Demagojisi” başlıklı yazısından esinlenilerek kaleme alınmıştır.