Kibir (2024)

1. Bölüm

“Her zaman bir aptal gibi davranmak zorunda mısın? Ne zaman kendinle ilgili iyi bir şey duysan, bir anda böbürleniyorsun. Sen kibirli bir insansın. Artık beni hak etmiyorsun. Buradan kesinlikle gitmek istiyorum. Bu kadar iğrenç bir insan olduğuna inanamıyorum. Bu kadar zaman senin için uğraştım; on yıl, koca on yıl seni anlamaya çalıştım ben. Birlikte bir hayatımız olabilir diye inandım. Evet, gerçekten inandım. Hayaller kurdum. Bana bunu hâlâ nasıl yapabiliyorsun? Hiç mi değerim yok benim, hiç mi yol kat etmedik? Anlamıyorum, artık düşünemiyorum. Bıraktım öylece her şeyi; ne istediğimden bile emin değilim, nereye gitmek istediğimden emin değilim. Burada sıkışmış hissediyorum kendimi. Bir daha hiç yaşayamayacak gibi.”

“Senden nefret ediyorum… gerçekten senden nefret ediyorum. Artık bu hayatı yaşamak istemiyorum…” Kadın içeride eşyaları savururken bu cümleleri kuruyordu. Gidebileceği hiçbir yer yoktu. Belki buradan çok uzakta, küçük bir kasabada yaşayan, yalnız ve yaşlı babasının yanına gidebilirdi. Artık onun yürüyebildiğinden bile emin değildi. Oraya gidip bir de bakıcılık mı yapacaktı? Ama burada da mutlu değildi. Mutfağa gidip bulaşıkları yıkamaya girişti. İçinden, çok eskiden dinlediği bir şarkının melodisini mırıldanarak sıcak su vanasını çevirdi.

Erkek içeride televizyon kumandasının tuşuna bastı ve önüne denk gelen bir programa gözü takıldı. Televizyonda iki kadın vardı. Biri güzel ve alımlıydı. Diğeri ise sıska ve neredeyse kemikleri sayılıyordu. “Neden buraya çıkmış ki sanki? Bu kadar çirkin kadınları bence televizyona çıkarmamalılar… Sonuçta burası dünyadan, hatta gerçeklerden uzaklaşabildiğim tek yer.” diye düşündü. Haberler geldi aklına. Orada gerçekleri gösteriyorlar ama o hiç haber izlemezdi zaten; hemen değiştirirdi kanalı. Hatta bazen belgeseller bile canını sıkardı. Erkek kuşların, dişi kuşları etkilemeye çalıştığı belgeselleri severdi.

“Tanrım lütfen… lütfen beni cezalandırma. Bu şekilde hissettiğim için kendimi gerçekten kötü hissediyorum. Bir daha nimetlerinden hiç yararlanamayacak gibi… Bana acı lütfen. Hep o içimdeki pis şeytan yüzünden. Bir anda çıkıveriyor işte, durduramıyorum. Nasıl oluyor biliyor musun peder? Kendimi o an çok ama çok aşağılıyorum. Aslında o kadar iğreniyorum ki kendimden… Kendimden iğrenmenin kibrine kapılıveriyorum. İşte o iğrenen kişinin asıl şeytan olan olduğunu fark ettiğimde kahroluyorum. Ben affedilemem peder. Benim gibi bir varlığı Tanrı bile affetmez.”

Rahip: “Kibir bizi insan yapar evlat. Önemli olan onu fark etmek, af dilemek ve doğru yolu bulmaya çalışmaktır. Sen de buraya geldin ve af diledin; bu seni iyi biri yapar. Tanrı seni affedecektir.”

Adam: “Öyle mi dersin peder? Umarım Tanrı beni affeder. Biliyor musun peder, bizim yan dairede bir kadın oturuyor. Çok güzel bir kadın; alımlı, yanakları pembe. Allık sürdüğünü düşünmüyorum, bence doğallığından öyle. Allık sürse anlardım. Bazen eve girerken karşılaşıyoruz. O işten dönmüş oluyor. Soğuktan daha da kızarmış oluyor yanakları. Onunla ilgili bazen hayaller kuruyorum. Yanlış anlamayın, karımı seviyorum. Ama son zamanlarda çok fazla kavga ediyoruz ve sürekli benden nefret ettiğini söylüyor. Buna kibrimi bahane ediyor ama bence artık beni gerçekten sevmiyor. Ben de kendimi kibrimden dolayı sevmiyorum. Ama ben önceden de böyleydim; önceden severdi beni, hiç böyle kin dolu sözler söylemezdi bana. Geçen gün bana ‘haysiyetsiz’ dedi.”

2. Bölüm

Başka Zaman, Başka İnsan, Başka Yer

Yaşadığım hayattan kesinlikle memnunum. Ama bir işe yaramıyormuş gibi hissetmek beni mahvediyor. Yaşamayı seviyorum. Etrafımdaki insanların ise sevmediğini düşünüyorum. Sadece kendilerini güvende hissetmek için istemedikleri insanlarla birlikte olup, istemedikleri işleri yapıyorlar.

Bazen onlara üzülüyorum. Onlarla konuşuyorum. Beni seviyorlar, ben de onları seviyorum. Ama bazen hiç konuşmak, yanlarında olmak bile istemiyorum. Bu beni kötü biri mi yapar ya da kibirli? Onları aşağılıyor muyum? Beni görmüyorlar. Hep anlatıyorum. Sürekli anlatıyor, konuşuyor, hatta anlatmak için akıl oyunları oynuyorum.

Bir arkadaşım geçen gün şöyle dedi: “Sen yalnız değilsin, sadece tek başınasın. Bunu seviyorsun.” Ben de “Evet, öyle sanırım.” dedim. “Hayır, ben tek başıma olmayı sevmiyorum.” diyemedim, kibirlendim.

Dün akşam, bundan beş sene önce psikoloğuma attığım mailleri gördüm. Onları tamamen unutmuşum. O zamanlar evliydim. Psikoloğuma sadece karımı şikâyet ediyor, yaptıklarını anlatıyor, bir yandan da bütün bunların benim suçum olduğunu anlatmaya çalışıyormuşum. Hiçbir şey söyleyemiyor tabii ki. Bütün suçu kabullenmiş birine neyi anlatabilirsin ki? O seçmiştir ve değiştirmesi gerektiğini biliyordur. Değiştirmiyorsa ulaşamazsın ona. Bırakırsın. Ben de beni bırakmasını beklemedim; ben bıraktım.

Bu aralar en büyük düşmanımla savaşıyorum. Belki fark etmişsinizdir kim olduğumu. Ben, o kibirli, gerçeklerden kaçan ve kırmızı yanaklı kadını unutamayan adamım. Size hikâyenin devamını anlatayım. Benim adıma anlatan tanrı öldü, iş bana kaldı, üzgünüm; artık benim kelimelerimle devam edeceğiz. Tanrının beni tanıdığını kesinlikle düşünmüyordum, öldüğü iyi oldu açıkçası. Onun yüzünden kendimi sürekli rahibin yanında buluyordum. En sonunda dayanamadım, psikoloğa gittim; kesinlikle bir işe yaramadığını düşünüp oradan psikiyatriste gidip tonlarca ilaç aldım.

Karım ise kesinlikle susmuyordu. Sürekli ama sürekli evin içinde bağırıyor, beni suçluyor ve benden nefret ediyordu. İşe gittiğimde bazen telefonla arayıp, “Bilmem neden kaç gün önce şunu yapmıştın, şimdi aklıma geldi.” deyip bana kusuyordu kendini. Bir ara masama ait olan telefonun kablosunu kesmiştim, fark edilmesin diye de telleri birleştirmeden bantlamıştım. Uzun bir süre nedenini bulamadıkları için rahat ettim ama nihayetinde işinde azimli bir genç çağırdılar. “Gerekirse bütün kabloları değiştiririm, yine de bırakmam bu işin peşini.” dedi. Ve büyük bir çaba sonucu bütün tamir edilen bağlantıları da kontrol ederek benim kestiğim kabloyu bulup tamir etti. Ve ben yine karımı dinlemek zorunda kaldım.

Bu böyle birkaç sene daha devam etti. Ve bir sabah birkaç eşyamı alıp evden çıktım. Onun gidecek bir yeri, bir evi yok. Oturduğumuz ev bana ait. Biraz para bıraktım. Bence faturalarını ödeyebilecek ve karnını doyuracak kadar para kazanabilir. Hoş, benim de başka gidecek bir yerim yok; bütün mal varlığım o oturduğumuz evdi.

Evden çıktıktan sonra uzun bir süre sadece yürüdüm. Evden çıkarken işimi bıraktığımın da farkındaydım. Bırakmayabilirdim aslında ama bu karıma haksızlık olurdu. İkimiz de bitmiş olalım istedim.

Hep bir sahil kasabasına yerleşmeyi hayal ederdim. Ayaklarım beni otobüs terminaline doğru götürdü. Cümlelerim ellerime bilet aldırdı. Koltuğuma oturdum ve dokuz saatlik yolculuk boyunca yolu izledim.

Kibir (2024) was originally published in Türkiye Yayını on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.