Çok uzun zamandır hayatımızda olan bir kelime: “konfor alanı”. Bu kelimenin hayatımıza girmesi de oldukça garip oldu. Gecenin zifiri karanlığında siren seslerine uyandık. “Sığınaklara koşun, sığınaklara!” şeklinde belli belirsiz bir ses yankılandı kulaklarımızda. Biz de birden koşmaya başladık. Yataktan kalktığımız gibi, üstümüzde pijama, kaçıyorduk. Kimden kaçıyoruz? Soramadık bile, birden kendimizi bir insan istifi arasında itişirken bulduk. İnsan beyni de biraz garip çalışıyor böyle durumlarda. Topluluk hâlinde bir sürünün ferdi gibi davranıyor. Sürü bilinci kontrol etmeye başlıyor. İradenin yerini itaat alıyor.
Kendisine uzman diyen kişiler, sanki ağız birliği etmiş gibi toplumun hiç de önemli olmayan bir zaafına vurmaya başladılar. Cılız bir sesten başlayan fısıltı, gür bir sese dönüştü; önce, daha sonra ise kaba görültü. İlk taşı hangi günahsız attı hatırlamıyorum ama zoonoz bir hastalık gibi yayılıp pandemi şeklini aldı. “Konfor alanından çıkın” diye ortalığı yaygaraya vermeye başladılar. Biz de hemen toparlanıp çıkmaya çalışıyorduk. Daha tanımını bile tam olarak bilmediğimiz bir yerden veya durumdan kaçmaya şartlandık. Bunun içinde hepimizin bilinç altında konfor alanı, derhâl terk edilmesi gereken bir yer olarak kaldı.
Adı üstünde konfor alanı. İnsanın kendisini rahat hissettiği, fikirlerin yargılanmadığı yer. Belki de kendi olmasına izin verilen tek yer. Dünyadaki cennet değilse bile güzel bir serap. Kendimiz olabildiğimiz bir yer işte. Bazen arkadaşlarla kahve içilip, daha sonra strese döndüğümüz yer; kimi zaman dertten boğulurken bir pazar kahvaltısı. Piyango bileti aldığın gece kurduğun hayaller gibi işte. Olmayacak biliyorsun ama birkaç saatini mutlu geçirmek istiyorsun.
Konfor işte bir babanın eve dönmesi gibi. Dışarıda sıradan bir insan, alelade önemsiz bir varlık ama eve girince baba. Özel birisi artık o eşiği geçince. Her akşam eve gittiği için çalışabiliyor,haftanın altı günü on saat. Onun konfor alanı, uyumadan geçirdiği iki saat. Nasıl yaşar o adam elinden alırsan o iki saati? Nasıl katlanabilir ki mobbinge, birbirinin aynı geçen sövülen günlere?
Cevabı aslında basit. Biyolojide evrimsel durgunluk isimli bir durum vardır. En basit anlatım ile bu olay; bir canlının doğadaki durumuna göre pozisyon almasıdır. Evrimin en körükleyici faktörü hayatta kalma içgüdüsüdür. Bir canlı ne kadar strese maruz kalırsa, potansiyel avcısı ne kadar fazla ise veya hayatını ve neslini idame ettirmesine ne kadar engel varsa o ölçüde evrimleşir. Bu stres olmazsa o canlı türünün gelişmeye ihtiyacı olmadığı için evrimi oldukça yavaşlar veya durur.
Sonuç olarak bunu bize nasihat edenler bize dediler ki; siz konfor alanınızda kaldıkça gelişmeyecek, aslında olabileceğiniz insan olamayacaksınız. Buradan çıkarsanız olursunuz. Gelecek mutluluğunuz için şu andaki mutluluğunuzu feda edin. Ama bunu bize bir opsiyon gibi değil, zorunluluk olarak sundular.
Doğa kendisine ait kanunları işler. Bu kanunlardan en temeli, yaşam dediğimiz şeyin bir denge kurmak olduğudur. Aldığımız kadar da vermek zorundayız. Bir noktadan sonra kimliğimizi kendimizin tanımlaması gerekiyor. Bize ne olmamız gerektiğini anlatıp durdular, yeri geldi nasıl yaşayacağımızı söylediler. Ne yapmamız gerektiğini anlatılar ama nasıl yapmamız gerektiğini anlatmaladılar. Aslında anlatsalarda bir anlamı olmazdı. Bir yolda yürüdük hepimiz. Yol uzundu, biz küçük. Hiç kimse aynı yere varmak için yürımüyordu.Hepimiz birlikte yürüdük.Yolda karşılaştık. Yol bitti patikaya saptık. Zor zamanlar insanları yetiştirir.Bir o kadarını tüketir. Tükenmek değil mesele, bir şekilde hayatta kalmak. Diktelere rağmen kendi yönünü bulabilmek
Konfor alanı was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.