Kapıkulu gazeteciliği

Turgay Olcayto – Gazeteci

Bildim bileli ülkemde gazetecilik “devlet ağızlı” yapıla gelir. 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde de bu gerçek değişmiyor. Özellikle dijital ortama girdikten sonra halkın haber alma, bilgilenme, gerçekleri öğrenme hakkı diye tanımladığımız basın özgürlüğü de yok olup gitti. Haberin serbest dolaşımına paydos dendi. Sansürün hemen her yerde, en çok ta gazetecilik ve yayıncılıkta… 

Erdoğan-Trump görüşmesinde eski bir gazeteci olarak ister istemez kendime de bazı sorular sordum. İletişim ombudsmanı Faruk Bildirici’nin bir linki yetişti imdadıma. Nasıl olmuşsa! İletişim Başkanlığı’nın uçaktaki gazetecilere gönderdiği sorular Bildirici’ye de ulaşmış. Hem de 24 saat önce.

Ertesi gün görüşmede aynı sorular sorulmuş. Bu elbette İletişim açısından bir skandal. Biz tek adamlı yönetiminde bakanların, partililerin o kadar çok skandalına alıştık ki, belki bunu da yadırgamamamız gerekiyor. Sonra belleğimi zorladım. 70’li yıllarda NATO Genel Sekreteri Joseph Luns Türkiye’ye gelmişti. TRT’den beni görevlendirdiler. Luns NATO’yu anlatırken NATO’nun Avrupa halkları için bir barış şemsiyesi olduğunu söylüyordu. Konuşma bitince herkes soru sormak için elini kaldırdı. Fakat Dış İşlerinden genç bir arkadaş Ankaralı gazetecilerden bir-ikisinin de ismini söyleyerek buyurun siz sorun dedi. Bu arada yanımda oturan Anadolu Ajansı’nın muhabirinin eline de bir kâğıt sıkıştırdı. Biraz sonra o da kâğıttan okuyarak sorusunu Luns’a iletti. Hayretle bu manzarayı izliyordum. Derken yine Dışişlerinden gelen zat bizlere döndü “Sayın Luns’un gitmesi gerekiyor. Diğer soruları alamıyoruz. Uçağa yetişecek” dedi. Teşekkür etti. Luns ta teşekkür etti ve sorulamayan sorular da gazetecilerin kursağında kaldı. Çünkü o dönemde NATO Türkiye’de bile eleştirildiği bir süreçten geçiyordu.  

Günümüze baktığımızda gazeteciliğin büyük bir bölümü özellikle ana akım dediğimiz medya, iktidar büyük sermaye sarmalında sürüklenip gidiyor, haberler çarpıtılıyor, muhalefet bozgunculukla suçlanıyor. Hak, hukuk, adalet sadece içi boşaltılmış kavramlar olarak algılanıyor iktidar tarafından. İktidarın en ciddi çalışmalarından biri suçlu üretmek, suç üretmenin en kolay yolu ise yargıyı siyasallaştırmak. Cezaevleri haksız yere cezaevini boylayan aydınlar, gazeteciler, belediye başkanları, akademisyenlerle dolup taşıyor. Anayasa Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları Anayasa’da yeri olmasına rağmen iktidar nezdinde kabul görmüyor. Hâlâ gezinin intikamı alınıyor insanlardan. Yani kısaca yazımın başında da dediğim gibi her sabah yeni bir kâbusa uyanır gibi yaşıyoruz.  

Oktay Akbal “Önce Ekmekler Bozuldu” adlı kitabıyla ne güzel vurgulamıştı bozulmayı. Gerçekten de ekmeklerden sonra her şey, her nesne bir bir bozulmaya başladı. En hızlı biçimde de bozulan insanlık oldu ne yazık!