Kimlik, bellek ve göç

Deniz Burak BAYRAK

Bağımsız sinemanın dünyadaki en köklü savunucularından Locarno Film Festivali, bu yıl 3’üncü  kez İstanbul’a konuk oluyor. 20-30 Kasım arasında İstanbul Modern Sinema’da gerçekleştirilecek program, İsviçre’nin Locarno kentinden Türkiye’ye uzanan ‘sinemasal bir köprü’ kuruyor. Goethe Institut Istanbul, İsviçre İstanbul Başkonsolosluğu ve Avusturya Kültür Ofisi desteğiyle düzenlenen seçkideki tüm filmler, Türkiye’de ilk kez izleyiciyle buluşturulacak.

Locarno, bu yıl 78’inci yaşını kutladı. Dünya film festivalleri haritasında özgün bir yeri olan festival, yalnızca uluslararası yapımlarıyla değil, biçimsel ve tematik cesaretiyle de sinema tarihinde özel bir konumda.

İstanbul Modern Sinema Küratörü Müge Turan, bu birlikteliğin neden önemli olduğunu şöyle anlatıyor: “Locarno, sinemanın hem ideolojik hem ticari yönünü dengeleyen ama her şeyden önce sinemayı bir sanat dalı olarak savunan bir festival. Biz de bu seçkiyle sinemanın yeni ve özgün seslerine yer açmayı, izleyiciyi sinemanın dönüştürücü gücüyle yeniden buluşturmayı amaçlıyoruz.”

GÜVEN ESTETİK YAKINLIK

İstanbul Modern ile Locarno Film Festivali arasındaki işbirliği artık bir gelenek. Üç yıldır süren bu ortaklığın ardında yalnızca bir program alışverişi değil, estetik bir yakınlık da var.

Turan, iki kurumun “sinema anlayışında ortak bir zemin” bulduğunu söylüyor: “Bu süreçte karşılıklı güven, sinemaya aynı yerden bakabilmemizle güçlendi. Her iki kurum da özgün seslere, biçimsel cesarete ve sinemanın dönüştürücü gücüne inandığı için bu işbirliği doğal bir ortaklığa dönüştü.”

Bu yılki programda Filistin’den Kanada’ya, Japonya’dan İsviçre’ye uzanan on film yer alıyor. Coğrafi olarak geniş bir yelpazeye yayılan seçki, aslında Turan’ın deyişiyle “bugünün dünyasına dair ortak bir duygunun izdüşümü” gibi. “Bu filmler bana sinemanın artık ulusal sınırlarla değil, duygusal ve politik rezonanslarla tanımlandığını hatırlatıyor. Birbirine uzak ülkelerden gelen filmler, kimlik, bellek, göç, dayanışma gibi çağdaş dünyanın ortak kırılma noktalarına dokunuyor” diyor Turan.
Programın öne çıkan filmleri arasında, Filistinli yönetmen Kamal Aljafari’nin kişisel bir arayış hikâyesi olan “Hasan ile Gazze’de” ve Kanadalı yönetmen Sophy Romvari’nin, Vancouver Adası’nda ailesinin geçmişiyle yüzleşen genç bir kadının hikâyesini anlattığı “Mavi Balıkçıl” yer alıyor. Japon sinemasından Altın Leopar ödüllü “İki Mevsim, İki Yabancı” şiirsel bir yolculuğu anlatırken, İsviçre’nin Oscar adayı “Gece Vardiyası” bir hemşirenin hastane koridorlarında geçen gece nöbetinde sessiz bir dayanışma öyküsü sunuyor. Bu filmler, yalnızca sinema dilinde yenilik arayan değil, izleyiciyi bugünün duygusal ve politik iklimiyle yüzleştiren yapımlar.

Türkiye’de bağımsız sinemaya duyulan ilgi giderek artıyor, ancak gösterim alanları hâlâ sınırlı. İstanbul Modern Sinema, bu boşluğu yalnızca programlarıyla değil, izleyiciyle kurduğu ilişkiyle de doldurmayı hedefliyor.
Müge Turan, “Bizim için önemli olan, bağımsız sinemayı yalnızca göstermek değil, onun etrafında bir diyalog ortamı kurmak” diyor. “İzleyicinin bu filmlerle birlikte düşünmesini, tartışmasını istiyoruz. Perşembe günleri filmleri ücretsiz sunmamız da bu paylaşım ve erişim isteğinin bir parçası.”

POLİTİKA ÇAĞRISI

Turan’a göre, Locarno gibi bir festivalle sürdürülen bu tür ortaklıklar yalnızca sinema dünyasına değil, kültür politikalarına da ışık tutuyor: “Bu tür uluslararası işbirlikleri, kültür politikalarının sürdürülebilirlik, çeşitlilik ve bağımsızlık ekseninde şekillenmesi gerektiğini hatırlatıyor. Sanatı destekleyen politikalar, sınır tanımayan, paylaşımcı ve özgürlükçü bir vizyona sahip olmalı.”
Bu program, yalnızca bir festival seçkisi değil; sinemanın bugün hâlâ dönüştürücü, düşündürücü ve birleştirici bir sanat olduğunun hatırlatması.