Beş yaşındayken, kağıdın kenarı kıvrıldı diye öfkeyle yırttığım resimlerimi hatırlıyorum; kendimi yerden yere atarken annemin tesellilerini…
On yaşındayken, buruşan resimlerimi günlerce halının altında sakladığımı hatırlıyorum. Zaman akıp giderken onları orada unutur, bulduğumda karşılaştığım manzara hiçbir zaman içime sinmezdi.
İlkokulda annem, “Sınıf öğretmeniniz artık ödevlerde silgi istemiyor,” demişti. Meğer bir harf güzel durmuyor diye defalarca sildiğim sayfaların yorgunluğunu o da taşımış omuzlarında.
Her piyano konserimde, tek bir notaya yanlış basarım diye titreyen ellerimi, deliler gibi çarpan kalbimi hatırlıyorum. Heyecanı bir endişeye dönüştürdüğümde, sanki büyüsüne ihanet etmişim gibi soğuyan bakışlarını da…
Her maçımda “Ya olmazsa?” korkusuyla attığım şutları hatırlıyorum. O korkudan geriye, artık turnike atmayı bile hatırlamayan bir beden kaldı; çünkü korkumun yazgıya faydası dokundu.
Deneme sınavında yaptığım bir yanlış yüzünden, sınıfta katıla katıla ağlarken duyduğum o kokuyu hatırlıyorum. Şimdi ise aynı duyguları bir daha yaşamamak için, çalışmaktan bile korkuyorum.
Bugüne, mor göz halkalarım ve buz kesen ellerimden ne kaldı?
Kontrolü yitirmemek için zihnimin kuytularında doğan her soruya bir cevap arayan o bitmek bilmez çaba mı?
Kendini koruduğunu sanarken yalnızca tüketen o aptal beyin mi?
Kendini sevmeyi başarıdan öğrenen, ama kimsenin mükemmel olamayacağını fark ettiğinde öfkesine yenilen o benlik mi?
Neden kaybetmekten bu kadar korkar insan?
Sevdiklerini, başarısını, kontrolünü…
Neden kaybetmekten korkarken, yavaş yavaş kendini yok ettiğini fark etmez?
Neden hiçbir şey kaybetmediğini sanarken, sonunda elinde hiçbir şey kalmadığını görmek istemez?
Korkularımızı Büyütürken Neden Kendimizi Küçültüyoruz? was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.