Köpekler ve kapatılan kapılar

Geçtiğimiz hafta özgürlükleri kısıtlayan, hukuku güçlünün adaletine dönüştüren iktidarın, yerleşikliğini alternatifsizlikle güçlendirebilmek için yasakları, kültürsüzleştirme politikalarını kullanışına değinmiştim. Peki, iktidarın yasakları sanatın kapıları kapatılabiliyor mu?  

Yunanistan’da çağdaş ve deneysel tiyatronun önemli yönetmenlerinden Anestis Azasin’in gerçek bir olaydan etkilenerek yazıp yönettiği Köpekler (The Dogs!) geçtiğimiz gün Paribu Art sahnesinde izleyiciyle buluştu. Yunanca, Türkçe ve İngilizce olmak üzere üç dilli ve müzikli bu müthiş performansı izleyebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. İzleyicileri mizah ve gerginlik kadar aykırı iki uç arasında, şiddet ve gerçekliğin çarpıcı ve rahatsız edici unsurlarıyla adeta kuşatan oyunu izlerken aklımda bu soru vardı. Oyun izleyicinin, yetkili kurumlarca örtbas edilen bir vahşetin öyküsü eşliğinde hayatın farklı alanlarında kendisine de sorular sormasına vesile oluyor. Sanatın gücü, işte o çok korktukları erişimi zaten burada saklı değil mi? Tiyatro perdeyi aralıyor, oyunun sonunda perde alabildiğine açık ve sahnenin önündeki perspektiften çok daha geniş bir yere uzanan manzaraya doğru uçuşarak dalgalanıyor.

Bir köpeğin ölümü, bir toplumun vicdanını ne kadar sarsar? Yunanistan’da geniş yankı uyandıran Arahova’da bir Husky’nin zalimce öldürülmesinden yola çıkarak yalnızca hayvan haklarına değil; adaletin çarpık işleyişine, suskun kalabalıklara, örtbas edilen hakikatlere yönelik daha derin bir yerden konuşan güçlü bir oyun izledik. Köpekler; yalnızca bir hayvanın ölümü üzerine değil; görmezden gelinen bütün ölümler, örtbas edilen bütün gerçekler, susturulan bütün sesler için etkileyici bir sahne performansıyla sahneden köpeklerin çığlığını en sağır kulaklara taşıyor.

Hemcinslerine yönelik acımasız bir suçu aydınlatmak için yola çıkan “köpek dedektifler” beden dilleriyle birer tanığa, sorgulayıcıya dönüşüyor. Uyanışı, adalet için dayanışmayı örgütlüyor. Işık, ses ve ritimle kurdukları atmosfer, izleyiciyi gerçeğin ve kurgunun bulanık sınırında dolaştırıyor. Biz belki “Twist”in öyküsünü, Eros’un, Cezve’nin ve adını bile öğrenemediğimiz sayısız sokak hayvanın yaşadıklarını düşünerek izledik. Hatta Türkiye’de hayvanların acımasızca öldürülmesini teşvik eden, onların kontrolsüzce açlığa, ölüme terk edilmesine sebep olan korkunç yasayı getiren zalim iktidarın bize dayattıklarının yarın nereye uzanabileceğini iliklerimize kadar hissettik. Yunanistan’da infial uyandıran tekil bir olayın bizim ülkemizde cezasızlıkla hayvanlara, çocuklara, kadınlara, yoksullara, güçsüzlere, ezilenlere ve ses çıkaranlara uzanan köprüsünden geçerek! Sahne kimi anlarda bir mahkeme salonuna, bir vicdan kürsüsüne dönüştü zihnimizde ve yüreğimizde.

Ancak oyunun Türkiye’deki yankısı, bir başka haksızlığın gerçekliğiyle sahnedeki hikâye kadar ağır. Çünkü kadroda yer alan Cem Yiğit Üzümoğlu, günlerce emek verdiği bu oyunun ne galasında ne de sonra sahneye çıkamadı.  Ülkesinde yaşanan haksızlıklara duyarsız kalmadığı, sanatçı sorumluluğuyla seslendiği ve muhalif bir sanatçı olduğu için kindarca cezalandırılan Cem Yiğit Üzümoğlu adli kontrol altında ve yurt dışına çıkması yasak. Sahnede olmalıydı, olamadı. Bir yasağın kapısında kaldı. Bir oyuncunun nefesi, devletin mühürlediği sınırda esir tutuldu. Sanatın en doğal akışı, yani bir oyuncunun sınırlar olmadan seyirciyle buluşması, siyasi bir yasakla kesintiye uğradı. Toplumda sevilen, başarılı bir sanatçının erişim gücü üzerinden topluma korku salmak üzere yargı sopası bir kez daha işe koyudu. Sahneye; kimi “aydınların / sanatçıların” da alkışlarıyla iktidara gelmeyi başarıp, Avrupa’ya “en özgür ülke” olduğunu her fırsatta söyleyenlerin kara gölgesi düştü. Üstelik o gölge ve yasak artık sınırları aşmış ve Avrupa sahnelerine uzandı ve apaçık görünür oldu. İroniye bakın: Köpekler oyunu, zaten karartılan gerçekleri, toplumsal sessizlikleri tartışıyordu ve şimdi gerçek, sahnenin metaforunu çaldı; Türkiye’de oyun kendi alegorisini gerçeğe dönüştürdü.

Tiyatro inatçıdır. Bir yol bulur. Yasakları aşar, kapatılan kapıları zorlar. Oyunun Yunan ekibi, Cem sahneye çıkamadığı için İstanbul’a geldi. O üç temsil, yalnızca bir sanat etkinliği değil; dayanışmanın, kardeşliğin, sınırları aşan dostluğun sahnesi oldu. Kapatılan kapılara karşı üç gece üst üste pencereler açıldı, kapılar zorlandı. Köpekler, o pencereden bize bakıyor. “Susarsan suçlusun” diyorlar. Sessizlik suça ortak olmaktır. Hatırlamak, konuşmak, dayanışmak ise direniştir. Köpekler, sanatçılar, insanlar… Bugün bizlere düşen de tam olarak bu; yasakların, baskıların ve keyfi kararların gölgesinde, sanatı ve sanatçıyı yalnız bırakmamak. Çünkü bir köpeğin ölümü yalnızca bir olay değil; bir oyuncunun sahneye çıkamaması yalnızca bir oyuncunun kişisel hikâyesi değil. Bunlar bize, adaletin, özgürlüğün ve insan onurunun ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatan örnekler sadece. Sanatın yolu kesilebilir, ama sanata omuz verenler birbirine ulaşmanın yolunu bulur. Böylece sanat kitlelere ulaşmayı sürdürür. Özellikle yasaklanan, engellenen eserler, sanatçılar daha kalıcı bir ses edinirler. Tarih bize sayısız örnek sunuyor zaten. Aristophanes’in Kuşlar’ı, Köpekler’e esin oluyor. Çağlar döngüyü tamamlıyor. Sanatın sesi kısıldıkça yükseliyor.

Ben bu oyunda yalnızca bir köpeğin ölümünü değil kapatılan bütün kapıları düşündüm. Sahneden, üniversiteden, derneklerden, sendikalardan, meydanlardan, sokaklardan uzaklaştırılan bütün insanlar… Cem’in sahneye çıkamaması yalnızca bir bireyin hikâyesi değil; hepimizin hangi karanlıkla yaşamak zorunda bırakıldığımızın göstergesi. Köpekler oyunu, sahnede olduğu kadar sahne dışında da bir politik alegoriye dönüştü. Türkiye’den bakınca bu alegori daha da keskinleşiyor: Hakikati öldürenler, köpekleri, insanları, sanatçıları susturmaya çalışanlar, aynı sessizliği dayatıyor. Ama sahne var oldukça, o sessizliği bozacak bir ses de her zaman var olacak.

Cem Yiğit Üzümoğlu ve sanatçı arkadaşları bize “The Dogs” oyunuyla sadece çok iyi bir oyun, olağanüstü bir performans sergilemekle kalmadılar insanlığımızı hatırlattılar. Yaşam hakkına, direniş ruhuna selam durdular. Merhamete, sevgiye, acıya balat yazdılar.  Cem Yiğit Üzümoğlu; “Bugün bu mücadeleyi sürdürebilecek insana, sese ve mevcudiyete ihtiyacımız var. İnsanları nezaketle değiştirebilecek, onların farkındalığını arttırabilecek insana ihtiyacımız var Bunu kalbimizle ve aklımızla yapmamız gerekiyor. En önemlisi de umudu kaybetmemek. Umut, varlık sebebimiz olmalı. Umut etmeyi asla bırakmamalıyız. Asla, asla. Çünkü biz vazgeçtiğimiz zaman burada bizim için mücadele edecek kimse kalmayacak.” diyor bir röportajında. İsimlerini mutlaka anmalıyım. Giorgos Katsis, Konstantinos Moraitis, Panagiotis Manouilidis, Elena Mavridou, Maria Petevi, Michalis Pitidis, Gary Salomon ve Cem Yiğit Üzümoğlu. Sahnede büyüyorlar. Kimi zaman dört ayaklı, kimi zaman aç, kimi zaman işkence görmüş, acılar içinde ve yaralı, kimi zaman umutlu ve dayanıklılar. Belgesel tiyatrodan yola çıkan, sert gerçeklikle yoğurulan ve müziğin, sözlerin, koreografinin, bedenlerinin büyüsünü gerçekliğe akıtan bu ekibe koca bir teşekkür ve dinmeyen alkış borçluyuz. Nitekim öyle oldu. Gerçekliğin sanatta bu denli muazzam buluşması farkındalığın, isyanın, empatinin, direnişin ve umudun sesine dönüştü. Dakikalarca ayakta alkışlandılar. İyi ki!

∗∗∗

Hâl böyleyken eğitime, sanata yani özetle aydınlanmaya ve kültürel birikime yönelik yasaklar, engellemeler var gücüyle sürüyor. Siyaset; sanat eğitimine de beis görmeksizin; elini değil, kolunu değil, gövdesini sokarak müdahale ediyor. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki 12 hocanın görevine Tamer Karadağlı’nın kendisine muhalif olmaları gerekçesiyle şikâyeti üzerine son verildiği haberleri; bu gövdenin öznesinin “sanatçılar” arasından çıkmasıyla da yaranın ne kadar derin olduğunu göz önüne seriyor. Ohal döneminde KHK ile görevine son verilen akademisyenler arasında DTCF Tiyatro bölümü hocaları da vardı ve bölüm neredeyse tamamen hocasız kalmıştı. Şimdi bu habere göre Ankara Devlet Konservatuvarı tiyatro bölümü, 90’ıncı yılında ilk kez sanatçı hocalar olmadan eğitim-öğretime başlamış oldu. Yani yaşananlar tesadüf değil bilinçli ve sistemli bir döngüyü işaret ediyor! Kapılar kapatılıyor. Sanatın gücü ve dayanışma bu karanlığı da aşmanın yolunu bulacaktır.